Anadolu aslında  Moğol  istilâsından  önce  de  bazı  göçlere  hedef olmuş,  buraya  intikal  eden  nüfus  içinde  değişik  etnik  ve  kültü­rel  menşelerden  gelen  sûfîler  hep  mevcut  bulunmuştur. 

Anadolu aslında Moğol istilasından önce de bazı göçlere hedef olmuş, buraya intikal eden nüfus içinde değişik etnik ve kültü­rel menşelerden gelen sûfîler hep mevcut bulunmuştur. Ama asıl kalabalık göç dalgaları sebebeyle, Moğol istilasının sebebiyet verdikleri olup, 1220'lere doğru Kübreviyye ve Sühreverdiye gibi sünnî eğilimli tarikat mensupları yanında hepsi de hiç şüphesiz Kalenderi sûfîliği ile çok yakından alakalı bulunan Yeseviyye, Vefaiyye ve özellikle Haydariyye gibi gayri sünnî zümreler de Anadolu'ya ayak bastılar. bu zümreler arasında en büyük çoğunluğu Haydarilerin teşkil etti. 1220'li yıllardan sonra, Sûriye üzerinden Anadolu'ya ilk Kalenderî göçleri vuku bulmuş, bunu Azerbaycan üzerinden gelenler takip etmiştir. Tıpkı diğer ülkelerde olduğu şekilde ikili bir yapı sergiledik­lerini müşahede ederiz. Bunlardan bir kısmı, Fustatu'l-Adale yazarı­nın tasvirlerine ve şikayetlerine konu olan, tam anlamıyla ibaha yolunu tutarak toplum ve din kurallarına aldırış etmeyen, hatta on­ları alaya alan ve 'yüksek felsefî mülahazalara ve tecrübelere kabiliyetli olmayan cahil ve korkunç bir ni­hilizme ve immoralizme tabi' genellikle aşağı tabakalardan oluşan Kalenderî zümreleri idi. Bir kısmının da vaktiyle Baba Tahir-i Ür­yan ve Ebû Saîd-i Ebu'l-Hayr örneklerinde olduğu üzere, Şems-i Tebrizi, Evhadü'd-Dîn-i Kirmanî ve Fahru'd-Dîn-i Irakî gibi, ger­çekten yüksek tasavvufî fikirlere ve engin bir mistik tecrübeye sahip, ilimden nasibini almış belirgin şahsiyetlerden teşekkül ettiğini göz­lemekteyiz. Kalenderi olan ve Anadolu'ya ilk gelenlerden olan Cemaleddin-i Savî'nin halifesi Ebubekir-i Niksaridir. Mevlana Celalü'd-Dîn-i Rûmî'nin vefatında (1273) henüz hayattadır ve o sağken kendisiyle yakın ilişki içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Kalenderîler Mevlana'nın vefatında Gülbanklar çekerek ve 'Hay huy ederek ' üzüntülerini göstermişlerdir. Cenazenin önünde giden yedi öküz, Ebûbekr-i Niksarî'nin tekkesine gönderilmiş ve orada fakirlere dağıtılmak ve dervişler arasında paylaşılmak üzere kurban edilmiştir. 1240 tarihindeki, büyük bir sosyal patlama niteliği arzeden ve Baba llyas-ı Horasani tarafından hazırlanan ünlü Babaî isyanını teşkilatlayan Vefailiği de bu zümrelerden saymak doğru olacaktır. Nitekim 1107'de Bağdad'da vefat ettiği için Bağdadî nisbesiyle tanınan Tacü'l-Ârifin Seyyid Ebu'l-Vefa tarafından kurulmuş bulunan ve Türkler arasında çok yayıldığı anlaşılan bu tarikat dc, tıpkı büyük bir benzerlik gösterdiği Yesevîlik gibi, Horasan Melametiliği'nden kaynaklanıyordu ve _mensupları aynı şekilde geleneksel Sünnî esaslara muhalefetleri sebebiyle resmî yönetim ve halk tarafından dışlanıyordu. Vefailiğin önemi bugüne kadar yeterince kavranamamıştır. bu tarikat, heterodoks yapısı itibariyle özellikle göçebe Türkmenler arasında çok taraftar toplamıştı XVII. Yüzyıla değil, XVII. Yüzyıla da, bir yandan Şeyh Edebali aracılığıyla Osmanlı Beyliği'nin teşekkülünde, öte yandan Hacı Bektaş-ı Velî kanalıyla da Bektaşîliğin oluşmasında ana rollerden birini oynamıştı. Bu tarikat Anadolu'ya XIII. yüzyıl başlarında, Baba îlyas'ın şeyhi olan ve ilerde Bektaşi geleneğinde dc önemli bir yer tutacak bulunan Dede Garkın isimli bir Türkmen şeyhi tarafından getiril­di. Şimdiki bilgilerimize göre, esaslı olarak, Dede Garkın'ın vefatı ile yerine geçen Baba Ilyas tarafından bugünkü Amasya yakınla­rında bulunan llyag köyü eski adıyla Çat köyünde kurulan zaviye ile temsil edildi. Vefaîlik bu zaviye yoluyla kısa zamanda Türkmenler arasında yayıldı ve muhtemelen Orta Anadolu'nun muhtelif yerlerinde açılan diğer zaviyeler bu yayılışa hizmet etti.