İsa ile Musa'nın, hangi gerekçe ile böylesi bir mottonun tanımlanmasında malzeme olarak kullanıldığını bilmiyorum. Ancak, alışılagelmişliğinden yola çıkarak azımsanır bir realite olmadığının da hakkını teslim etmekten yana tarafım.

İsa ile Musa'nın, hangi gerekçe ile böylesi bir mottonun tanımlanmasında malzeme olarak kullanıldığını bilmiyorum. Ancak, alışılagelmişliğinden yola çıkarak azımsanır bir realite olmadığının da hakkını teslim etmekten yana tarafım.

şayet doğru ve sarsılmaz ilkeleriniz, ayetleriniz, tavır, duruş ve hakikatleriniz var ise ve bunları da az bir paha karşılığı satan gevşek bir tavrınız yok ise, sürgününüz, dokuz köy ile sınırlı kaldığı sürece şanslı bir kişi olduğunuzdan yana kuşku dahi duymayın derim.

Oysa, ister İslam ve isterse İnsan olmanın amentüsü ve Elif Ba'sırıdır ilke sahibi olmak. İnsan, ilke sahibi olması, duruş, tavır, kimlik, omurga şahsiyet sahibi olması dolayısıyladır mümtaz bir yer ve tanıma mazhar oluşu.

Şayet bunlara karşı duyarsız, helvadan put muamelesi yapıp zaman, zemin ve gücün konjönktürüne göre ayarlanmış bir karakter, hayvandan da aşağı oluşun en net, en çarpıcı ve en güncel versiyonudur.

Hakikatin, hakkın, hukukun, omurgalı duruşun zamanı, zemini ve ortamı, günün her saati için geçerli ve hatta Rahmani ve kozmik konunudur demiş olursak, asla mübalağa ettiğimiz anlamına gelmemelidir.

Olaya tersinden bakacak olursak eğer İnsanın, doğanın, yer, gök, nebatat, hayvanat ve bilumum kozmik düzenin normlar sapmasında ki ana emilin işte bu bahsini yaptığımız Anayasal düstürün ilgası sebebiyledir.

Önemli bir cürret, cesaret, bedel isteyen bu erdem, herkesin göze alıp sahipleneceği cinsten vasat bir norm değildir. Az evvel de söylediğimiz gibi halis bir Mümin ve karakterli bir insan olmanın olmazsa olmazı işte bu erdeme sahiplik belirlemektedir.

Bu erdem çok çeşitli zamanlarda çok çeşitli yol ve yöntemlerle teste tabi tutulmakta, erdeme sahiplik ettiğini iddia edenlerin de aynı imtihandan yana test edildikleri süreç vardır, olacaktır ve olmalıdırda.

Geldiğimiz nokta da ise, içilmemesi ya da içmek zorunda kalınmışsa tadımlık içilmesi gereken nehirden kana kana içenlerin binbir bahane arkasına sığınarak tornistan ettikleri, ahlak, ilke, edep, haya, inanç ve erdeme dair var olanları bir hiç uğruna ve hiç pahasına sattıkları zamanın ve moda karakter(sizliğin) hüküm sürdüğü sürecin tam orta yerindeyiz.

Hiçbir şeyin kimselere baki kalmadığı gerçekliği kendisini milyarlarca yıldır dayatıyor olmasına rağmen kör, sağır ve umarsız davranışın sonucunun ne olduğu da yine aynı milyarların dramatik gösteri ve sonları ile ortada durmaktadır.

Evet, yaşam içerisinde ilke ve omurga sahibi olmak demek sahipsiz bırakılmanın da ötesinde dışlanmak ve taşlanmak anlamına geldiği de yine aynı yılların şahitliği altındadır.

Kısa ve ucuz hesapları kendisine kar zannedenlerin okuyacağı bir yazı olmadığının da altını çizerek diyorum ki, kısa günün karı akıllı insan işi değildir.

Uzun vadeli düşünüp kazancını da buna tahvil edenlere selam olsun...