MÜSLÜMANLAR, çareler ve çözümler konusunda sadece kendi akıllarına
göre hüküm vermeye, iş yapmaya başladıkları zaman yanılmaya,
sapıtmaya başlar.
Akıl Müslümanın ana âlet ve vasıtasıdır ama din hükümlerinin
kaynağı değildir.
Müslüman, aklını ilimle, irfanla, kültürle geliştirir,
olgunlaştırır ve böyle yaptığı için dini iyi ve doğru anlar ve
dünya problemlerine en uygun çareleri ve çözümleri bulur.
İslamda problemlerin çözüm metodu şudur:
Birinci kaynak Allahın Kitabı Kur’andır. Çare ve çözüm öncelikle
onda aranır.
Allahın Kitabında bulunamazsa, Resulullahın (Salat ve selam olsun
ona) Sünnetinde aranır.
Onda da yoksa, Kur’anın ve Sünnetin ışığında akıl ile çare ve çözüm
bulunur.
İlmi, ehliyeti, icazeti olmayan cahil Müslümanlar Kur’andan ve
Sünnetten kendi kafalarına göre hüküm çıkartamazlar. Kur’anda
“Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyrulmaktadır. Bilenlere
sorulur. Bilenler icazetli ulema ve fuqahadır. Bu zevat hem İslam’ı
iyi ve doğru şekilde bilir, hem de sağlam dünya kültürüne
sahiptir.
Kur’anın, Sünnetin, İslamın, Şeriatın hükümleri fıkıh kitaplarında
yazılıdır. Dört hak fıkıh ekolü vardır. Müslüman, bunlardan
hangisine mensupsa ondaki hüküm ile amel eder. Bu dört mezhep
birbirlerini tadlil etmez, sapıklıkla suçlamaz. Aralarındaki
ihtilaflar esasa, usule, temele ait değildir, teferruattadır. Bu
ise geniş bir rahmettir.
Osmanlı İslam devleti Hanefî fıkhını esas almış ve diğer üç mezhebi
de hak kabul etmiştir.
Fıkıh mezheplerine uyulmazsa, her Müslüman kendi kafasına göre
Kur’andan hüküm çıkartmaya kalkarsa, bugün olduğu gibi kaos ve
anarşi çıkar, birlik berhava olur, Ümmet birliği yıkılır, onun
yerine şeytanî bir Protestanlık gelir.
Dört hak mezhebin hükümleri karışık olarak uygulanmaz. Buna
telfik-i mezâhib denir, dini oyuncak etmek olur ve ulema buna izin
vermemiştir.
Herhangi bir konu alalım. Beş vakit namaz meselesi. Müslüman bu
konuda ne yapmalıdır?
Namaz, imandan sonra dinin ikinci şartıdır.
Kur’anda namaz emri elliden fazla yerde geçmektedir.
Âqil ve bâliğ her Müslümanın namaz kılması gerekir.
Namaz farz-ı ‘ayndır.
İnsanların en üstünü, şereflisi, derece ve rütbe olarak en yükseği
olan Resulallah ölünceye kadar namaz kılmıştır.
Biz öyle olgunlaştık ki, artık bize namaz farz değildir sözü büyük
bir sapıklıktan ibarettir.
İslam devleti, Müslüman tebaasına namazı mecbur kılar ve
kıldırır.
Namazın kılınması konusunda ittifak vardır.
Müslüman anne babalar, yedi yaşından itibaren çocuklarını namaza
alıştırmalıdır.
Çocuk buluğa erince ona namaz intizamlı ve devamlı olarak
kıldırmalıdır.
Anne baba namaz kılıyor, bâliğ oğlu ve bâliğa kızı kılmıyor, bu
korkunç bir noksanlık ve çelişkidir.
Namaz kılmamak çok büyük bir günah ve isyandır.
Çocuklarına namaz kıldırmamak, onlara yapılan çok büyük bir
kötülüktür.
Sultan Abdülhamid zamanında başta Galatasaray Sultanisi (Lisesi)
olmak üzere bütün okullarda ve liselerde, kışlalarda cemaatle namaz
kılınması mecburî idi.
1868’ten 1912’ye kadar Galatasaray lisesinin alt koridorunda ezan
okunur, bütün bâliğ Müslüman talebeler sıraya girer ve okulun altı
yüz kişilik câmiinde okulun resmî imamının ardında cemaatle namaz
kılarlardı. (Galatasaray lisesi camii 1924’e kadar açık kalmış,
resmî imam bulunmuş, ezan okunmuş ve yüzde yüz katılım olmasa da
yine eskisi gibi cemaatle namaz kılınmıştır. 1924’te Halife yurt
dışına kovulunca cami kapatılmış, izci salonu yapılmıştır.)
Savaş gemilerinde bile imamlar vardı, namaz kılınırdı.
Netice:
Ben, sen, hepimiz, bütün Müslümanlar namaz kılmalıyız.
Resulullah Efendimiz “Namaz dinin direğidir. Kim namaz kılarak onu
ayakta tutarsa dinini ayakta tutmuş olur. Kim onu terk ederek
yıkarsa dinin yıkmış olur” buyurmuşlardır.
Bugün ülkemizde devamlı namaz kılanların sayısı yüzde ona veya on
beşe düşmüştür. Bunun mânası şudur: Yüz büyük kolon üzerinde
yükselen büyük bir binanın doksan veya seksen beş kolonu yana
yatmıştır, demek ki, bina çökmek üzeredir.
Anne babalar çocuklarına… Ağabeyler küçük kardeşlerine… Muallimler
talebelerine… Dostlar ve arkadaşlar dostlarına ve arkadaşlarına…
Seçkinler ve ziyalılar halka… İdare edenler edilenlere namazı en
güzel ve etkili şekilde tavsiye etmekle yükümlüdür.
Bir kimsenin namaz kılmasına vesile olmakta aklın almayacağı kadar
büyük menfaatler ve sevaplar vardır.
Namaz kılmaya başlayan büyük sevaba nail olur.
Vesile olan da büyük sevaba nâil olur.
Herkes din alimi, faqih, vâiz, nâsih olmadığı için Ümmet’in
ehliyetlileri namaz konusunda etkili risaleler, kitapçıklar
hazırlayıp, hazırlatıp yayınlamalı ve bunlar milyonlarca adet
dağıtılmalı, okunmalı, okutturulmalıdır. Bu iş kesinlikle ticarete,
din sömürüsüne, dünyalığa âlet edilmemelidir.
Hiçbir İslam topluluğu namazı terk ederek, yitirerek, hafife alarak
kurtulamaz, yükselemez, ayakta duramaz.
Namazı ve cemaati terk edenler mecazî mânada esir statüsüne düşmüş
olur.
Diyanet’in iki temel vazifesinden biri tashih-i itikat ve diğeri
namazdır.
Halkın namaza rağbet etmesi için cami imamlarının âlim, faqih,
muttaqi, muhlis (ihlaslı), geniş kültürlü, hizmet etmeye istekli
karizmatik kimseler olması gerekir. İslam dininde para, maaş, ücret
karşılığında imamlık yoktur. İmamların geçimlerini temin için maaş
almalarına fetva ve ruhsat verilmiştir ama niyet para
olmamalıdır.
Maaşlı namaz kıldırma memurları ile namaz konusunda bir fütuhat
olmaz.
Farz namazların, yirmi küsur şer’î mazeret dışında cemaatle
kılınması gerekir.
Türkiye Müslümanları namaza önem vermezler, namazı kılmazlarsa
iflah olmazlar, necat bulmazlar, kurtulamazlar.
Namazı yitiren ve şehvetlerine uyan bir İslam toplumu; kötülükle ve
azgınlıkla çok emr edici nefs-i emmârelerin, şeytanların,
müşriklerin, münafıkların, küffarın, düşmanların, decâcilenin,
kezzabların maskarası, rezil rüsvay esir olur.
Gerçek İslam devletinde, devlet başkanı cemaate imamlık yapar,
namaz kıldırır. Ufuklardaki valiler de camide imamlık yapar.
İslam toplumunda hayat günde beş kez namazla durdurulur.
Bırakalım şu boş dünya gevezeliklerini, zevzekliklerini,
dedikodularını da; dinin temeli olan namaz konusunu düşünelim,
müzakere edelim, halkın en az yüzde doksanının namaz kılması için
çareler çözümler arayalım.