“İçlerinden, (Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız. Her türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar…” (En’am: 25.)

'İçlerinden, (Kur'an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız. Her türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar…' (En'am: 25.)

Bu yazımızda da M. İslamoğlu'nun hezeyanlarını cevaplamaya devam ediyoruz.

O, son birkaç yazımızda gündem ettiğimiz videosunda şöyle diyordu:

'Kim imana mucize doğurtmak dururken mucizeye iman doğurtmaya kalkıyorsa (İslam'ın Pavlusudur.)'

Bu şahısla ilgili ilk yazımızda, bu tip adamların hayali sorunlar ihdas edip onları çözme havasına girerek kendilerini kahramanlaştırma taktiklerinden bahsetmiştik.

Bu tespitimiz bu sözde de caridir. İşin arka planını bilmeyen bir dinleyici / okuyucu, bu cümle için 'ne ustalıklı bir cümle' diyebilir. Halbuki hiç de öyle değildir.

Acaba 'imana mucize doğurtmak' ne demektir?

Eğer bundan kasıt 'imanın kemali' ise, bunu herkesin zihninde aynı çağrışımı yapacak ilmî kelimelerle ifade etmek daha isabetli olmaz mıydı? Taklidî imandan tahkikî imana yahut ilme'l yakînden ayne'l ve hakke'l yakîne geçilmesi gibi… Ama düşülen dalalet çukuru o kadar derin ki, bu mübarek kelimeler ona nasip olmaz.

Peki, 'mucizeye iman doğurtmak' ne demektir?

Şüphesiz bu son derece sanatsal (!) üslubuyla tam olarak ne kastettiğini en iyi kendi bilir. Ama sözün bağlamından anlaşılan, dinde 'mucizeye iman' diye bir şey olmadığı, bunun sonradan ihdas edildiği / uydurulduğudur.

Dolayısıyla bu ifadeye İslamî bir ölçünün hakim olmadığı ortadadır.

İşte istikametten sapıp dini tahrif yoluna düşenlerin ibretlik hallerinden bir kare…

Ama buna şaşmamak gerekir. Çünkü bu şahıs 'kadere iman'ın da sonradan uydurulduğunu söyleyebilmektedir.

Ne korkunç bir felaket, ne büyük bir nasipsizlik…

Başka bütün iddiaları bir yana, sadece kaderi ve mucizeyi inkarı bile Kuran'da onlarca ayete ters düşmek demektir. Hani bunlar 'Kurancı'ydı? Bu nasıl Kuran'a bağlılıktır ki bu kadar çok ayetin mesajını yok sayabiliyorlar?

Doğrusu bu çelişkiler anaforunda boğulmakta olanlara nasihat de kar etmez. Bu hezeyanlar ya akıl tutulmasından ya da kalp ve aklın beraber hasta olmasından kaynaklanabilir ancak.

Biz onların bu hezeyanlarını ortaya koyarak, bilmeden onlara kapılan insanları ayıktırmayı, henüz kapılmamış olanları da bu tehlikeden korumayı arzu ediyor ve reformist bir din anlayışı yerleştirmeye çalışanlara karşı, bu dinin Asr-ı Saadet'teki saf ve nezih halini, yani Ehl-i Sünnet itikadını müdafaa vazifemizi yerine getirmeye çalışıyoruz.

I- MUCİZE GÖSTERMEK PEYGAMBERLİĞİN İSPATI İÇİN ŞART VE ELZEMDİR

Mucizeye iman, Amentümüzdeki 'peygamberlere iman'ın olmazsa olmaz şartıdır.

Mucizeye karşı çıkanlar, Hz. Peygamberin (s.a.v.) tek mucizesinin olduğunu, onun da 'Kuran-ı Kerim' olduğunu, Kuran'dan başka mucize olmadığını iddia ediyorlar. Yani peygamberimizden sadır olan hissî mucizeleri (hissî mucize tabiat kanunlarının normal akışının dışında meydana gelen ve insanların duyularına hitap eden mucizelerdir) kabul etmiyorlar. Ve buna gerekçe olarak da şöyle bir fikir seslendiriyorlar:

'Hayatı mucizelerle mi tanzim edeceğiz?'

Bu, son derece saçma bir gerekçedir.

Mucizeler peygamberlerin Allah davasını tebliğe memur elçiler olduğunu ispat için, Allah'ın emriyle ortaya konan burhan, ayet ve delillerdir. Akaid kitaplarında 'Mucize göstermek peygamberler üzerine vaciptir' hükmü yer alır. Mucizeler, peygamberlerin Allah'ın elçisi olduğunu ispatladığı için, onları diğer insanlardan ayıran en temel özelliklerdendir. Bu sebeple mucizeye iman, peygambere iman ve tasdik için şarttır.

Mucizenin peygambere vacip oluşu, diğer insanları ona imana sevk etmek içindir. İnsanlar iman ettikten sonra hayatlarını tanzim etmeleri mucizeye göre değil, peygamberin Allah'tan alıp kendilerine tebliğ ettiği emir ve hükümlere göredir. Yani hiçbir mümin tahrifatçıların iddia ettiği gibi hayatını mucizeye göre tanzim etmiyor. Mucizeyle gelen peygamberin tebliğ ettiklerine göre tanzim ediyor.

Kafir ve müşriklerin, mucizeleri görseler de inanmayacaklarını anlatan bir ayet, mealen şöyledir:

'Eğer kendilerine (başka) bir mucize gelirse, mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: 'Mucizeler ancak Allah katındadır. O mucizeler geldiği vakit de inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?' (En'am: 109.)

Bu ayet-i kerimede gündem edilen mucizelerin hissî mucizeler olduğu açıktır.

Akaid kitaplarında Peygamberliğin iki ana esası olduğu yazar. Bunlardan birincisi vahye mazhar olmak ve bunu tebliğ ederek insanları dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak, ikincisi de peygamberliklerini ispat için mucize göstermektir.

Mesela İmam Pezdevî'nin Ehl-i Sünnet Akaidi adlı kitabında şu ifadeler yer alır:

'Mucizeler peygamberlerin risalet davalarının doğruluğuna bir delildir. Bunlar insan gücünün üzerindeki hadiselerdir. Böylece bilinir ki mucizenin yaratıcısı Allah'tır. Onu, peygamberin davasının doğruluğuna bir delil olarak ortaya kor, yaratır. Her topluluk, millet, peygamberinden doğru olmasının delillerini kendisinden istemiştir. Allah peygamberden istediklerini vermek suretiyle, insanları onu teyide davet etmiştir. Allah, peygambere kavminin istediğini verdiği zaman, bu Allah tarafından peygamberin doğru oluşuna delil olmuştur. Çünkü Allah yalancıyı teyit etmez, doğrulamaz.' [1]

İmam Gazali de el- İktisat fi'l İtikad'ında Pezdevî gibi, mucize göstermenin peygamberin davasını ispat için şart olduğunu beyandan sonra, peygamberliğin mucizeyle ispatının iki yolu olduğunu anlatır:

'Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğinin mucizeyle ispatında iki yol vardır.

Birinci yol, Kuran mucizesini öne sürmektir. Şöyle ki, mucize peygamberin doğruluğunun alameti olarak, meydan okuma şeklinde olan ve halkın karşı gelmekten aciz bulundukları bir fiildir…

Resulllahın Kuran ile meydan okuduğu, inkarı mümkün olmayan bir gerçektir…

Eğer Kuran'a karşı koyabilselerdi mutlaka bilinir ve bize kadar nakil ulaşırdı.

Kuran'ın mucizeliği, lafız ve mana düzgünlüğü yönündendir. Şöyle ki, Kuran'ın fesahati kendine has ayrı bir usule ve ayrı bir nazma dayanıyor. Arabın gerek hitabet, gerek şiir ve gerekse kelamına dair takip ettikleri usule pek benzemiyor.

Kuran'daki bu tertibi, lafız ve mana düzgünlüğünü bir araya getirmek beşer kudretinin üzerindedir…

Kuran'ın fesahatine bütün Araplar şaşıp kalmışlardır. Hiç kimseden Kuran'ın fesahatine dil uzatmaya teşebbüs ettiği nakledilmemiştir. O halde Kuran mucizedir (aciz bırakandır) ve bu iki yönden, yani tertip ve fesahati yönünden insan gücünün üzerindedir.

İkinci yol, kendisine zuhur eden olağanüstü fiillerden bir kısım ile peygamberliğin sabit olmasıdır. Ayın ikiye bölünmesi, dilsizin dile gelmesi, parmaklarının arasından su fışkırması, avucundaki çakıl taşlarının Allah'ı tesbih etmesi, az yemeğin çok kişileri doyurması ve buna benzer olağanüstü fiillerin her biri, onun doğruluğunun birer delilidir.' [2]

İki akaid kitabından aktardığımız bu bilgilerden çıkan sonuç şudur:

Hz. Peygamber (s.a.v.) Allah'tan aldığı vahyi insanlara tebliğ ederken davasını ispat için, Allah'ın emri ve izniyle birçok mucize göstermiştir.

Evet, Kuran mucizedir, Hz. Peygamberin (s.a.v.) en büyük mucizesidir. Ama onun hissî mucizeleri de vardır.

M İslamoğlu'nun mucizeye iman doğurtmak gibi demagojik laflarla tahkir ve inkara yeltendiği şey, işte bu hissî mucizelerdir. Bu mucizeler, peygamberlere iman için burhan, delil ve ayet olarak gösterilen harikulade olaylardır. Mucizelere iman peygamberlere imanın şartı olduğu için, mucizeyi inkar da peygamberlere imanı inkar anlamına gelir. Peygamberlere iman ise altı iman esasından biridir.

Sorarız; Kuran'ı mucize kabul edip diğer mucizeleri inkar etmek nasıl bir garabettir?

II- KURAN'I MUCİZE KABUL ETTİĞİNİ SÖYLEYEN KAFA, KURAN'DA GEÇEN HİSSÎ MUCİZELERİ NASIL İNKÂR EDER?

Kuran'ı mucize yapan ayetlerin içinde önceki peygamberlerin ve Hz. Peygamberin (s.a.v.) hissî mucizelerini anlatan ayetler de vardır. Buradaki korkunç çelişkiyi her akıl sahibi fark eder.

Hz. İbrahim'in (a.s.) Nemrut tarafından ateşe atıldığı halde yanmayarak kurtulması, Hz. Musa'nın (a.s.) elindeki asanın, Firavunun sihirbazlarının yaptıklarını yutan bir ejderha haline girmesi, bu asayı Kızıldeniz'e vurmasıyla denizin yarılması, Hz. İsa'nın (a.s) Allah'ın izniyle ölüleri diriltmesi, hastalara dokunarak onları iyileştirmesi Kuran'da haber verilen hissî mucizelerdendir.

Peygamberimizin Kuran'da geçen ve tevatür derecesine ulaşmış hadislerle de desteklenen iki hissî mucizesi ise İsra ve şakk-ı kamerdir. Ondan bunlar dışında da onlarca hissî mucize sadır olmuşsa da, bu ikisi Kuran'da geçtiği için bunları inkar küfürdür.

Bir kere daha soralım:

Hani M. İslamoğlu ve onun gibiler Kuran'a bakarlardı? Kuran'a bakıp da bu ayetleri görmemek mümkün müdür? Elbette değildir. Bu yüzden de tezlerini çürüten bu ayetlerin manalarını saptırmaktan başka çıkar yol bulamıyorlar. Mesela bu şahsın, ayın yarılmasını anlatan Kamer: 1. Ayeti mucize olmaktan çıkarmak için kıyametin kopuş zamanıyla ilişkilendirerek nasıl saptırdığını biliyoruz.

Onun için bunların Kuran'da samimi olmadıklarını anlamak zor değildir.

Bir akaid ilkesidir ki, Kuran'ın bir ayetine karşı çıkmak veya muhalefet etmekle tamamına karşı çıkmak veya muhalefet etmek arasında bir fark yoktur.

Buna göre bu şahsın inkar ettiği kader konusundaki ayetleri bir düşünelim…

Hz. Âdem'in (a.s.) topraktan yaratıldığıyla ilgili ayetleri de düşünelim…

Peygamberlerin Kuran'da haber verilen, bir kısmını yukarıda zikrettiğimiz hissî mucizelerini de düşünelim…

Bütün bunları toplarsak, bu Kuran'ın önemli bir bölümünü inkar etmek anlamına gelmiyor mu?

Hal böyleyken bu şahıs ve onun gibiler hangi yüzle hala 'Biz Kuran'a bağlıyız, Kuran'ı en iyi biz anlıyoruz…' diyebiliyorlar?

Her halinden samimiyetsizlik okunan ve istikametindeki savrulma buraya kadar ortaya konan delillerle aşikar olan bu şahıstan ve onun gibilerden uzak durup etrafımızı da sakındırmak imanımızın gereği olup şarttır ve zaruridir.

Allah imanımızı muhafaza eylesin. Bizi bu katıu't-tarîk / manevi yol kesicilerin şerrinden korusun.

[1] İmam Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi s: 147; Tercüme: Prof. Şerafeddin Gölcük, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2013.

[2] İmam Gazali, el- İktisat fi'l İtikad / İtikadda Sözün Özü, s: 193 – 196. Tercüme: Ömer Dönmez, Hisar Yayınları, ty.