Aziz dostlar!... Bugün sizlere köşe yazımın “Tarih Penceresi” nde bakacağım  ve  sesleneceğim. Bu köşemde okuduğunuz önceki yazım “Jön Türlerin   İngiliz Sömürgecilik Savaşı Zaferini Kutlamaları 19 Kasım 1899” yazım gibi bu yazımı da fazla  vaktinizi  almamak için, bir ansiklopedik açıklama ve iki dip not hariç  yorumsuz (veya kendi açıklamalarımızla yarı yorumlu)  olarak vereceğim ve yorumlarını sizler yapacaksınız.

TARİHİMİZLE HESAPLAŞMAK BELGELERİ 1

Aziz dostlar!... Bugün sizlere köşe yazımın 'Tarih Penceresi' nde bakacağım ve sesleneceğim. Bu köşemde okuduğunuz önceki yazım 'Jön Türlerin İngiliz Sömürgecilik Savaşı Zaferini Kutlamaları 19 Kasım 1899' yazım gibi bu yazımı da fazla vaktinizi almamak için, bir ansiklopedik açıklama ve iki dip not hariç yorumsuz (veya kendi açıklamalarımızla yarı yorumlu) olarak vereceğim ve yorumlarını sizler yapacaksınız. 'Tarihimizle hesaplaşmak' tan olarak eskiden yazdığımız bu makalemize yeni ilaveli ibret ve dehşet verici belgeleri de ekleyerek siz okuyucularımızın hizmetine sunuyoruz

Kısa Ansiklopedik Bilgiler

Alıntı belgelerimiz yorumsuz olduğu için, olup bitenlerin evveliyatından olarak sizleri 'ansiklopedik bilgi' kabilinden aydınlatmak için şunlardan bahsedeceğim.

Osmanlı Devletinin son yarım yüzyılına ve hatta bunu 29 Ekim 1923'de Cumhuriyetin ilan edildiği güne kadar uzatarak 'Meşrutiyet Dönemi' (23 Aralık 1876 – 29 Ekim 1923 zaman dilimi) diyebiliriz. 19. yüzyılda adına 'Taçlı Demokrasi' denilen 'Meşrutiyet' rejimi, bizim topraklarımızın tohumu ve mahsulü olmayıp, süpürge, buz dolabı, çikolata, geliştirilmiş modern silahlar, patlarlı binek arabaları vb. gibi tamamen 'Batı'dan ithal' bir rejimdir.

Kıta Avrupası'na Meşrutiyet rejimi, damdan veya daldan düşer gibi 'pat' diye gelmemiş, yaklaşık 300 yıllık bir 'iç didişmeler, boğuşmalar ve kavgalar' sonucu gelmiş ve kendilerinin bu 'sendromları' nı tüketmeye yönelik 'İnsanlar, toplumlar için en iyi yönetim şekli Demokrasidir' diyerek bu rejimi bulmuşlar ve 19. yüzyıldan itibaren de 'Anavatanı' denilen başta İngiltere olmak üzere Fransa, Almanya vb. gibi memleketlerde de 'tam teşekküllü' olarak uygulanmaya başlanmıştır.

Taçlı Demokrasi Meşrutiyet rejiminin esası, yönetimin başında bir kral veya imparatorun bulunduğu ve bunların 'yönetim yetkileri ve sorumlulukları' neredeyse bütünüyle sınırlandırıldığı ve hatta giderek 'sembolik yapılanmalar' gösterdikleri halde, memleket halkından herkesin ona uyması gereken 'bir ortak akıl ve kamu sözleşmesi' nin ürünü 'Anayasa' ilanı ve 'milletin işlerinin görülmesi için' denilerek seçimle gelen bir 'Meclis-i Mebusan' esasına dayalı 'Parlamento' sistemi olmuştur. 'Siyasi partiler, demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarıdırlar' da denildiğinden, Meşrutiyet'in Anayasa ve Parlamento dışında 'üçüncü unsuru' çoklu siyasi partilerin kurulması olmuştur. Anlayacağınız Meşrutiyet demek, matematiksel bir formül ile ifade edilecek olursa Meşrutiyet= Anayasa + Parlamento +Çoklu Siyasi Partiler demektir. 'Siyasi partilerin misyonu' demek, hür ve adil seçimlerle, bunlardan hangisi halkın oyunu daha çok alırsa, memleket yönetiminin başına yani 'iktidar' a onun gelerek, Anayasa'yı uygulamak için Parlamento'da 'iktidar partisi' olarak memleket yönetiminde 'birinci derece' de söz, plan ve icraat sahibi olması demektir. Yeterli oyu alamayarak iktidar olamayan siyasi partilere ise, 'Memleket yönetiminde muhalefet partileri veya tekli olarak ana muhalefet partisi' denilerek, bunların da ana görevi, iktidar partisinin iyi veya kötü yaptıklarını dile getirmek, medeni ve hakkaniyet ölçüleri içinde, kırıcı ve yıkıcı olmadan eleştirmek, denetlemek ve murakabe yapmaktır.

Bizde 'Meşrutiyet'in tarihi' ne dönülecek olunursa, Meşrutiyet'i ne Saraylarındaki Padişahlar ne Babıali'de Hükümetler ve de topyekun yönetilen halk istemiştir. İsteyenler, 3 Kasım 1839'da Tanzimat'ın ilanından sonra, Londra ve Paris'e 'ekonomi, ziraat, sanayi, tıp, mühendislikler öğrensinler ve bunlarla Osmanlıyı kalkındırsınlar' amacıyla gönderilen Türk öğrenciler, buraların okulları ve üniversitelerinde, kendi açılarından Meşrutiyet rejiminin faydalarını görerek, başkent İstanbul'a, 'ekonomi, sanayi ve tarım kalkınması' aşkı ile değil, Avrupa'nın kendine has 'siyasal ve sosyal' düzenlerini taklitçilik aşkı ve uygulaması isteğiyle dönmüşlerdir. Daha doğrusu, Avrupa okullarında bunlara , 'tabiat ilimleri, ekonomi ve sanayi' öğretmek yerine 'Algı Operasyonlu' ve 'Yaratıcı Kaos' cümlesinden olarak, bunlar, milletimize için 'kötü sonuçlar' ve kendileri için 'iyi sonuçlar' doğuracak emel ve maksatlar gözetilerek ülkemize salıverilmişlerdir.

Avrupa'dan 'tahsillerini tamamlayarak dönen' denilen bunların kimisi için 'İngilizci', kimisine 'Fransızcı' kimine de 'Almancı' vb. denildiği halde, işte memleketimizde 'Meşrutiyet getirmek ve uygulamanın şampiyonluğu' nu bunlar ve 'yandaş, yoldaş, çağdaş' olarak kazandıkları bir kısım 'Paşalar, Zabitler' yapmaya başlamışlardır. Bu 'Meşrutiyetçi Ekip', Meşrutiyet'i getirmeyi ilkin Saray ve Babıali'den yazılı ve sözlü olarak istemeye başlamış, umduklarını bulamayınca, bu sefer de askeri darbeler – isyanlara başvurarak emellerine ulaşmışlardır. Bu yollardan olarak, 29 Mayıs 1876 Darbesi ile I. Meşrutiyet, 10 -24 Temmuz 1980 Jön Türk Askeri Ayaklanması veya İhtilaliyle de II. Meşrutiyet ilan ettirilmiştir.

Bütün olup bitenlerin özet olarak esasına bakılırsa, 'Meşrutiyet rejiminin anavatanı' denilen İngiltere, yukarıda adları geçen iki 'Meşrutiyet Darbesi' ile gelen Meşrutiyeti, bizim kara gözümüze ve kara kaşımıza hayran olduğu için değil, Osmanlı İmparatorluğu arazisi üzerindeki sömürgecilik ve yayılmacılık emellerini ancak 'Meşrutiyet rejimi ortamı' nda rahatlıkla gerçekleştirebileceği için bu rejimin taraftarları, aşıkları Jön Türklere gizili -açık aktif destekler vermiştir.

İşte, aşağıda anlatacağımız 'Meşrutiyete kavuşmak sevdası' ile gelen İngiliz aşığı (buna 'Celladına Ȃşık Olmak' da diyebilirsiniz) Jön Türklerin İngilizlerin arabalarını çekmeleri ve onları Meşrutiyet ilanı sebebiyle kutlamaları bunlardan kaynaklanmış, kendi ifadeleriyle 'Sultan Abdülhamid Meşrutiyeti ilan etti ama bir müddet sonra kaldırabilir, bunu önlemek için ülkemizde İngiliz dostluğunu iyice geliştirelim ve pekiştirelim ki, İngiltere müdahale ederek Meşrutiyetin kaldırılmasın önlesin' gibi tamamen 'HAMASİ' ve 'TAM HAYALİ' avunmalarla sergiledikleri 'İngiliz muhibliği' bir işe yaramamış ve ardından da 'İngiltere bizi aldattı, biz de aldandık' itiraflarında bulunacaklar, 'Meşrutiyet Fiyaskosu' nun destanını da yine kendilerinden birisi olarak Hüseyin Cahit (Yalçın) yazacak ve yazımız bu destanla bitilecektir.

Tanık Jön Türklerden Ahmet İhsan'ın (Tokgöz) Yazdıkları

'1908 Temmuzunun 23. günü İstanbul'da bulunmayan İngiliz Sefiri Lowther'in şehrimize döndüğü zaman Sirkeci istasyonunu baştanbaşa doldurmuştuk. Büyükelçiyi candan ve gönülden alkışlıyorduk. Nihayet coşkun gençler, büyükelçinin arabasını çeken atları söküp, arabayı kendi kollarıyla çekmişlerdi.

Bu fıkrayı yazmaktan maksadım, Meşrutiyetin ilanına kadar Türk aydınlarının siyasi meylini ve düşüncesini göstermek içindir.' (Ahmet İhsan (Tokgöz), Matbuat Hatırlarım, C.I, Ahmet İhsan Matbaası, İstanbul, 1933, s. 33)

Almanya'nın Osmanlı Hariciye Nezaretinden İstekleri:

Gençleriniz Bizim Büyükelçimizin de Arabasını Çeksinler

Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde Osmanlı Hariciye nezaretinde çalışan hariciyeci Galip Kemali Söylemezoğlu'nun görgü tanığı olarak hatıralarında yazdıkları: 'Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde Alman Büyükelçisi Kont Marschall İstanbul'da değildi. Büyükelçi Almanya'dan dönmeden önce Alman Büyükelçiliği baş tercümanı Osmanlı Hariciye Nezaretine gelerek, büyükelçileri Sirkeci garına gelince, gençlerin İngiliz Büyükelçisinin arabasını çektikleri gibi onun arabasını da çekmelerini istemişti.

Hariciye Nazırı Tevfik Paşa ona verdiği cevapta, İngiliz Büyükelçisinin arabasını gençlerin, kendisinin teşviki olmadan, kendi istekleriyle çektiklerini, gençlerin isterlerse Alman büyükelçisinin de arabasını çekebileceklerini söylemişti. Büyükelçi 25 Ağustos 1908'de Sirkeci garına gelince, arabasını atlardan başka çeken olmamış, onu yalnızca küçük bir meraklı topluluk seyretmişti.' (Galip Kemali Söylemezoğlu, Hariciye Hizmetinde 30 Sene, C.I. Maarif Basımevi, İstanbul, 1955, s. 128)

Fransız ve Alman Büyükelçilerinin Jön Türklerden İsteği:

Bize de Gelin ve Bizi de Kutlayın

Jön Türlerden Rıza Nur'un hatıralarında yazdıkları: 'Talebelerden, ahaliden birkaç kişi beni tutup omuzlarına aldılar. Nereye dediler? 'Beyoğlu'na İngiliz Sefarethanesine (Büyükelçiliğine) dedim. Domuz sokağından yürüyorduk. Artık ben, talebe, ahali deli gibi olmuş, bağırıyorduk. Ara sıra nutuk söylüyordum. Tramvay yolundan İngiliz Sefarethanesine kadar geldik. İçeriye girmek, benim zorum buraya gelmek, İngilizlerin Türk hükümetine yardımını istemekti. Abdülhamid, Meşrutiyet yapmaz diye korkuyordum. Zannediyordum ki, İngiltere bize yardım eder, Meşrutiyeti yaptırır. Geçe mektepte (Tıbbiye'de) bu bapta 8konuda) bir mektup hazırlamıştım, avcumdaydı. Onu okudum. İngiltere'ye Türk dostluğu ve duasını söylüyordum. Diyordum ki, 'Dünyanın denizlerini İngiliz donanması doldursun, sonra da İngiltere Türk'ün hürriyetine yardım etsin' temennisiydi. Bu nutku okudum ve sefarethaneye teslim ettim. Otuz yaşında, doktor, profesördüm ama ne saf çocukmuşum. Bir devlete böyle bir dua ile yardım ediverirler mi?

Bütün Türk milleti böyle saf, cahil, dünyadan bihaberdik. Oradan çıktık; Cadde-i Kebir'e (şimdiki İstiklal Caddesi) girdik.

Bununla beraber Alman ve Fransız Sefarethaneleri, 'Bize de gelsinler' haberi gönderdiler. Kabul etmedim.' (Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, C. I, Altındağ Yayınları, İstanbul, 1968, s. 247)

Lowther'in Jön Türkleri Bir Değerlendirmesi

'Politik tecrübe ve deneyimden yoksun, aralarında birlik bulunmayan iyi niyetli çocuklar topluluğu.' (M.S. Anderson, The Eastern Questıon, Macmillan Company, New York, 1966, s. 276)

Abdülhamid'in Söyledikleri ve Hatıralarında Yazdıkları?

Osmanlı Donanmasını Islahla görevli İngiliz Amirale Henry Woods'a söyledikleri: 'Hakimiyet çocukların eline geçti, neler yapabileceklerini bekleyip görmek lazım.'

(Henry F. Woods, Türkiye Anıları, Çev. F. Çoker, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1976, s. 139)

Mahiyetinde bulunun Mehmet Memduh Paşa'ya söyledikleri: 'Yapacağım bir iş kalmadı. Artık suyun akıntısına gideceğim.' (Mehmet Memduh Paşa, Kuvve – i İkbal Alamet – i Zeval, Matbaa – i Hayriye ve Sürekası, İstanbul, 1329, s. 13)

Hatıralarında yazdıkları: 'Bugün inkılap fikirleriyle mest (sevinçten çılgına dönmek) olan bu adamlar, yarın tavsiye ettikleri bu yeniliklerin, felakete götüren yollar olduklarını anlayacaklardır.' (Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıratım, , Hareket Yayınları, İstanbul, 1974, s. 108 – 109)

Sultan'ın ayrıca: 'Korkarım İmparatorluğun, 10 yıl içinde bu tecrübesiz gençlerin ellerinde batacaktır' dediğinden de birçok kaynakta bahsedilir.

MEŞRUTİYET FİYASKOSU

Sultan Abdülhamid, 'Bugün inkılap fikirleriyle (genelde 24 Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanı haliyle) mest olanlar yarın aldandıklarını anlayacaklardır' demişti. Gerçekten de böyle oldu. Meşrutiyeti ilan etmekle, ülke ve devleti kurtaramadıklarına yönelik İttihat ve Terakki Cemiyeti – Partisinin duayen ve üstat yazarlarından partinin 'yandaş' ve 'yoldaş' yayın organı Tanin gazetesinin başyazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) bu yanılgı itiraflarını hatıralarında acı acı olarak şöyle dile getirecektir:

'Özgür bir düzene kavuşmakla (1908'de Meşrutiyetin ilanı ile hürriyeti getirmekle), içimizde büyük bir yurt sevgisi ve gururu canlanmıştı. Uzun bir süredir Avrupa'nın sataşma ve hor görücü karışmaları altında yaşamaktansa, bir Meşrutiyet duyurusuyla, kurtulduğumuzu düşünüyorduk. Şimdi bizim de Avrupalı devletten ne ayrılığımız (farkımız) kalmıştı? Oysa Avrupa, Meşrutiyeti kuran Türkiye'nin karşısında bir kahramana gösterilmesi gereken saygı ve önemsemeyi (değer vermeyi) unutarak, Türk topraklarını ele geçirmek insafsızlığına kalkışıyordu… (1) Açıkçası, görülüyordu ki, ülkeyi kurtaracak biricik yol diye yıllardan beri arkasından çıldırmış olduğumuz Meşrutiyet, memleketimiz için çok önemli bir tehlike doğuruyordu…

Meşrutiyeti gerçekleştiren Türkiye, aynı zamanda yabancı devletlerin baskısından kurtulacak, Rus Çarlığının bilinen emellerine karşı Fransa ve özellikle İngiltere gibi özgürlükçü (hürriyetçi) ülkelerde güçlü bir savunucu bulacaktı. Büyük Batı Devletleri (İngiltere, Fransa, Almanya. İtalya, Avusturya-Macaristan…) Abdülhamid'i sıkıştırıp yönetimini düzeltmek istemiyorlar mıydı? İşte (Meşrutiyeti ilan etmekle) yönetimi biz kendimiz düzeltecektik. Azınlıklara (Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Bulgarlar, Arnavutlar vb.) Millet Meclisinin kapılarını açacaktık. Onlara Avrupalıların istediklerinden fazlasını verecektik. İngiltere, Ayastefanos Antlaşmasını yırtmış değil miydi? (2) Zorba bir Türkiye'ye (II. Abdülhamid yönetimine) yardım eden İngiltere'nin Meşrutiyetle yönetilen bir Türkiye'yi gözbebeği saymamasına imkan var mıydı? İşte o zaman egemen (hakim) olan bu safça düşünceler ve inançlardı; bu basit tasarımlar ve hayallerdi…

(Meşrutiyeti getiren Jön Türkler), niçin böyle düşünüyorlardı? Başka türlü düşünemedikleri için. Dar, sıkı ve karanlık bir çevre içinde kendi kendilerini yetiştirmişlerdi. Batıyı pek uzaktan şöyle böyle seçiyorlar ve karanlıkta görünen bütün varlık gibi(köre fil tarifi benzeri) ona gerçek dışında büsbütün hayali, kendine özgü bir nitelik veriyorlardı.' (Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasan Anılar, H. M. Mutluay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1976, s. 23,35 ve 41)

________________________________

(1)- Birinci dipnot açıklaması: Jön Türk İhtilal sonucu 24 Temmuz 1908'de ilan edilen Meşrutiyet rejiminin getirdiği serbesti, hürriyetler ve gevşeklik ortamını fırsat bilerek, birkaç ay sonra aynı günlerde peş peşe, 5 Ekim 1908'de Avusturya –Macaristan Osmanlı'nın Bosna Hersek eyaletini ülkesine ilhak ettiğini açıklamış, 6 Ekim 1908'de Osmanlı Devletine bağlı 'Bulgaristan Prensliği' bağımsızlığın ilan ederken (Aram Andonyan, Balkan Harbi Tarihi. Haz. Z. Biberyan, Sander Yayınları, İstanbul, 1975, s. 176) Yunanistan da aynı gün Girit adasını ülkesine ilhak ettiğini duyurmuş, bunların ardından daha ileri yıllarda da, İtalya ise, Osmanlının büyük Trablusgarp eyaletini (bugünkü Libya) sömürgesine almak için 29 Eylül 1911 Osmanlı Devletine harp ilan etmiş, 13 Ekim 1912'de yapılan Ouchy (Uşi) Antlaşması ile burasına 12 Ada ile birlikte sahip olmuştu. Aynı yıl, Balkan Harbinin çıkmasıyla birlikte üzerimize 'Dörtlü İttifak ve Müttefik' olarak saldıran Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ 'Haçlı İttifakı' nın ise, Balkan Harbinde Osmanlının harbi yanlış ve kötü yönetimi sonucu yenilmesiyle birlikte, atalarımızın 150 yılda kazandığı Balkanları 15 gün içinde kaybederek, İstanbul'un varoşu Çatalca Savunma Hattına kadar gelmelerine sebep olmuştu.

İşte Meşrutiyetin ilanının ilk dört yılında (1908 – 1912) büyük kayıplarımız, Hüseyin Cahit'in vurguladığı ve itiraf ettiği üzere Meşrutiyet sayesinde bunlar olmuştu. I. Dünya Harbindeki yenilgimizle de Osmanlı Devleti 'tarihin devletler mezarlığı' na gömülecektir. İşte, 'İmparatorluğu 10 yılda dağıtmak' ın hikayesi böyle olmuştur.

(2)- İkinci dip not açıklaması: İngiltere, 1877- 78 Osmanlı - Rus Harbinde, Osmanlının ağır bir yenilgiye uğranası sonucu iki devlet arasında imzalanan 3 Mart 1878 Ayastefanos Antlaşmasını, kara gözümüze ve kara kaşımıza hayran olduğu için değil, kendi menfaatleri ve emellerine de aykırı olduğundan karşı çıkmış, bu sebepten aktif olarak kendisinin itirazı üzerine adı geçen antlaşma yok sayılarak yapılan 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıyla kötü şartları hem kendisi hem de Osmanlı lehine az çok ortadan kaldırmış, üstelik de zararımıza yönelik kendi sömürgecilik emellerinden olarak 4 Haziran 1878 Kıbrıs Antlaşmasıyla Kıbrıs'a yerleşerek Türkiye'nin aleyhine bir tavır sergilemiştir.

Berlin Antlaşmasının ardından, Osmanlı Devletine yönelik 95 yıllık (1783 – 1878) 'Onun toprak bütünlüğünü koruma politikası' nı artık terk eden İngiltere, adı geçen devletin dünyada ' bir numaralı – birinci düşmanı' halini gelmiştir. 1878'de Kıbrıs'ı işgalinin ardından, 1882'de Mısır'ı işgal etmiş, 1878 – 1900 zaman diliminde Basra Körfezi Şeyhlikleri ve Emirlikleriyle 'ikili antlaşmalar' yaparak bunları kendi hakimiyetine almıştı. 'HAYDİT DEVLET İNGİLTERE', Balkanlar ve Anadolu'da da Osmanlı Devleti'nin aleyhine olmaktan bir gün dahi geri kalmamış, sömürgecilik ve yayılmacılıkta en büyük rakibi Rusya'nın 'Sıcak Denizler' e inmesini önlemek için Bulgaristan Prensliğinin bağımsız olmasına çalışırken, Doğu Anadolu'da ise kendi hakimiyet ve nüfuzunda 'Bağımsız Büyük Ermenistan' için çalışmıştır. I. Dünya Harbi sonunda ise, Osmanlı Devletini tam anlamıyla yıkarak onu 'tarihin devletler mezarlığı' na gömmüştür.

İşte 31 Temmuz 1908'de İngiliz Büyükelçisinin arabasının Jön Türler tarafından çekildiği bu tarihin arkası ve önündeki bütün yıllarda, İngiltere'nin Osmanlı Devleti ve Milletimize verdiği en büyük zararlar bunlar olmuş, bu haliyle, 'Türk Devleti ve Milletinin kabir kazıcısı HAYDUT DEVLET' unvanını almıştır.

Aziz dostlar, bugünlük bu kadar. Yeni bir 'Tarihimizle Hesaplaşmak' yazımızda buluşmak üzere vesselam. 5 Mart 2021

EK

Resimli Belgeler



'İyi Yolculuklar Büyükelçi Hazretleri' (!)




Sultan Abdülhamit Rıza Nur Ahmet İhsan Gerart Lowther

'Yönetim çocuklara geçti' 'Ne saf çocukmuşum' 'Yaptığımız iş çocukça idi' 'Ne cahil çocuklarmış!...'