Son bir yazıyla Karaman dosyasını kapatalım: Karaman kendini müctehid kabul etmekte, hatta sadece kendini değil, doktora yapan herkesin de müctehid olduğunu iddia etmektedir.

Son bir yazıyla Karaman dosyasını kapatalım:

Karaman kendini müctehid kabul etmekte, hatta sadece kendini değil, doktora yapan herkesin de müctehid olduğunu iddia etmektedir.

Bir TV programında sunucunun kendisine sorduğu 'Efendim şimdi soracağımız sorulara bir müctehid olarak mı cevap vereceksiniz?' şeklindeki soruya 'Evet' diye cevap verdiği için haksız eleştirilere maruz kaldığını söyledikten sonra şöyle devam ediyor:

'Bu suç mu, günah mı, ayıp mı? Benim için başkaları 'o müctehiddir' diyorlar. Ben de dinî meseleleri (daha ziyade yeni meseleleri) taklit metoduyla değil, delillere bakarak çözmeye çalışıyorum. Bu arada büyük müctehidlere ve ilim adamlarına saygım tam olup onlardan da istifade ediyorum…' [1]

I- İCTİHAD VE MÜCTEHİDLİK HAKKINDA KISA BİR MALUMAT

1- İctihad Kapısı Açıktır, Ama…

Burada ictihad ve müctehidlik hakkında -mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışarak- şu açıklamayı zaruri görüyoruz:

İslam hukuku kıyamete kadar olacak olaylar karşısında mutlaka sözünü söyler ve çözüm getirir. Bu sebeple hükmen ve ilmen ictihad kapısı açıktır. Ama fiilen ve keyfiyet olarak, ortada müctehidlik vasfı taşıyan kimse yoktur. Zira günümüzde bir müctehid olarak yetişmenin eğitimi ve altyapısı mevcut değildir.

Ortam ve şartlar müsait olsa bile, İslam'ın kaynaklarından hüküm çıkarma işi, ancak ilimde ruhsat sahibi alimlerin, özellikle de müctehidlerin işidir. Kaldı ki ilimde ruhsat sahibi pek çok alim de, mutlak müctehid olan bir mezhep imamına tabi olmuştur.

Ehliyetli müctehidlerden birine tabi olan, onun fetvalarıyla amel eden bir Müslüman her hususta isabet eder. Dolayısıyla istikamet üzere olur.

Bu yolu tercih etmeyenler lisan-ı halleriyle 'Biz de müctehidiz, dinin kaynaklarından biz de hüküm çıkarabiliriz' demek istiyorlar. Bu ne kadar da mesnetsiz bir tavırdır. Bu tavrı takınanlar hem kendilerini, hem de kendilerine uyanları helake sürüklüyorlar.

2- İctihada Ehliyetli Olmayanların Bir Müctehide Tabi Olma Mecburiyeti

Halbuki bir müctehide / mezhebe tabi olmak, en yüksek derecedeki alimlerin bile vazgeçmedikleri bir mecburiyettir.

Nasıl ki her mesleğin ehli varsa, dinde de dinin kaynaklarından hüküm çıkarmaya ehliyetli müctehidler vardır.

İslam'da müctehidler, tabiri caizse ümmetin hastalıklarına ilaç hazırlayan gerçek doktor ve eczacılar gibidir. Bir kimsenin, işinde ehil bir eczacının verdiği ilaçları kabul etmeyerek, kendisinin ilaç üretmeye kalkması nasıl abes ve bir o kadar da beyhude bir gayret ise, aynen bunun gibi, meseleleri çözen fetvalar ortada dururken yeniden ictihad etmeye kalkmak da ancak akılsızlık ve boşuna yorulmakla izah edilebilir. Tabi ki bundan netice de alınamaz.

Mezhep imamı olan mutlak müctehidler ya da mezhepte müctehid olanlar sıradan insanlar olmayıp, belli ölçüde İslam'ın her sahasında yetkili ve ehliyetli mümtaz şahsiyetlerdir. Onların Kur'an ve Sünnet'e ve daha geniş çerçevede edille-yi şeriyyeye hakimiyetleri o kadar güçlüdür ki, verdikleri fetvalarda İslam'ın hiçbir ilkesine ters düşmezler. Dolayısıyla bu zatlarda itikadî ihlal söz konusu değildir.

Akaid ve fıkıh kitaplarında bir müctehidin yirmiden fazla ilim bilmesi gerektiği vurgulanır. Bu yetmez, bir de keşif, basiret ve feraseti ifade eden 'ilm-i vehbî' şartı koşulur. Yani bir müctehidin 'çok bilgili' olması yanında, bu manevi ehliyet de büyük önem taşır.

Nitekim İslam büyüklerinin terceme-i halini anlatan eserlerde müctehidlerin sadece fıkıh bilgisine değil, aynı zamanda takva ve azimete de sahip oldukları, zahidlikte zirveye ulaştıkları anlatılır. Diyebiliriz ki müctehidlerin her biri aynı zamanda belli seviyede birer mürşid-i kamil ve de Allah dostudur.

Kendisi 'Hüccetü'l İslam' unvanının sahibi olduğu halde, İmam Gazali İhya'da bu mezhep imamlarından sitayişle bahsetmekte ve onların zühd ve takvasını uzun uzun anlatmaktadır.

İslam'ın hemen bütün ilim dallarında otorite olduğu bilinen bu zatın, fıkıhta İmam Şafiî'nin mezhebine mensup olduğunu da hatırlatmak isteriz.

Onun (Gazali'nin), beşinci asrın müceddidi olduğu halde, kendini ictihad etmeye yetkili görmeyip, bir mezhep imamına tabi olması, biz ahirzaman mü'minleri için çok mühim bir mesajdır.

O (Gazali), bir müctehide tabi olmanın zaruret ve ehemmiyetini şu sözleriyle anlatır:

'Müctehid olmayanın, bir mezhep imamına tabi olması gerekmektedir. Mukallidin, yani Kur'an'dan ve hadislerden hüküm çıkarma gücü olmayanların, taklit ettiği ve uyduğu mezhep imamının sözü dışına çıkması caiz değildir. Çıkar diyen kimse de yoktur. Her yönden ona uyması gerekmektedir. Uyduğu mezhep imamına muhalefeti çirkin bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkardır.' (İhya c: 2, s: 803.)

'Bu asırda yaşayanlar içinde müctehid yoktur. Müctehid olmayanlar da, kendilerine sorulan meseleye, ancak bağlı bulundukları mezhep imamından naklederek cevap verirler. Mezhep imamının ictihadını terk etmesi caiz değildir.' (İhya c: 1, s: 113.)

Bu izahta dikkat çeken bir husus var ki o da, Gazali'nin hicrî beşinci (miladî on birinci) asırda 'Bu dönemde müctehid yok' demesidir. Dokuz asırdan fazla bir zaman önce müctehid yok denirken, bugün bazı şahısların müctehidliğe soyunmaları nasıl da bir haddini bilmezlik ve trajikomik bir haldir.

3- Yeni Çıkan Meselelere Yaklaşım Tarzı Nasıl Olmalı?

Şöyle diyebilirler: 'Biz yeni çıkan meseleler için fetva üretiyoruz.' O zaman onlara denir ki, bu tür çalışmalar ancak sistemleşmiş İslam hukukunun metodları ve geçmiş müctehidlerin rehberlikleri ve ortaya koydukları müktesebat esas alınarak yapılabilir. Bugün ictihad şartlarını taşıyan kimseler olmadığına göre, yeni çıkan fıkhî sorunları çözüme kavuşturmak icap ettiğinde 'müctehid' değil ama 'uzman' denebilecek fıkıhçılar, heyetler halinde bir araya gelip, Fıkıh ve Fıkıh Usulü ilimlerinin ölçülerine sadık kalarak fetvalar verebilirler. Bunun önünde bir engel yoktur. Ama bugün yapılan bu değildir.

İctihad ehliyeti taşımayan kimseler, ictihad adı altında Akaid ve Fıkıh kurallarını ihlal ediyorlar. Açıkça söylemeseler de ulemanın ortaya koyduğu müktesebatı yok sayıyorlar.

Onların yaklaşımlarında Kur'an, Sünnet ve İcma'ın esas alınmadığı, salt akılla hareket edildiği açıktır.

Hem dini tahrif etmek hem de buna 'ictihad', 'dini ihya' gibi kılıflar uydurmak çok büyük bir tehlikedir.

Hayrettin Karaman'ın temel yanlışı, özellikle Akaid ve Fıkıh konularında Ehl-i Sünnet'in temel kaynaklarını ve tarih boyunca ortaya konan müktesebatı kendi görüşlerini destekler mahiyette ise dillendirmesi, işine gelmediği durumlarda da yok sayması ve 'çağdaş' denen dünyayı merkeze alarak hareket etmesidir. Bunun en ibretli örneği de Kur'an Yolu Tefsiridir. O, gerek bu Kur'an Yolu'nda gerekse de kendi kitap ve yazılarında, bir kısmından önceki yazılarımızda bahsettiğimiz bazı reformist tahrifatçıları örnek almış, onların kitaplarını tercüme etmiş; muharref dinlerin müntesiplerinin de kurtulacakları intibaı veren görüşler ortaya koymuştur.

II- İCTİHADIN ŞARTLARI VE MÜCTEHİDİN VASIFLARI

Gelin, söz konusu bu şart ve vasıfları H. Karaman'dan dinleyelim:

1- H. Karaman'ın Kitabından İctihadın Şartları ve Müctehidin Vasıfları

Kaynak: 'İslam Hukukunda İctihad'

Yazan: Hayrettin Karaman

Sayfa: 175. Konu başlığı: 'İctihad Ehliyeti'

Kitapta İmam Şafiî'den naklen şöyle alıntı yapılıyor:

'Kıyas için gerekli aleti elde eden kimseden başkası kıyas ve ictihad yapamaz. Bu da;

a- Allah'ın Kitabının hükümlerini, farzını, edebini, nasihini, mensuhunu, ammını, hassını ve irşadını bilmektir. Kitabın tevile muhtemel olanına Resulüllah'ın sünnetiyle, sünnet bulamazsa Müslümanların icmaı ile icma da olmazsa kıyas ile istidlal eder.

b- Kendisinden önce geçmiş bulunan sünnetleri,

c- Selefin sözlerini,

d- İnsanların icma ve ihtilafını,

e- Arap dilini bilmeyen kimsenin kıyas ve ictihad hakkı yoktur.

f- Bir kimse aklı sağlam olmadıkça, şüpheli - benzer olanları birbirinden ayıramadıkça aceleden sakınarak iyice tahkik etmedikçe kıyas yapmamalıdır...'

Hayrettin Karaman bu alıntıdan sonra daha başka imamların da ictihadın şartları hakkındaki fikirlerini serdediyor, İmam Gazali'nin 'ictihad ve fetvanın kabulü için iyi niyet ve ahlakı da şart koştuğunu' beyan ediyor.

2- Bu Şart ve Vasıflarla Karaman'ın Durumunun Değerlendirilmesi

Şimdi verilen bu bilgiler ışığında, H. Karaman'ın eylem ve söylemlerine dair kısa bir değerlendirme yapalım:

- 'a' maddesinde 'Allah'ın Kitabının hükümlerini bilmek' şartı koşuluyor.

Soruyoruz kendisine:

Bakara: 62. Ayeti bağlamından çıkararak, altı iman şartını ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) için ikiye indiren siz değil misiniz?

Bu ayeti -geçmiş ulemanın yaptığı gibi- siyak ve sibakı içinde, nüzul sebebini ve konuyla ilgili diğer bütün ayetlerin oluşturduğu kaplam alanını dikkate alarak değerlendirmeniz gerekmez miydi? On dört asır boyunca yazılan muteber tefsirlerin yaklaşımından uzaklaşarak, sadece akıl yürütmeyle Kuran tefsiri yapmak nerede görülmüş?

Dahası, başkanlığınızda yazılan Kuran Yolu adlı sözde tefsirde, 'ayetin ayeti tefsiri', 'sünnet ve hadislerin ayeti tefsiri' gibi metodlara başvurulması gerekirken, ehl-i kitapla ilgili neredeyse hemen her ayette muharref Tevrat ve İncil'e atıfta bulunuluyor, bunlardan sözüm ona 'delil' getiriliyor.

Siz, saydığınız maddelerin ilkindeki şartı taşımadan, Kuran hükümleri karşısındaki bu tavrınızla nasıl 'müctehid' olabiliyorsunuz?

- 'b' maddesinde selefin sözlerini bilmenin ictihadın şartlarından olduğu belirtiliyor. Peki, sizin Kuran Yolu Tefsirinizde selefin sözlerine ne kadar müracaat edilmiş? 'Tefsirimizde selefin sözlerine yer verilmiştir' diyebilirsiniz. Biz de deriz ki, adeta dinlerarası diyalogu meşrulaştırmak için hazırlanmış bu kitapta, bu yöndeki alıntılara, ancak dinlerarası diyalog mesajına zarar vermediği sürece yer verilmiştir. Yani geçmiş ulemanın sözlerine sadece kendi görüşünüzle paralel olduğu sürece itibar etmiş oluyorsunuz.

Tercihinizin bu yönde olduğunu, yazımızın girişinde yer verdiğimiz şu cümlenizden de anlıyoruz:

'…Bu arada büyük müctehidlere ve ilim adamlarına saygım tam olup onlardan da istifade ediyorum.'

Halbuki saygı duymak ve kendilerinden istifade etmekten öte yapılması gereken, onların izinden gitmek, onların metod ve yaklaşımlarını benimsemek, onların çizdiği çerçeve içinde kalmaktır. İşinize geleni alıp gelmeyeni yok saymak 'istifade etmek' olmaz; belki de istifade etmek görüntüsü altında 'malzeme edinmek' olur.

Dolayısıyla siz ictihad edebilmek için gereken bu şartı da taşımıyorsunuz.

- 'f' maddesinde ictihad için 'aklın sağlam olması' şartı koşuluyor. Aklın sağlam olması / akl-ı selim olmak, ancak vahiyle bütünleşmekle mümkündür.

Peki, yıllarca katıldığınız Abant Toplantılarının ilkinde (1998'de), 'Akılla vahiy çatıştığında akıl tercih edilir' anlamına gelen kararların altına imza atarken, bu Sonuç Bildirgesini kaleme alanların akıllarının 'sağlam / selim' değil, bilakis 'hevalarının elinde mahkûm' birer akıl olduğunu 'akletmenizin' önündeki engel neydi? Sağlam akıl, vahye teslim olan akıldır. Kontrolsüz aklı vahye tercih eden bu tutumunuzla siz nasıl müctehid olabiliyorsunuz?

- Bu kitabınızda ictihadın şartlarını İmam Şafiî'den nakille vermişsiniz. İmam Şafiî bir mezhep imamı ve mutlak müctehiddir. Peki, Reşid Rıza'nın 'mezheplerin birliği' adı altında mezhepsizliği propaganda eden Muhaveratü'l-muslih ve'l-mukallid adlı kitabını Türkçeye tercüme eden de siz değil misiniz?

Bu tavrınız zımnen 'İmam Şafiî öyle düşünüyor olabilir, ama biz kendi bildiğimizi okuruz' anlamına gelmiyor mu?

3- H. Karaman'ın Reformist ve Tahrifatçıların Görüşlerini 'İctihad' Diye Takdim Etmesi

Kıymetli okuyucularım,

Şimdi de size Karaman'ın ictihad meselesine nasıl baktığını tüm açıklığıyla ortaya koyan bir yazısından bahsetmek istiyorum.

Yazının adı 'İslam Dünyasında Yeni İctihad Teşebbüsleri'

Aynı zamanda 'İslam'ın Işığında Günün Meseleleri' adlı kitabının içinde yer alan bu yazıya makalenin sonunda vereceğimiz linkten ulaşabilirsiniz.[2]

Karaman bu yazıda,

- İlmî gücü olanların ictihad yapmaları, yani bir müctehide / mezhebe bağlılığı terk etmeleri gerektiğini söylüyor. Dahası avam denebilecek bütün Müslümanları da müctehidliğe teşvik ediyor.

- Bizim kendilerinden 'reformist' diye bahsettiğimiz bütün yerli tahrifatçıları (C. Efganî, M. Abduh, R. Rıza, M. Abdulvevvab vs.) adeta 'taklitle savaşan birer kahraman' gibi takdim ediyor ki buradaki 'taklid'in 'bir mezhebe bağlılık' anlamında kullanıldığını özellikle hatırlatmak isteriz. Ve bu tahrifatçıların bütün görüşlerinden 'ictihad' kendilerinden de 'ıslahatçı' ve 'müceddid' diye bahsediyor.

- C. Efgani'nin birçok İslam ülkesinde 'mektep kişi (!)' olarak tanındığını söylüyor. Halbuki Efgani, aslen İranlı bir Şii olup, batının İslam ülkelerindeki önde gelen ajanlarından biridir. Merhum Ahmed Davudoğlu'nun da belgesini sunduğu gibi masondur. Kendisi gibi mason olan M. Abduh ve R. Rıza'yla birlikte İslam dünyasında reformu yerleştirmek için canla başla çalışmışlardır. Bu yüzden bunlara 'Üç Sarıklı Şövalye' denmiştir.

Efgani, Sultan II. Abdülhamid tarafından İstanbul'a çağrılınca aceleyle bir çantasını İran'da unutur. Önemli bir şey varsa arkasından ulaştırmak maksadıyla, iyi niyetle bu çantayı açıp bakanlar Efgani tarafından M. Abduh'a yazılmış bir mektup bulurlar. Mektuptaki bir cümle şöyledir: 'Bu dinin boynunu yine dinin kendi kılıcıyla vuracağız!'

Evet Karaman, yazısında bu şahsı (C. Efgani'yi) ictihad yapan, ıslahat yapan bir müceddid olarak tanıtıyor!

- Keza M. Abduh'un Mısır müftüsüyken Ezher'de giriştiği ıslahat (gerçekte reform) hareketlerini 'taklidin yerine ictihadı tercih etmek' şeklinde yorumluyor.

- Üç Sarıklı Şövalye'den üçüncüsü olan Reşid Rıza'nın, Türkçeye kendisinin tercüme ettiği Muhaveratü'l-muslih ve'l-mukallid adlı kitabında 'taklidi (bir mezhebe bağlılığı) mahkûm ve ictihad hareketini teşvik' ettiğini söylüyor.

- Karaman'a göre Ankara İlahiyat, diğer ilahiyatlar, Ensar Vakfı ve İslamî İlimler Araştırma Vakfı bünyesinde yapılan çalışmalar da 'ictihad mahsulü tezler' imiş!

- Karaman yazısını bitirirken 'Bugün İslam'ı anlama ve uygulama konusuna ictihad metodu ile yaklaşan ferd ve kuruluşların listesi, sayfalara değil kitaplara sığmaz ölçüye ulaşmıştır' diyerek, bu durumdan duyduğu memnuniyeti dile getiriyor ve 'manevi cihad' tanımlamasını yaptığı bu çalışmaların hayırlara vesile olması temennisinde bulunuyor.

İşte Karaman'ın ictihad ve müctehidlikten ne anladığı 'İslam Dünyasında Yeni İctihad Teşebbüsleri' adlı bu yazıda açıkça ortaya çıkmaktadır.

Kendini, hatta doktora yapan bütün akademisyenleri müctehid saydığını da hatırlatarak soralım:

Eğer müctehidlik bu kadar kolay ve ucuz ise, İmam Şafiî'den aldığınız şartların ne manası kalıyor?

Bu yaman bir çelişki değil midir? Yaptığınız, ictihad ve müctehidlik kavramlarını sulandırmak anlamına gelmiyor mu?

Keza Gazali'den getirdiğiniz şartlarda da 'iyi niyet' ve 'ahlaklı olma'yı zikrediyorsunuz.

İyi niyet ve ahlak, her şeyden önce ölçüyü, sınırı ve haddi aşmamayı gerektirmiyor mu?

Müctehid olan kişi, edille-yi şeriyyeyi esas alır, bu ölçülerden kıl payı şaşmaz.

Sizin 'müctehid' diye tanıttıklarınızın birçoğu ise bu ölçüleri hiçe sayan, İslam'ı reforme etmeye teşebbüs eden şahıslardır. Batılı oryantalistlerin yerli işbirlikçileridir.

Dini tahrif eden şahısların görüşlerini 'ictihad' adıyla takdim etmek hangi iyi niyetle bağdaşır?

Karaman, ictihadın zaruretinden bahsederken 'çağın şartları' diye bir türkü de tutturmuş, dilinden hiç düşürmüyor. Halbuki dini çağın şartlarına uydurmaya çalışmak, ilahî nizam olan dine beşerî bir müdahaledir. Bu hususun altını önemle çiziyoruz.

Gazali'nin 'Bu dönemde müctehid yok' demesinden dokuz asır sonra Karaman'ın adeta her Müslümanı müctehidliğe teşvik etmesi hiç gerçekçi değildir; hiç ilmî değildir; iyi niyetle de açıklanamaz.

Tam da bu noktada okuyucularımıza 12 Ağustos 2021 tarihli 'İslam Müctehidlerinin Tabakaları' adlı yazımızı müsait oldukları bir vakitte tekrar okumalarını tavsiye ederiz ki, o yazıda bir müctehide / mezhebe bağlı olmanın önemine dair, büyük alimlerden çok ibretlik örnekler takdim etmiş idik.[3]

Burada sadece birini hatırlatalım:

Mesela dokuzuncu asrın en büyük Hanefi fıkıhçılarından İbn Abidin'in -ki her cildi bin sayfaya yakın, altı ciltlik 'Reddü'l Muhtar' adlı meşhur bir eserin sahibidir- ictihad yetkisi yoktur ve bu sebeple fıkhî meselelerde İmam Azam'ı taklit etmiş ve ona tabi olmuştur.

Bu iş bu kadar ciddi iken, Karaman'ın meseleyi böyle ayağa düşürecek tarzda büyük çelişki ve yanlışları anlaşılır gibi değildir.

Kullandığımız bu 'ayağa düşürmek' tabirinin ne kadar da yerinde olduğu, yine ona ait olan şu cümlelerden daha iyi anlaşılacaktır:

'Bence ne lazım; Arapça bilmek, yeterince kitap, sünnet, siyer bilgisine ihtiyaç vardır. Usul bilmemiz lazım o kadar. Müctehid olursunuz.' (Hayrettin Karaman, İslam'ın Işığında Günümüz Meseleleri, c: 3, s: 539.)

Demek ki neymiş? İmam Şafiîlerden, İmam Gazalilerden yapılan alıntılar, sadece kitaplara bir çeşni katmak içinmiş… 'İmam bildiğini okur' misali, hiçbiri Karaman'ı bağlamıyor anlaşılan…

Buna göre Arapça bilen, biraz Kitap ve Sünnet bilgisi olan herkes müctehiddir ve sadece Türkiye'de binlerce müctehid var demektir.

Maşallah! Müctehidlik yönünden ne kadar da zenginiz!

Heyhat! İlmî seviyenin bu kadar basite alındığı bir zaman görülmüş müdür?

Onun için böyle bir şahsın -müctehidlik bir yana- fetva vermesi bile çok tartışma götürür.

Çünkü fetva verebilmek için akaid ihlali yapmamak ve bahsi geçen konularda derinlemesine bilgi sahibi olmak şarttır.

Halbuki Karaman'a yapılan reddiyeler incelendiğinde onun bu hususlardaki zafiyetleri gayet iyi görülecektir.

Mesela Ebubekir Sifil Hocanın peş peşe yazdığı 23 yazılık serisi[4], Ali Eren Hocanın reddiyeleri[5], keza Hüseyin Avni Hocanın reddiyeleri[6] Karaman'ın bu zafiyet ve çelişkilerini çok geniş bir yelpazeden gözler önüne sermektedir.

NİHAÎ SONUÇ

Buraya kadar yazdıklarımızdan şu sonuçlar çıkıyor:

Karaman, tescilli reformistlerin bozuk görüşlerine 'ictihad' diyor; kendilerine de 'müctehid' payesi veriyor. Keza kendisinin de müctehid olduğunu çekinmeden söyleyebiliyor.

Böylece bu kavramları bilerek veya bilmeyerek tahrif ediyor.

Halbuki Kuran'da ictihad salahiyetini taşıyan ulemaya 'ulû'l- emr' sıfatı verilmektedir. (Bak: Nisa: 83.) Ulû'l - emr ise 'Peygamber varisi' seçkin bir zümreyi ifade eder. Karaman'ın dediği gibi her Müslüman ictihad seviyesine yükselirse ulû'l - emrin 'seçkin bir zümre' olmasının ne manası kalır?

Karaman'ın bu tavrı, tıpkı Hüseyin Atay'ın 'Reform zaten ictihad demektir' sözüne benziyor. Burada hem bu şahıslara hem de okuyucularıma 'kelimeleri tahrif ederek anlamlarından uzaklaştıranlar'dan bahseden Nisa Suresi 46. Ayeti hatırlatmak isterim.

Bugün dinin tahrifi ve reforma sürüklenmesi hususunda gelinen tehlikeli noktada Hayrettin Karaman'ın vebali büyüktür. Bunun farkına vararak ahir ömründe tevbe edip telafi yoluna girmesi kendisine en samimi tavsiyemizdir. Aksi halde ahiretteki hesabının ağır olacağı unutulmamalıdır. Bizden söylemesi.

[1] 'İthamlar ve Gerçekler (3)', 4 Ocak 2015, Yeni Şafak.

Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/ithamlar-ve-gercekler-3-2006979

[2] https://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/0542.htm

[3] https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/islam-muctehidlerinin-tabakalari/641720

[4] Karaman Hocanın 'Var'ları Ve 'Yok'ları (1 -23)

  1. Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://ebubekirsifil.com/okuyucu-sorulari/karaman-hocanin-varlari-ve-yoklari-23/

[5] 'Mason Abduh'u Savunup Ehli Sünnetle Uğraşan Hayrettin Karaman'a'

Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=257

'Karaman Ekibindeki Diyanet'in Tefsirinde Mutaya İzin…'

Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=300

[6] 'Hayrettin Karaman'dan Bir Dîn Tahrîfi Ve Saptırması Daha…'

Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=361

'Hayrettin Karaman'ın Bir İllüzyonu Daha'

Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=482

'Hayızlı Kadının Tavafı Meselesi'

Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=728