Musul’da bir dar ağacı !

Batılıların Ortadoğu’daki “Demokrasi” kavramı yüzyıllar boyu süregelen bölgesel savaşlarla ve bu savaşlarda ölen Milyonlarca siville birlikte tamamen anlamını yitirdi. Böylelikle Batı’nın Ortadoğu’daki tek varoluş maskesi de düşmüş oldu.

21.yüzyıl böyle bir boşluğu kaldıramayacak kadar emperyalist olduğundan, kitlelerin idareyi mevcudiyetlerindeki stabilizasyonun, reformlarının ve sınır çizgilerinin hakimiyetini sağlamak adına yeni kavramlar geliştirilmeye başlandı.

Kitleleri doğrudan etkileyecek, Şark’tan geçip Garp’a ilerleyecek, Şimal’den milyonlarca insanı bir amaç uğruna Cenup’a sürükleyecek bir kavram!

Peki oluşturulan yapay kavramlarla alınan kısa süreli galibiyetler, batılı devletleri tatmin etmekte yeterli oluyor muydu?

Eğer olsaydı; bu gün Ortadoğu’da DAEŞ’ adında bir örgüt, İran’ın Amerika ile yarışan Ortadoğu merkezli emperyalist dış politikası, Barzani’nin İsrail garantörlüğünde bir Kürt Devleti kurma hayali, PYD Terör Örgütünün de arkasında bariz bir Amerika desteği olmazdı.

Yapay kavramların uzun vadede hiçbir anlam ifade etmediğini tecrübe eden batılılar, Yeni kavram üretmek yerine, Doğunun mezhep faktörünü stratejilerinin temeline aldılar.

Bu gün sahadaki Vekâlet savaşlarının iki zıt kutbu olarak, Sözde Şii Rusya ile sözde Sünni Amerika’yı görüyoruz. Yerelde ise tüm mezhepleri ve düşünceleri kapsayıcı bir rol üstlense de Sünni Türkiye ve ABD dış politikasına endeksli Vehhabî Suudi Arabistan faktörüyle karşılaşıyoruz.

Her ne kadar yerelde Sözde Sünni Amerika ve Sözde Şii Rusya kavramlarının eğretilikten öteye geçmediğini görsek de, Tarihsel köklere sahip mezhep savunucularından İran ve Türkiye’nin temsiliyetleri tartışmasız herkesçe kabul görmüştür.


Arap Milliyetçiliğiyle kapalı bir yapı teşekkül eden Arap Dünyası, Yakın tarih boyunca üst düzey milliyetçilik kriterleri sebebiyle, Müslüman ama kendi milletinden olmayanlara karşı yoğun bir önyargı besledi. Türkiye’nin Filistin politikası ve son tahlilde Suriyeli muhaliflerle yürüttüğü açık kart dış politika hamleleri sayesinde bu önyargılar ve Arap milliyetçiliğiyle örülen duvarlar bir nebzede olsa yıkıldı.

Öyle ki İngiliz düşünce kuruluşu Chatham House’ın Türkiye uzmanlarından Fadi Hakura, “Önemli olanın Türkiye’nin izlediği politikanın Sünni eğilimli olması değil, Sünni eğilimli olarak görülüp görülmemesi, başka bir ifadeyle de ”bu yöndeki algılar” olduğunu söylüyor. Hakura; “Araplar ve İranlılar arasında Türkiye’yi Sünni eğilimli olarak algılayanların sayısının çoğaldığına dair göstergeler artıyor.” ifadelerinde bulundu.

MİLLİYETÇİLİK DİNİN’DE MEZHEBİN’DE ÖNÜNE GEÇTİ

Düne kadar Şîrvanî, Dolamerî, Mizorî, Berojî, Nizarî, Gerdî, Herkî ve Binecî aşiretlerinin birleştiği Barzan aşireti potansiyel anlamda Türkiye’nin ittifak içerisinde olduğu bölgesel bir güçtü. Türkiye birçok konuda Barzani yönetimine imtiyazlar tanımış olmasına rağmen, IKYB’nin yüzünü İsrail’e çevirip, verdiği tüm sözleri bozması, açıkçası beni fazla şaşırtmamıştır.

Çünkü bu ilk değildir. Kuzey Irak bölgesinde Nakşibendîlik tarikatı oldukça yaygındır. Günümüzdeki en güçlü Nakşibendî aileleri ve şeyhleri Barzani ailesi içerisindedir. Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyen Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’nin ağabeyi Şeyh Abdüsselam, Nakşibendîliğin yayılmasını sağlayan Kürt kökenli Nakşibendî tarikatı lideri Mevlana Halid’in mürididir. Mevlana Halid’in Halidiye yolu Irak’ın kuzeyinden bütün Orta Doğu’ya yayılmış, Kürt İslamcılığının Nakşibendî kolu İstanbul’a ulaşmıştır. Barzani ailesinden çıkan Nakşibendî-Halidi şeyhlerin hepsi kendilerini Mehdi ilan etmişlerdir.

İsrail’in vesvesesinden bir an olsun ayrılmayan Barzani ailesine ait Nakşibendî-Halidi şeyhleri, her fırsatta Kürt müritlerine bağımsız Kürdistan fikrini empoze etmekteydiler. Nitekim Osmanlı döneminde Mesut Barzani’nin amcası Abdüsselam Barzani “Bağımsız Kürdistan Devleti”ni kurmak için Osmanlı’ya karşı ikinci kez silahlı isyana teşebbüs edince 1914’te Musul meydanında idam edilmiştir.

Bu gün aynı sahneyi gözümün önüne getirdiğimde ben pek şaşırmıyorum. “Bağımsız Kürdistan” adı altında bir devlet kurmayı, sanki İslam’ın bir şartıymış gibi empoze edenler, bu gün garantörleri olan İsrail devletinin hangi şartlar karşılığında kendilerini desteklediklerini dahi bilmemektedir.