Tasavvuf, din yolunda, kendi bildiğince ve gelişigüzel yürümek değil, Hz. Peygamber’in izinde uygun adımla yürümek demektir. “Rahman’ın kulları, yeryüzünde yumuşak adımlarla yürürler” (Furkan Sûresi 25/63). Kimsenin ayağına basmadan, canını yakmadan, kalbini kırmadan, karıncayı bile incitmeden yürürler...

Tasavvuf, din yolunda, kendi bildiğince ve gelişigüzel yürümek değil, Hz. Peygamber'in izinde uygun adımla yürümek demektir. 'Rahman'ın kulları, yeryüzünde yumuşak adımlarla yürürler' (Furkan Sûresi 25/63). Kimsenin ayağına basmadan, canını yakmadan, kalbini kırmadan, karıncayı bile incitmeden yürürler... Tasavvuf, hayat boyu adam gibi yürüme sanatıdır. Siz buna isterseniz insan olmayı öğrenme sanatı da diyebilirsiniz. Koklamayı bilene bir gül de yeter. Hakikate susamış olan ruhların yol bulmalarına bir kıvılcım bile kafi gelir. Hz. Mevlana, kendi zamanında bir yol kurmamış ne de bu yolun adabını bize göstermiştir. Hazretin Mesnevisi, divanı vardı bu kaynakların dışında Mevlevi usulünü anlatan bir ilmihalde tesbit edilmemişti. Ancak ilahî aşkın lezzetini onun huzurunda tadanlar için bu büyük Hak aşığı vuslatından sonra, etrafında kenetlenmiş temiz ruhlara, sözleri ile yazdıkları ile yaptıkları ile adab ve erkan olmuştur. Mevlevîlik, açılan bu damardan yürümüş, Türk kültürüne müstesna bir renk vermiş, onu şekillendirmiştir. Hz. Mevlana'dan sonra, o'nun neslinden gelenler, o'nun peşinden gidenler, o'nun yolunda olanlar, bu büyük mutasavvıfın yaşantısını, fikirlerini ve semaını örnek almışlar, bunları kurallara bağlayıp kurumlaştırmışlardır. Mevlevîlik de böylece doğmuştur. Mevleviliğin adab ve erkanı ile ilgili Ahmet Eflakî Dede'nin 'Menakıbu'l Ârifîn'i ile Sakıp Dede'nin 'Sefîne'sinden, Ankaravî İsmail Rusûhî Dede'nin 'Minhac'ül Fukarasından ve özellikle Abdülbaki Gölpınarlı hocanın 'Mevlevî Âdab ve Erkanı ve son dönmede safi Arpaguş ve Hüseyin Top Mevlevi ve adab ve erkanı kitabından başka önemli bir kaynak mevcut değildir. Mevlevi adap ve erkanını konu alan eserlere bakıldığında tarikata intisabın zikir telkini, taç-hırka giydirme (sonraki kaynaklardaki karşılığıyla sikke[1] tekbirleme vb. pratiklerden biri ile gerçekleştiği görülmektedir.

1. Biat Erkanı: Mevlevilikte en erken adap-erkan eseri olarak kabul edilen Tarîkatü'l Ârifîn'de Divane Mehmed Çelebi, maksada ulaşabilmek için talibin, yaşayan ve itimat ettiği bir mürşitten yardım alması gerektiğini ifade eder. Ancak talibin itimat ettiği bir mürşit bulamadığı takdirde istihare ve hacet namazları kılarak şeriate devam ederek nasibini bekler. Tasavvufta biat bir şeyhi üstad kabul edip onun ekolünü öğrenmek ve oradan yetişip çırak, kalfa, usta olmak gibi değerlendirilmelidir. O, eğitimde bir üstadın yanında yetiştiğinin belirlenmesidir. Bir nevi anlaşma sözleşme yapmaktır. Karşılıklı akitleşme sözüdür. Peki, şeriatı ve tarikatı yaşayan bir Mevlevi şeyhi bulunursa geriye kalan merasim nelerdir. Mevlevî olmak isteyen bir talip, zikrettiğimiz özelliklere sahip bir mürşide rastladığında kendisine intisap etme erkanı nasıldı? Divane Mehmed Çelebi Tarîkatü'l-Ârifîn'de biat erkanı bağlamında talibin, seccadenişîn bir şeyhe varıp müridi olduğunda ondan zikir telkini aldığını ifade etmekle birlikte bu telkinin nasıl gerçekleştiğine dair bilgi vermez. Sonraki asırdan Ankaravî ile birlikte biat erkanına dair hususlar belirginleşmeye başlar. Ankaravî Risalesinde talibin tarikata girme isteğini ifade ettiğinde Mevlana'nın el ele biat aldığını ve talibin alnından makas ile birkaç kıl kestiğini, akabinde ism-i celal telkin edip pazartesi-perşembe oruçlarını tutmasını, gecenin çoğu kısmını ihya etmesini ve kimsenin ayıbını görmemesini öğütlediğini söyler. Bununla birlikte Minhac'ında el ele vererek yapılan biatın, Mevlevîliğin erken dönemlerinde mevcut olduğunu ancak sonraları bunun yerine kisve tekbir edildiğini (tekbir getirilmek suretiyle müride taç giydirilmesi) haber verir. Ayrıca biatten maksadın teslimiyet olduğunu; talibin başını eğmesiyle teslimiyetini gösterdiğini ve dolayısıyla biatın manasının gerçekleştiğini ifade eder. Ankaravî 'nin ifadelerinden kendi zamanında biat esnasında mürşit ile talibin elinin birleşmediği, bunun yerine müridin baş eğerek teslimiyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır. Ankaravî 'nin yine Minhac'ında geçen başka bir bahiste müridin şeyhe teslim olmasını şeyhin elinden taç ve hırka giymesiyle başlatması sebebiyle biatın taç ve hırka giyilmesi ile gerçekleştiği de kabul edilebilir. Köseç Ahmed Dede ise tarikata biat ve intisabı telkin-i zikir bağlamında değerlendirerek sunar. Diğer bir ifade ile ona göre şeyhin talibe zikri telkin etmesiyle biat merasimi gerçekleşmiş olur. Ankaravî 'nin biat sonrası müridin alnından birkaç kıl alındığına ilişkin anlatımına Köseç Ahmed Dede'nin tavsif ettiği zikir telkini adabında tafsilatlı bir şekilde rastlanır:



[1] Mevlevîlik'te taca verilen özel isim sikkedir.