Ümmet olmak demek tüm sorulara, sorunlara ve sorumluluklara karşı tedbirli olmak demek. Tüm dünyanın çağlayan olup karşımıza geleceği herhangi bir zamanda bile kale gibi dimdik durabilmek demek. Korona veya savaş, ekonomik kriz, diplomatik tıkanıklıklar mani olamaz ümmet olana!

Ümmet olmak demek tüm sorulara, sorunlara ve sorumluluklara karşı tedbirli olmak demek. Tüm dünyanın çağlayan olup karşımıza geleceği herhangi bir zamanda bile kale gibi dimdik durabilmek demek. Korona veya savaş, ekonomik kriz, diplomatik tıkanıklıklar mani olamaz ümmet olana!

Her ana ve zamana karşı tedbiri vardır çünkü. Dünya değişebilir, teknoloji başka evreler yaşayabilir, medya, siyaset alt üst olabilir. Binalar yıkılabilir tepemize. Tüm bunların hiçbiri ümmet olanların duruşunu ve hedefi alnının çatından vuruşunu engelleyemez.

O sebeple şeytan ve onun modern askerleri en çok bizliğimize ve inanç ortaklığımız olan ümmet duruşumuza saldırır. Kavgalar, kaygılar, boş ve kof sloganlarla içi boşaltılan kalabalıklara dönüştüğümüzde etkisiz, reflekssiz bir yığından başka bir anlam ifade etmeyiz. O yığın da elbette şeytan ve iki ayaklı saz arkadaşları için tüketim dışında bir işe yaramayacaktır.

Bizi ayıran en bariz fark buradadır. Biz ümmet olarak duruş tespiti yapmak zorundayız bu sebeple.

Dünyanın değişime ihtiyacı varsa onu omurgası ve insan merkezli kaygıları olanlar başlatmalı ki değişim bir öğütüme dönmesin.

Çok sık başa dönüyor olabiliriz ancak bugünün dünyasında etkin ve hakim fikir bizim medeniyet kodlarımıza uygun olsaydı acaba nesli tükenen hayvanlardan, açlıktan, sömürüden, adil olmayan şartlardan, güven duyulmayan devlet sistemlerinden bahsedilebilir miydi?

Bugün dünya, medeniyet kodlarımıza göre tasarlanmış olsaydı penguenlerin yok olacağı tarihi, fokların türünün azaldığı garabetini, dünyanın en güzel adalarının çok kısa sürede çölleşeceği ifrazatını konuşmuyor olurduk.

Bilakis şu olacaktı gündemimiz: Daha fazla bitki, daha fazla ağaç, daha dikkatli enerji tüketimi ve daha az hasar. Bunların hiçbirinin konuşulamadığı bir karanlık çağda bizim ümmet olduğumuzu söylememiz çok da anlaşılır ve kabul edilebilir değil.

İşçilerin hakkının verilmediği, korona bahanesiyle birçok insanın yeni mağduriyetlere merhaba dediği bir dönem mi konuşulmalıydı ümmetin olduğu yerde?

Zekatın, sadakanın cennet teklifi olmasının yanında sağlıklı ve namuslu dünyanın temel taşlarından ikisi olduğunu öğreten medeniyet kodlarımız biraz dikkate alınsaydı açlık ve yoksulluktan söz edilebilir miydi? Zaten açlardan ziyade tokların doyumsuzluğu değil miydi dünyanın böylesine çoraklaşması?

Çözüm?

Çözüm elbette ümmet olmak. Bu kepaze tablo bizlerin ümmet olmaması/olamamasından kaynaklı çünkü!

Suriyeli bir genç, polisten kaçtığı için vurularak öldürüldü. Ümmet olmak demişken şuraya not olarak bırakalım bu hadiseyi de. Sevinenler oldu, bu yaşanan ve adını koyamadığım kötülüğe. Ramazan Ramazan sevinç çığlıkları yükseldi, insanlığını yitirmiş yüreklerden. Bu çığlıklar da ümmet olamıyor oluşumuzun bir göstergesi ve tescili aynı zamanda.

Yemen'de 8 dakikada bir çocuk ölüyor. Afrika'nın ve Güney Asya'nın birçok bölgesinde insanlar içilebilir temiz suya sahip değil. En basit ilaçlara sahip olamadığı için ölüyor insanlar. Tüm bunların üstüne, yaşananlar yetmezmiş gibi yüreğini kaybediyor çoğumuz. İşte içinde debelenip durduğumuz bu balçığın adı şu: Ümmet olamamak!

Zülfü yare dokunduysa da hayırlı iftarlar!

Not: Korona sürecinde artan sosyal vefa mesuliyetimiz sebebiyle, satırlarımıza kıymet veren dostlarımızla çok sık hasbihal edemez olduk. Bunun için affınızı istirham ediyorum.