İnsanın nihai amacı mutlu olmaktır. Mutsuz olmak hiçbir zaman normal bir insan için bir amaç olamaz. Yada mutlu olmak benim için önemli değil şeklinde düşünen bir kimse olmaz. Bitmeyen sürekli mutluluğu yakalamak çok kolay elde edilen bir sonuç değildir. Mutlu olmak yolunda temel ilkeleri bilmek gerekir. Aklen mutluluğun temel ilkelerinin doğruluğunu kabul edersek, bitmeyen mutluluğu yakalamak daha kolay olacaktır.

Vicdansızlarda mutlu olabilir. Bazen bizim istediğimiz, mutlu olma yolu bir başkasına mutsuzluk verebilir. Bizim mutluluğumuz başkalarının mutluluğu olmamalıdır. Kendisinin mutlu olması için başkalarının mutluluğuna razı olan kişi sağlıklı veya vicdanlı bir insan psikolojisine sahip midir? Binlerce masum insanı öldüren bir katil yaptığı işin çok iyi olduğunu düşünerek büyük bir mutluluk yaşayabilir. Bu vicdansızlık, vicdansıza mutluluk verebilir. Vicdanlı insanlar, vicdansız insanlar ile mücadele etmedikçe, bir gün bir vicdansızın mutlu olması için mutluluğundan vazgeçmek zorunda kalacaktır.

Mutluluk bazen gözyaşı ile gelebilir.Kendi özgür iradesi ile acıklı bir aşk hikayesinin anlatıldığı filmi seyreden insan, gözlerinin ıslaklığını silerken pekalada mutlu olabilir. Gözyaşı ve mutluluk duygusu bir arada olabilmektedir. Bazen çetrefilli sorunların içinde olan insan, kahkahalarla gülebilir. Hapis hayatında iradeleri kısıtlanan insanlarda gülebiliyorlar. Ancak bu gülmeler gerçekte onların mutlu olduğunu göstermemektedir.

Aklın doğru bulduğu bir çok durumda insan mutlu olmayabiliyor. En basit şekilde örneklendirirsek, bir arkadaşımıza ısmarladığımız yemek, bütçemizden verdiğimiz kayıptır. Aslında zarar uğramışızdır. Ama biz cömert biri isek, bütçemizden kayba uğrayarak bir şeyler ısmarlamak bizi mutlu edecektir. Genel olarak tüm fedakarlıkları bu duruma örnek verebiliriz.

Mutluluk anlayışı toplumdan topluma da değişmektedir. Hatta aynı toplum içindeki insandan insana da mutluluk anlayışı değişmektedir. Fakat tüm farklılıklara rağmen tüm insanların mutsuz olduğu ve tüm insanları mutlu eden ortak mutluluk değerleri de olmalıdır. Çocukların ölümü tüm toplumlarda insanları üzer. Her yeni doğum tüm toplumlarda iyi olarak karşılanır. Hastalıktan sonra sağlığına kavuşmak her insan için mutluluk vericidir. Her insan için açlık çekmek üzüntü vericidir. Yada barınacak bir evinin olmaması…

Öyle ise, mutluluk veren olayları iki kısımda değerlendirebiliriz. Birinci olarak İnsanın doğuştan gelen özellikleri nedeni ile mutluluk duyduğu yada üzüntü duyduğu durumlar. İkinci olarak eğitilerek edindiği özellikleri dolayısıyla mutluluk duyduğu veya üzüntü duyduğu durumlar. İnsan olmaktan kaynaklanan mutluluklar ve üzüntüler, almış olduğu ahlaki eğitimlerden kaynaklanan mutluluklar ve üzüntüler de diyebiliriz. Mutluluk sebepleri insanın yaşına göre de değişir. Çünki insanın inançları ve ahlaki değerleri, biyolojik özellikler yaşa bağlı olarak değişmektedir.

En büyük mutsuzluk kaynağı ise ölümdür. Ölümlü olmak insanı en çok mutsuz eden durumdur. Bu neden insan yaşlandıkça ölüm daha çok hatırlar ve daha çok mutsuz olur. Hele yaşlanıp da bedeninin eski kuvvetini kaybetmesi insana daha çok ölümü hatırlatır. Gerçek cesaret ölüm tehlikesi karşısında korkuya kapılmamaktır. Ölüm korkusu insanı mutsuz eder. Ölüm insanın bütün hayallerinin bittiği andır. Ölüm gençlere uzak yaşlıya yakın gözükse de, her insana ölüm her zaman çok yakındır. Ölüm karşısındaki tutumunuz bütün hayatınızı etkiler. Ölüm karşısındaki tutum kişiden kişiye değişir. Az da olsa ölümü isteyenler vardır, ancak genel olarak insanlar ölümü sevmezler. Ama ölüm mutlaka bizi bulacaktır. Bir insana ne kadar yaşama arzusu (yaşama tutunma, yaşama hırsı) aşılarsanız aşılayın öleceği gerçeğini unutturamazsınız. Ölümü anlamadan hayatı anlayamayız. İnsan ölümünü iyice kavramadan hayatı anlayamaz. Yani ölüm hakkında içimizde oluşan inanç ve duyguyu tam olarak bir aşamaya getirip ölüm karşısındaki korkularımızı atamaz isek tam olarak mutlu bir hayat süremeyiz.

Mutlu yaşamak için ölüm sonrasında ne olacağını anlamamız gerekiyor. Eğer ölüm sonrası hakkında net bir inancımız yok ise daima tedirgin oluruz. Eğer kesin olarak ölüm bir yok oluş ve hiç bir şeyi bilmemek ise ölüm olduğunda biz yok olmuş olacağız demektir. Yok olunca insan zaten hiçbir şey hissetmeyecek, dolayısıyla yok olmaktan dolayı bir acımızda olmayacaktık. Ölümden sonra hiçbir hayatın olmadığını kabul etmek ölümden sonra hiçbir acının da olmayacağını da kabul etmek demektir. Tıpkı doğmadan önce yaşadıklarımızla ilgili hiçbir şey bilmediğimiz halde yaşamadıklarımız için üzüntü duymamamız gibi…. Ölümden sonra hiçbir hayat yok ise insanın mutluluk değerleri değişir. Ancak ölümden sonra bir hayat varsa insanın daha farklı bir hayat yolu çizmesi gerekecektir. Yani ölümden sonra bir hayatın olduğuna inanan bir insan ile ölümden sonra bir hayatın olduğuna inanmayan bir insanın mutlu olma yolları farklı olacaktır. Eğer iki insanın mutlu olma felsefesi aynı ise inançlarında bir yakınlaşma ya da inanma derecelerinde bir zayıflık var demektir.

Ölümden sonra bir hayatın olmadığına inanan bir insanda da zaman, zaman acaba doğru mu düşünüyorum diye şüpheleri olur? Bu durum ölümden sonra bir hayatın olmadığına dair inancının sağlam olmadığını gösterir. Ölümden sonra bir hayatın olmadığı düşüncesine inanç demeliyiz. Çünki ölüm sonrası hayatın ölmediği hususu bilimsel bir bilgi değildir. Ölümden sonra bir hayatın olduğuna dair inanç da bilimsel bir bilgi değildir. Ölüm sonrası hayat yani ahret hayatı deneylenemez bir bilgidir. Yokluğunu da bilimsel bir deney ile ispat edemeyiz varlığını da bilimsel bir deney ile ispat edemeyiz. Laboratuar da varlığı ve yoklu ispat edilemez olan ahret hayatı bilimin değil inancın konusudur. Yani ateistler de inanç sahibidir, dindarlarda inanç sahibidir. Biri (ateistler) yokluğuna inanır, diğeri (dindarlar) varlığına inanır. Ölümden sonra bir hayatın varlığına olan inanç, insanın mutluluk felsefesinin büyük bir kısmını etkiler.

Cevabını aramamız gereken asıl soru, ölümden sonrasına olan inancımız hayatımızın ne kadarını etkiliyor. Yani biz ölüm sonrası bir hayatın varlığına veya yokluğuna ne kadar kuvvetli derecede inanıyoruz. En çok insana mutsuzluk veren durum ise iki inancın arasında kalmaktır. Ölüm sonrası bir hayatın varlığına veya yokluğuna olan inancımız net değil ise, bu konu da kesin bir karara varamamış isek, işte bu ruh hali kötülerin en kötüsüdür. Ne varlığına inanıyoruz, nede yokluğuna inanıyoruz. Şüphe içinde gidip gelen bir hayıtın içinde mutlu olamaz insan... Kararsızlık insanı en çok mutsuz eden ruh halidir. Bu durumda insan deyim yerinde ise yere göğe sığamaz. İnanç zayıflığı içini kemirir. İnanan insan gibi davransa bir çok zevkten mahrum kalması gerekmektedir. İnanmayan insan gibi yapsa, sonunda mutlak yokluğun olduğu bir hayatta insan ne kadar uzun plan yapabilir ki….

Ölüm sonrası hayatın varlığı bütün insanların çözmesi gerek en önemli sorudur.