Ortada milli bir beka sorunu varsa o da; tarımsızlık, üretimsizlik ve ithal edilen gıda ürünlerdir. Yaz ayının tam ortasında, sıcak günlerdeyiz fakat kış çok uzakta değil.

Ortada milli bir beka sorunu varsa o da; tarımsızlık, üretimsizlik ve ithal edilen gıda ürünlerdir.

Yaz ayının tam ortasında, sıcak günlerdeyiz fakat kış çok uzakta değil. Geçtiğimiz yıllarda dikkat çektiğim gıda krizinin yaşanması an meselesi! Haliyle yüksek fiyatların olması, ekonomik dalgalanmaların yol açtığı belirsizlik ve güvensizlik ortamından sonra bakliyat krizinin eşiğindeyiz…

Türkiye bakliyat ihtiyacını çoğunlukla Ukrayna ve Rusya'dan karşılıyordu. Şimdi, o bölgede savaş var ve her iki ülkenin önceliği elbette kendisi olacaktır. Buğdayın %60' ı, Mısır'ın % 73' nü Ruslardan alıyoruz. 'Gemi geldi gelecek, yola çıkmak üzere. –'İşte bakliyat dolu gemi limana yanaştı'. Sözlerinin yetersizliğini sonbaharın ilk rüzgarlarıyla göreceğiz. Nedenini merak ediyorsunuzdur: Çünkü eskisi kadar nohut, mercimek, fasülye v.s ithal edemiyoruz! Edemediğimiz yetmiyormuş gibi elimizde olanları da ihraç ediyoruz!

Mercimek: dünyada en çok Kanada ve Hindistan'da ekimi yapılan bir mahsüldür. Kanada'da 2.8 milyon ton, Hindistan'da bu rakam 1.1 tondur. Dünya üzerindeki üretim yüzdesinde % 40' la Kanada öndeyken, %16'la Hindistan ikinci sıradadır. Buna üretimdeki pay denir. Türkiye ise %4 ile bu payı destekler. Şimdi bu oranları neden verdiğimi söylüyorum size; ne Kanada ne de Hindistan ürettikleri mahsülleri başka ülkelere vermeme kararı aldılar. Yani bakliyat ihracatını durdurdular! Diğer ülkelerde de durum aşağı yukarı böyle.

Bizde durum farklı! - 'Vermiyoruz' desekte hala veriyoruz. Muhtemelen 'yeteri' kadar stoğumuz var ve fazlasını veriyoruzdur! Belki de küresel kıtlığın önüne 'vererek' geçebileceğimizi düşünüyoruz. Bu da bir yöntem tabi ama konu küresel olunca ne kadar işe yarar orası meçhul.

Güneydoğu ve iç Anadolu'ya çıkarma yapmış şirketlerin temsilcileri, işçiler ve çiftçiler ile anlaşmalar yapıp ucuza kapatmaya çalışıyorlar mahsülleri. Gıda sıkıntısı yaşanabilir denilen yerde şirketlere ve temsilcilerine bu izni kim veriyor? Hanginiz veriyorsunuz?

Küresel çapta kıtlık senaryoları çiziliyorsa, neden hala yerli ve milli bir tarım politikasını hayata geçiremiyoruz. Bunun önündeki engeller kimler?

Kıtlık Yumağı/Tuzağı

Ortada bir kıtlık var mı yok mu? Şimdi bu iki soru sarmalı arasında gidip gelen insanlar yumağına şahit oluyoruz. Konuyu abartanlarla konuyu umursamayanların oranı nerdeyse aynı ve her iki dinamiğin cahillik seviyesi eşit durumda. Konu ne abartılacak kadar büyük, ne de umursanmayacak kadar basit! Evet, ciddi bir sorunla karşı karşıyayız ancak önlem alabileceğimiz bir durumdayız.

Gerekli bazı önlemler:

Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki düz arazilere 'benim ekinim' projeleriyle tarım seferberliği başlatmalıyız.

Yerli ve milli tohum adımını derhal atmalıyız. Dışarıdan ithal edilecek ürünlerin denetimi sıkılaştırılmalı ve zorlaştırılmalıdır.

'Köycülük' tekrar diriltilmeli, kentleşmeye ara verilmelidir. Boş arazileri müteahhitlik şirketlerinden kurtarmalı, betonarme yapıların inşaalarına son verilmeli.

Anadolu'nun her zerresi tarım alanlarına çevrilmeli. Ülke içi tarım ticaretinde para yerine değiş/tokuş sistemi kurulmalı, aradaki paravanlar kaldırılmalı.

Üretici ürettiği mahsülünü tüketiciye ilk elden ulaştırabilmeli.

Kıtlıkların nedenlerinden birisi olan küresel ısınmaya karşı önlem alınmalı. Bu önlem; Paris iklim değişikliği anlaşmasına katılarakdeğil, dikey ve betonarme yapılaşmanın önüne geçilmesiyle, termik santrallerin durdurulmasıyla, doğru atık ve dönüştürülebilir atık politikalarının yenilenmesiyle ve ağaçlandırmayla mümkün olur.

Üreten ve güçlenen Türkiye olabilmek ve dolayısıyla kıtlıkla mücadele etmek istiyorsak toptancı Türkiye düşüncesinden vazgeçmeliyiz.