Nasıl büyülüyorlar ve uyanış sancıları

Bahadır Yenişehirlioğlu’nun Timaş Yayını, 15 Temmuz darbe kalkışması mevzûlu Kara Güneş romanının hülâsasını vermiş ve örgütün insanı nasıl şahsiyetsizleştirdiğine dair bir kısmı ıttılâınıza arz etmiştim. Romandaki göze takılan boşluk ve eksikleri yine erteleyerek bugün örgütün eline geçirdiği insanları nasıl büyülediğine ve örgütten kopan bir çocuğun çektiği iç sancılarına misal olacak satırları paylaşmak istiyorum. Okunsun ki milletimizin gözü açılsın. Romanın tamamını okuyamayanlar hiç olmazsa bu kadarından istifade etsinler.

NASIL BÜYÜLÜYORLAR?

(…)

Hasan Öğretmen’in gözlerini kısıp sesine boğuk bir tını verip tane tane söylediği sözler kulaklarında yankılanıyordu.

“Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki Hocaefendi’nin emirlerini dinlemeyenler, bu Hizmet yolunda canını vermeyi göze alamayanlar Rebîa ve Mudar kabilelerindeki insanların sayısından daha çok olacak. Ama siz Hizmet erleri bu emir ve talimatları yerine getirdiğiniz için korkmadan geçeceksiniz. Sırat, kılıcın keskin tarafı kadar ince ve kaygandır. Altın nesil olarak sizler, nurlarınız oranında süratli geçeceksiniz. Kimisi yıldızların akışı gibi, bazıları göz açıp yumuncaya kadar, kimileri rüzgar gibi hızlı geçerken bazıları da hızlı ve yürüyerek ve koşarak geçerler. Geçişleri Hizmet hareketine verdikleri değer, gösterdikleri cevvâliyet ve teslimiyetleri ile orantılı olacak. Anasından, babasından, malından, sevdiklerinden ve hatta canından vazgeçenler uçarak, nurları ayaklarının başparmakları kadar olanlar düşe kalka, elleriyle tutunarak, ayakları kayarak, yanlarına yörelerine ateş sıçrayarak geçerler. Yeter ki Hizmet hareketinin içinde olsun.” (s. 149)

Bir örgüte ölümüne bağlamanın temeli: Bu örgüt sayesinde seçilmiş ve kurtulmuş nesil olma telkini. Hizmet hareketi dedikleri örgütün içindeysen cennet garanti. Hem de elini kolunu sallayarak… Buna bir kere inanan insanın bu büyüden çıkması çok zordur.

UYANIŞ SANCILARI

İnsan hakikati öğrenince, yıllardan beri doğru bildiklerinin yanlış çıktığını görünce ne hâle gelir? Korkar, ürperir, kıvranır… Romanın kahramanlarından Ebubekir, Hasan Öğretmen’in gizli ve karanlık bir emelinin olduğunu anlar ve ondan uzaklaşmak ister. Romandan:

“Kapıya ulaşıp elini kapı koluna atınca oradan çıkacağına inancı artmıştı Ebubekir’in.

Evet, başarıyordu.

Çıkabildiğine göre sıratı geçiyor muydu?

Kâbustan uyanıyor muydu?

(…)

Aslında kendinden kaçıyordu.

İnandırıldığı her şeyden kaçıyordu.

Böyle büyük bir çarpışmayla karşı karşıya kalan biri kırılmaz mı?

Bin parçaya ayrılmaz mı?

Parçalara ayrılır da kolay kolay toparlanabilir mi?

İnanç denen şey öyle kolayca insandan çıkıp gider mi?

İnsan inandığı değerlerin yanlış olduğunu öyle pat diye kabul edebilir mi? Kabullenmek zor mu?

Ebubekir sadece koşuyordu.

Bütün kutsallarını kaybetmiş gibiydi.

Bütün kutsallarını kaybeden insana etrafındaki her şey anlamsız gelmez mi?

İnsan bu yaşa kadar benimsediği değerlerin yalan olduğunu, bunları kendisine öğretenin kocaman bir hiç olduğunu öğrendiğinde ne olur?

Perişan mı?

Henüz olgun sayılabilecek bir erkek değildi ki.

Henüz kendi kendinin sahibi bile olamamıştı.

(…)

Yıkılmıştı, yorgundu, çıplaktı, savunmasız kalmıştı.

Öyle hissediyordu.

Ebubekir çok acı çekiyordu.

Hatırlamak, geçmişle gelecek arasındaki parçalanmışlığı ortadan kaldırır, derler.

Ya hiç hatırlamak istemiyorsa insan?

(…)

Hasan Öğretmen’in evinden çıktığında kendini tuhaf biçimde özgür hissediyordu. Bir yandan da gurbete çıkmış gibi. (…)”

Evet, o evden çıkabilmek hürriyettir. Ama büyülenmiş bir insan için de yılların kabullerinden gurbete çıkış…