ÖĞREMEN ÖĞRENCİ MUALLİM TALEBE

Osmanlının son elli yılı ile Cumhuriyet tarihi boyunca başlayan ve hala devam eden keskin bir kutuplaşma içerisindeyiz. Kamplardan birisi tarihi kutsal ve kusursuz bulmakla, bir diğeri soluksuz küfür ederek geçirdi.

Oysa ne soluksuz küfür edilecek bir tarihti ne de kusursuz ve kutsal değildi. Mesele, karpuz gibi ikiye bölünmüşlük ve taraflar arasında kan ve kin olunca tanımlamaların da kampların karakterine denk düşmesi gerekiyordu!

Geçmişe bakıp eleştirdiğimiz ve eleştireceğimiz mebzul miktar malzemenin varlığı bütün itirazlara ve itirazcılara rağmen orta yerde durmaktadır. Ancak, soluksuz küfür edenlere dair de, hala özlemini çektiğimiz değerlerin varlığını da haykırmak gerek.

İşte o değerlerden birisi de Alim-Muallim ve talebe ilişkisi idi.

Belki dönemim eğitim içeriğine dair eleştiri getirmekte mümkün. Bir takım şeylerin ezberci bir mantığa dayalı olmasından tutun da, yeni Dünyayı kavrama noktasında ki gecikmişliğe kadar söylenecek sözler yok değil elbette.

Ama eğitimin sistematiğine ve Muallim ile talebe ilişkisine gelince, aradan bunca zaman geçmiş olmasına karşın aradığımız değerler arasındadır.

Muallim, öğreteceği alana son derece vakıf olmasının yanı sıra edep, ahlak, hikmek ve irfan gibi bambaşka değerleri taşımakla da yükümlü kişi demekti. Şayet bu değerlerden mahrum ise o kişi bu isim ve sıfatla nitelendirilmez ve eğitim noktasında da görev verilmezdi.

Aynı zaman da Talebe kavramı ise bir dayatma üzerine, bir zorakilik üzerine bina edilmiş değildi. Kendisi bile isteye ve seve seve talep eden demekti talebe. İstenilen ve talep edilen ne olursa olsun, şayet talep, kişinin kendisinden geldiği zaman orada bir başarı, orada bir heyecan ve orada bir kalıcılık olmaktadır. Birilerinin dayatması ve zorlaması üzerine alınacak hiçbir eğitim istenileni veremeyecek ve bu zorakiliğin götürdüğü/ götürebildiği yerde kopacaktı. Ve nitekim mevcut eğitim sistemimiz ve onun getirdiği yer de mevzu bahis ettiğimiz yerin de ta kendisidir.

Muallim ile Talebe arasında ki ilişki ise bir zorakilik değil bir arz ve talep işine dayanıyor olmasının yanı sıra bir ülfet, bir iffet ve bir samimiyet üzerinde devam etmekteydi. Osmanlının eğitim sisteminde ki son dönem geri kalmışlığı Alim-Muallim ve Talebe ilişkisinin yetersizliğinden değil, değişen ve gelişen Dünyayı yerinde, zamanın da ve doğru takip edemeyişinden kaynaklanmaktaydı.

Bugün ise her iki değer de anlam ve önemini yitirmiş ve dolayısıyla öğretmen ve öğrenci arasında ki ilişki de, eğitimin içerik ve kalitesi de hepten içler acısı durumdadır. Ne öğretmenin bir kıymeti harbiyesi, saygınlık ve değeri bulunmakta ve ne de öğrenci denen mefhumdan yana umut emareleri görebiliyor değiliz.

Zira ne öğretmenimiz Maullim ne de öğrencilerimiz talebe ( eden ) değiller artık. Aradaki ilişki ülfet ve ünsiyet ilişkisi olmaktan tamamen uzak olmakla birlikte salt ticari mantığa indirgenmiş tatsız, tuzsuz, lezzetsiz ve haliyle umut barındırmaktan yana son derece verimsiz durumdadır.

Koyun ellerinizi vicdanlarınıza!

Hangimiz çocuklarımızın talep eden ve hangimiz talep eden çocuklarımızın bir Mualim elinde işlenmesinden yana özlem içerisin de değiliz!?

Çocuklarımızı eğitmek, öğretmek ve yetiştirmekten yana görev verilen öğretmenlerin kahir ekseriyetinin eğitime, öğretime ve dahi bir çok değerden yana takviyeye gereksinim, varken, teslim ettiğiniz çocuklarınızın işleneceklerine dair inancınızın da istenilen tonajda olması zaten mümkün değildir.

Tek malzemesi elinde ki kuru ve verimsiz diplomasından başka yeti ve özelliği olmayan öğretmenler, bir de talep etmek gibi elzemden yoksun öğrenciler ile yan yana gelmesinin tabi sonucu ise, iki milyon öğrencinin yarısının sıfır çekmesine tekabül edeceği kaçınılmaz bir sonuçtur.

Elbette işine hâkim, seven, öğretme acısı ve sancısı içerisinde olan güzide eğitimcilerimizin haklarını da teslim etmekten yana imtina edecekte değilim. Ne ki sayılarının son derece azlığı ve hak ettikleri değerden yoksun kalışları, onların da heba olmasına zemin hazırlamaktadır.

Ne Muallimimiz ne de talep eden çocuklarımız yok artık!

Soluksuz küfür ettiğimiz değerler arasında kurban verdiğimiz bu özel ikiliyi el birliği ile hoyratça harcadık. Gömdük ve üzerine bir de beton döktük. Oysa gömdüğümüz ve üzerine beton döktüğümüz kendimizin, çocuklarımızın bizatihi kendileri ve gelecekleri idi…