Millet Rahatsız..!

Demokrasi tarihimize kara bir leke olarak geçen 28 Şubat 1997 darbesinin üzerinden tam 20 yıl geçti. Nerede ise her on yılda bir gerçekleşen ve askeri darbelerle kesintiye uğrayan sivil siyaset, o gün yine sekteye uğratılmıştı.28 Şubat’ın üzerinden aslında çokta geçmedi, havsalanızı birazcık zorlayıp o kirli günleri bir hatırlayın hele..! O gün mütemadiyen ülkemizin kontağını kapatan, o buyurgan dilli hakikat kaçkınları, sözüm ona irtica ile mücadele adı altında kızlarımızı sırf başörtülü oldukları için okullara sokmadılar, dini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanları aşağıladılar…Vatanı bayrağı ve milleti için sürekli çalışan, feleğin çemberinden yılmadan defalarca geçen, dönemin Başbakanı rahmetli Erbakan’ı boncuk boncuk terletilerek adeta istifaya zorladılar..

Sadet Partisindeki son gelişmelerden sonra biraz kafanız karıştı değil mi? Şimdi haklı olarak hangi Erbakan diyorsunuz… Sakın hemen öyle kafanız falan karışmasın hele.! Erbakan aynı Erbakan da, partisinin direksiyonundakiler kimler bende bilemedim.! Daha birkaç gün önce, hem de 28 Şubatın arifesinde, Saadet Partisi'nin ev sahipliğinde, Partinin Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun liderliğinde düzenlenen o muhteşem(!) anma gecesinde olup bitenleri hatırlıyorsunuz değil mi ? Genel Başkan Karamollaoğlunun muhteşem vizyonu ile hazırlanan o muhteşem geceye, Kemal Kılıçdaroğlu, Metin Feyzioğlu, Mustafa Destici'nin katılması ile mezarında ters dönen, Cennet Mekan Prof.Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın kemikleri nasıl da sızlamıştır.. Ne diyeyim ki şimdi ben, yazık gerçekten çok yazık…

Yapılan bu vefasızlığı Allah’a havale edip, bizler hızla tekrar asıl konumuza dönelim.. Hatırlarsınız 8 Temmuz 1996’da TBMM’de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP 54. Hükümeti (Refah-Yol) kurmuşlardı. Lakin o günde her daim karnı tok, sırtı pek olan Aydın Doğan ve Dinç Bilgin’in medyası, durumdan vazife çıkararak bütün aparatları ile adeta Refah Partisini hedef alarak, ülkemizin belkemiğini kırmak için laiklik vurgusunu öne çıkaran her zamanki gibi çok çirkin manşetler atmışlardı. İşte o dönemde yine hatırlayacağınız gibi belirli kirli bir plan dahilinde üretilen ‘’Fadime Şahin, Müslüm Gündüz, Ali Kalkan’’ gibi figürler tamamen bu tezgahın ürünü idiler.

Evet kıymetli dostlar, şunu asla unutmamalıyız ki ‘’Milletin kararını ,sivil toplumun iradesini yok sayarak, siyasete müdahale eden ve 1000 Yıl sürecek denilen 28 Şubat post modern darbesinin aktörleri ,o gün elinde bulundurdukları medyayı adeta bir silah gibi kullanarak seçilmiş iktidarı görevden uzaklaştırarak, siyasal ve toplumsal hayatımıza ağır bir darbe indirip, bütün hayallerimizi çiğnediler..’’

Aslında ıskalamamız gereken asıl önemli şey, darbelerin esas oğlanları olarak zikredilen cuntacı askerlerin buz dağının görünen tarafının olmasıdır..! ‘’Esasen bugüne kadar gerçekleşen darbelerin hiçbiri, dış faktörlerden bağımsız gerçekleştirilmemiştir.’’ İşte bu sebepten şahsi menfaat ve ekonomik çıkarları için üniformalıların arkasına gizlenen ve adeta darbe özlemi ile yanıp tutuşan ve yıllardır ülkemize çöreklenen bu darbe heveslisi engerekleri çok iyi tanımamız gerekmektedir…

Demem o ki dostlar; ‘’Medya, sermaye ve oligarşik bürokratik yapı, bu pis işin kamufle edilmiş tarafındadırlar.’’Örneğin o dönem de’de ABD’nin maşası olup ta perde arkasından iş tutmayı çok seven FETÖ çetesinin liderinin, ‘’ MGK Kararlarına içtihat, İmam Hatiplerin kapatılmasına münasip, Başörtüsüne Furuat demesi asla tesadüf değildir..!’’ Bilakis REFAH-YOL hükümetinin yüzüne karşı hiç utanıp sıkılmadan ‘’Beceremediniz artık bırakın gidin’’ diyen de bu muşmula suratlının ta kendisidir.!

Türkiye’nin darbelerle yüzleşme ve darbecilerden hesap sorma bakımından son on beş yılda müthiş bir gelişme gösterdiğini söylemek mümkündür. Lakin, geçmişte yaşamış olduğumuz o kanlı darbe süreçlerine çok ciddi katkı sağlayan dönemin medya patronlarına, hukuk içerisinde gerektiği gibi dokunulamaması, darbelerle hesaplaşmak bakımından önemli bir zafiyettir. Öte taraftan yine 28 Şubat dönemiyle birlikte yaşanan ağır insan hakları ihlallerinin açtığı yaralar hala kapanmadığı gibi, dönemin cunta özlemcisi gazeteci ve yazarlarından henüz tam olarak hesap sorulabilmiş de değildir. Örneğin, 28 Şubat post modern darbe döneminde yargılanıp mahkum edilen yaklaşık 600 kişi halen cezaevlerinde tutuklu olarak bulunmaktadırlar.

Evet , 20 Yıl sonra bu gün, post modern darbenin yıldönümünde, daha henüz hain 15 Temmuz Darbe girişiminin olumsuz etkilerini üzerimizden atamamış iken, üstelikte OHAL durumunda iken; Senelerdir manşetlerle iktidar getirip iktidar götüren Aydın Doğan isimli zatın gazetesi Hürriyet’in fütursuzca ‘’Karargah Rahatsız’’ manşetini atabilmesi verilen mücadelenin eksikliğini bizlere açıkça göstermektedir. Allah’ınızı seversiniz dostlar..! Bu manşetin 2003 Yılında ki Cumhuriyet Gazetesinin ‘’Genç subaylar rahatsız’’ manşetinden ne farkı var? Açıkça yaşamış olduğumuz bu durum ‘’Darbeye Teşviktir.’’ Çok şükür ki, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı vekili Sn. Mehmet Demir manşet hakkında soruşturma başlattı. Artık yok öyle yağma ‘’Devletin bekasına yönelik hiç bir tehtid Allah’ın izni ile cezasız kalmayacaktır..’’

Lakin elin oğlu boş durmuyor işte.. Dönemin güvenilir postacısı(!) Fehmi Koru’nun Twitter üzerinden malum gazeteye verdiği tarihi destek ise çok manidardır… Şaşırdık mı asla.! Ünlü duayen gazeteci (!) Koru, Hürriyet gazetesinde atılan bu çirkin manşeti,’’ Artık bu ve benzeri yürekli manşetlerin maalesef eski dönemlerde kaldığını ifade ederek, çok üzüldüğünü derc edip bu hain manşeti o çok özlediği basın özgürlüğünün bir ürünü olarak görmüş..!’’ Adamda ne göz varsa vesselam..

Evet, kıymetli dostlar..Medyanın darbelerdeki rolünü en açık biçimde yansıtan 28 Şubat sürecinde askeri vesayetin gönüllü destekçileri olan diğer aktörler de en az medya kadar sorumluluk sahibidirler. Örneğin, yıllardır şahit olduğumuz, bürokratik yapıların, üniversitelerin, sendikaların ve şirketlerin darbeye giden yolda dengeci ve korkak tutumları sayesinde, ordu içindeki cuntacı gruplar inanılmaz cesaret kazanmışlardır. Velhasıl her daim ifade edildiği gibi siviller, üzerlerine düşen görevleri hakkı ile yerine getiremedikleri zaman askeri vesayetin egemenliği kaçınılmaz hale gelmektedir… Bu yüzden sivil siyasetin özgürleşmesinde ve devletin demokratikleşmesinde en önemli sorumluluk sivil toplum örgütlerine aittir.

Yıllardır sözüm ona demokratik sistemin kesintiye uğratılmaması adına halkın esasen meydanlara dökülmemesi, Türk siyasal literatüründe ‘’Türk halkının uysallığına, devletine bağlılığına, devletini baba gibi görmesiyle’’ izah edilmeye çalışılmıştır. 15 Temmuz öncesi yapılan darbelerde toplumun büyük bir kesimi, darbe karşısında meydanları doldurmasa da darbelerin öngördüğü denkleme asla razı olmamış, bilakis her darbeden sonra, darbeye maruz kalmış siyasal partiyi daha yüksek bir oyla iktidara taşımıştır. Erdoğan öncesinde hiç bir lider, askeri müdahalelere yüksek sesle karşı çıkmadığı halde, toplum müdahalelere karşıtlığını seçim sandıklarında göstermeyi sürdürmüştür. Ne diyordu Üstat Cemil Meriç ’’Münakaşada zafer mağlup olanındır.’’

Nihai kertede, artık şunu herkes kafasına yazmalıdır.Türkiye o bildiğiniz eski Türkiye değildir.! Hiç kimse manşetlerle bu millete artık yön çizemez.! Hükümet devirip hükümet kuramaz.! Köprünün altından çok sular gelmiş ve geçmiştir. 15 Temmuz hain darbe girişimi bu aziz millet için artık bardağı taşıran son damla olmuştur..

Dolayısıyla vatandaşlar bu sefer işi sandığa bırakmayıp, müthiş bir özgüvenle ‘’Vatan için, Bayrak için, Bağımsızlık için’’ sokaklara dökülerek hür iradesine sahip çıkmıştır. Dolaysıyla Türk Milleti, üzerinde oynanmak istenen bu kirli oyunu çok güzel okumuş ve Başkomutanının talimatı ile hızlıca harekete geçmiştir. Çünkü anlamıştır ki ‘’ Üst Akıl Seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek ve dolayısı ile Türk Devleti’ni eline almak, Türkiye’yi CIA Cuntası’na bırakmak üzere kesin olarak düğmeye basmıştır..’’ Vatandaşlarımız olanlara artık yeter! diyerek çıplak eller ile hain darbe girişimine canı pahasına karşı koymuştur. Ve nihayet FETÖ’nün asker üniforması giymiş teröristler eli ile yapılmak istenen bu alçak ve hain girişim, milletin feraseti ile bozulmuş kalkışma kısa sürede hamdolsun bertaraf edilmiştir..

Cumhurbaşkanımız dünkü basın açıklamasında; Yaklaşık beş gündür ülkemizin gündemini gereksiz yere meşgul ve vatandaşımızı tedirgin eden bu çirkin durumun açıkça bir terbiyesizlik olduğunu söyleyip yaşananların bu çevrelerin eski alışkanlıkların bir ürünü olduğunu ifade etmiştir. Türk silahlı Kuvvetleri ile Hükümeti bir vücudun organlarına benzeterek ’’ Bu vücudun başı hükümet, Türk Silahlı kuvvetleri ise bir uzvudur ‘’ demiştir. Genel Kurmay Başkanlığından yapılan açıklamada ise ; ‘’Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Devletin ve Milletin emrinde olduğunu, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iç politika malzemesi haline getirilmesin doğru olmadığı altı kalınca çizilerek vurgulanmıştır. Ayrıca bu çevrelerin ‘’Türk askerinin Fırat Kalkanı Harekâtı'ndaki başarısını görmeyip, bu tür iddia ve iftiralarla gündemi bulandırma çabalarını esefle karşılandığı’’ ifade edilmiştir.

Sözlerimi yine bu seferde çok uzattığımın farkındayım, lakin demem o ki kıymetli dostlar; Anlaşılan o ki referandum yapılana kadar, referandumu sabote etmeye çalışan güruh maalesef yine boş durmayacak. Amma velakin inşaAllah referandum onların her türlü fitne ve fesatlarına karşılık zamanında ve huzur içerisinde yapılacaktır. Burada asıl dikkatinizi çekmek istediğim konu, ‘’Bu seferki referandumun hayati önemidir’’ Yaşadığımız bütün seçimler ve referandumlar bir yana, bu referandum bir yana.! Yeni Anayasa ve Cumhurbaşkanlık sisteminin kimleri ne kadar derinlerden rahatsız ettiği artık gün gibi aşikârdır. O zaman bütün darbelerde çok büyük bedeller ödeyen tüm ülkücü kardeşlerimizin de Sn. Devlet Bahçelinin de dediği gibi; ‘’AK Parti'nin değil, Türkiye'nin geleceği için sandıktan çıkacak olan her bir ‘’EVET’’ oyunun önemini çok iyi kavraması gerekmektedir.’’

Koalisyon hükümetlerinden kurtulmak ve bir daha 28 Şubatlar ve 15 Temmuzlar yaşamamak için..! Evlatlarımızın istikbali ve bağımsız güçlü Türkiye için, TABİKİ EVET…!