OSMANLI TARİHİNİ FARKLI OKUMAK

Artık Osmanlı Tarihi’ni klasik bir bakış açısıyla değil de farklı okumanın zamanı geldi. Tarihimizi oryantalist bir bakış açısıyla değil, kendimizden bir bakış açısıyla okumanın ve incelemenin gerekliliği ortadadır. Ben Osmanlı Tarihi’ndeki bazı önemli olaylarla ilgili bir değerlendirme yapacağım.

  1. VİYANA ZAFERİ

Genellikle liseden itibaren ll. Viyana kuşatmasını hep bir yenilgi, batıdan geri çekiliş olarak bize anlatılmaktadır. Peki olaya şöyle bakamaz mıyız? Biz ta onların kalbine kadar yolculuk yaptık ve korku saldık. Oraya kadar giden ordu nasıl bir orduydu ve hangi güçle biz tüm Avrupa'yı yüzyıllarca dize getirdik. Bizim için Viyana önlerine kadar ulaşmış olmamız bile bir başarı değil midir? Bu nedenle ll. Viyana Kuşatması bir yenilgi değil, aslında bir başarıdır.

  1. Viyana Kuşatması ile yıllarca çocuklarımızı yenilgi psikolojisine sokmak yerine, buraya kadar ulaşan bir milletin torunuyuz diye anlatmalı, “bir zafer vardır” şuurunu vermeliyiz. Biz yenilsek de aslında kazandık. Mağlup psikoloji değil, galip psikolojisini sürdürmeliyiz.

Bugün batılılar haçlı ruhunu büyük bir gururla taşırken (ASLINDA HAÇLI SEFERLERİNDE ONLARI DEFALARCA YENDİK) yani yenilgi ile sonuçlanan böyle bir saldırıdan bir zafer hikayesini çıkarmasını ve gelecek kuşaklara bir başarı öyküsü olarak nakletmesini bilmişken, biz neden ilayı kelimetullah ve kızıl elma ruhundan mağlup ve yenik psikozu oluşturuyoruz. Yenilgi ve zafer aslında olaya nasıl baktığımızla alakalı değil mi? Burada da bir yönlendirme var. Utanacak bir durum yok. Kazanmak kadar kaybetmek de vardır. Ayrıca biz burada kaybetmedik, yani bir saldırımız ordu içindeki çekişmeden dolayı başarısızlıkla sonuçlandı. Bu da her savaştaki risk değil midir? Zafer kadar, yenilgi de at başı gitmez mi?

Bizim Viyana’ya kadar ulaşıp adamların başkentini kuşatıp krallarını kaçırmış olmamız bile bizim için başlı başına bir zafer. Böyle bir başarıdan ancak yenik bir psikolojiyi biz çıkarabiliriz. Tarihimizdeki bu ana unsurları batılı gözü ile değil biz gözüyle incelemeliyiz.

Biz genellikle yenilgilerimizi biraz fazla abartıyoruz. Daha sonraki tüm süreçleri bir kaç başarısız olaya bağlama eğilimimiz var. İkinci viyana kuşatması bir zaferdir. Eğer savaşa götürdüğümüz askerler ve teknolojiyi incelediğimizde dehşet bir gücü ve öz güveni görürsünüz.

YENİÇERİLERİN KALDIRILMASI İYİ Mİ OLMUŞ? YOKSA BİR ALGI OPERASYONUNA MI UĞRADIK?

Hepimiz, okullarda öğretilen tarihe göre olayları analiz etmekteyiz. Bu tarihte bize Osmanlı devletindeki tüm sorunların müsebbibi olarak hep yeniçerileri göstermektedirler.

Peki gerçekten öyle midir?

Neden bu hazır kabulü sorgulamadan hemen kabul ediyoruz?

Eğer Osmanlı Devleti’ndeki tüm sorunların kaynağı yeniçeri ise ll. Mahmut'un yeniçeriyi kaldırdıktan sonra devletin güçlenmesi gerekmez miydi? Demek ki sorunun sebebi Yeniçeri değildi. Bilakis, Yeniçeri mevcut sistemin bekçisiydi. Rayından çıkmak isteyen yönetimi tekrar rayına yerleştirmeye çalışan bir unsurdu. Ulemanın elindeki silahtı. Yeniçeri ocağı lağv edildikten sonra Osmanlı devleti hızla çöküşe geçtiği gibi, tüm savaşları da kaybetti. Ayrıca ll. Mahmut'la birlikte hızlı bir batılılaşma süreci başladı. Halbuki Yeniçeriler olsaydı bu batılılaşma süreci yaşanmazdı. Ama yeniçeri ocağını kaldırmış olan ll. Mahmud'un önünde duracak bir güç yoktu. Yeniçeri ocağı kaldırıldıktan sonra yerine kurulan ordu kimlerin eline geçti? Kimlerin önü açıldı?

OSMANLI HUKUK SİSTEMİ

Osmanlı Devletinde iki hukuk vardır. Şer'i hukuk ve örf’i hukuk. Şer'i hukuk kaynağın İslam'dan alırdı. Özellikle Hanefi mezhebine göre olurdu. Ama mahkemelerde Şafi hakimde bulunur, şafi mezhebi hukuku istenirse ona göre yargılardı. Gayri müslimlerde kendi mahkemelerinde yargılanırdı. Millet sistemi olduğundan gayrimüslim cemaatlere yargılama yetkisi verilmişti. Ermenilerin, Rumların ve diğer milletlerin kendi içinde yargı sistemi vardı. Örfi hukuk ise töre ve geleneklerin yanında fermanlar, beratlar, divan kararları, antlaşmalar ve ihtiyaç durumunda ortaya çıkan hukuklardan oluşurdu. Yalnız, örfi hukuk şeriata aykırı olamazdı. Çerçeveyi şeriat çizmişti. Daha çok şeriatın izin verdiği veya boş bıraktığı alanlarda konuşurdu. ll. Abdülhamit döneminde Cevdet Paşa tarafından bir medeni hukuk olan Mecelle çıkarıldı. Türkiye, İsviçre'den medeni hukuku alıncaya kadar bunu kullanmıştır.

Bu arada Mecelle, Hanefi fıkhına göre düzenlenmiştir. Modern bir hukuktur. Sanılanın aksine batı hukukunu çok etkilemiştir. Bazı Müslüman ülkelerde hala uygulanmaktadır.

Padişahlar, çıkardıkları kanunnameler ve fermanlar için mutlaka Şeyhulislam'dan fetva alırlardı. Şeyhulislam'ın fetva vermediği durumlarda olurdu. Padişah'ın verdiği idam cezaları için de fetva alınırdı. Fetva alınmadan Padişah adam öldüremezdi. (istisnalar ve olağanüstü durumlar hariç) Ayrıca, savaş kararları da fetvayla olurdu.