Şüphesiz ki her insan içinde yaşadığı muhitin içinde belli düşünce kalıpları alarak ve bunlardan etkilenerek yaşamını sürdürür. Ancak Mevlânâ’nın döneminin hadiselerine gömülü kalmayarak...

Şüphesiz ki her insan içinde yaşadığı muhitin içinde belli düşünce kalıpları alarak ve bunlardan etkilenerek yaşamını sürdürür. Ancak Mevlana'nın döneminin hadiselerine gömülü kalmayarak, devrinin gündelik olaylarından ziyade bunların insan doğasıyla ilgili evrensel ilkelerine atıfta bulunduğunu görmekteyiz. Bu konudaki rivayetler bütününden anlaşıldığı üzere Mevlana, dönemin siyasi ricali arasındaki çekişme ve rekabete dayalı siyasi mücadeleden uzak kalmaya özen göstermiş, bunun yanında siyasiler ile tasavvuf ehli dervişler arasında misyonları gereği mevcut ayrıma dikkat çekmiştir. Bu açıdan onun bilindik siyasetten uzak ancak tasavvufi neşvesinin kazandırdığı kendine özgün bir siyasetinin olduğu söylenebilir. Mevlana'nın döneminde Selçuklu elitlerine hitap ettiği kanaatinin aksine Mevlana'nın dönemin yöneticileri ve ileri gelenleri tarafından, etrafındaki müritlerinin halkın bayağı görülen kesimlerinden olduğu şeklinde eleştirildiğini ve bu dönemin aristokratlarınca dile getirilen müşterek bir husus olduğu da anlaşılmaktadır. Ayrıca dönemin yöneticilerinin Mevlana'dan ziyade diğer şeyhler ile daha yoğun ilişki içinde olduklarını ve onlardan gördükleri türden bir iltifatı Mevlana'dan görmedikleri de yine kaynaklarca belirtilmektedir. Mevlana'nın Selçuklu yöneticilerine göre direkt ilişkisinin bulunmadığı Moğollarla ilgili gündeme gelen meselelerde ise ne realiteden uzak, duygusal yalın bir milliyetçiliği, ne de güçlünün yanında olma kaygısıyla bir Moğol sempatizanlığı savunduğu görülmektedir. Bu meyanda Mevlana, bir yandan reel olarak var olan dönemin süper gücünün bu yükselişini ve gücünü tasavvufi bir yorumla izah ederken, diğer yandan onların tahakküme dayalı zulümlerini anlatmaktan çekinmemiş, Moğolların yaptıkları bu zulümlerle uzun süre bu güçlerini koruyamayacaklarını belirtmiştir. Bu açıdan aşk merkezli bir yaşam felsefesine sahip olan Mevlana'nın Moğollara karşı da sürekli ve onulmaz bir nefrete sahip olduğunu söyleyemeyiz. Mevlana'nın Konya kuşatması esnasında halkın durumunu, Moğollara karşı hissiyatını ve kendi yaptıklarını ifade eden gazelinde onların gelecekte Müslüman olacaklarını manevi bir öngörü ile söylemesi ve daha sonraki gelişmelerin de bu öngörüyü haklı çıkarması, Mevlana'nın Moğollar hakkındaki düşüncelerinde kayda değer bir noktadır. Nitekim Mevlana'nın bu gazelini öğrenen Moğol hanedanından Gazan Han'ın gazeli altın sırma ile işleterek kaftanının üzerine yazdırdığını, yine bu gazel nedeniyle Timur'un da Mevlana'nın divanını Maverünnehir'e götürdüğü Mevlevi kaynaklarda belirtilmektedir. Bu açıdan yaşam ve öğretileriyle yerel bir söylemden ziyade, evrensel bir mesajı dile getirerek tüm insanlığı kucaklayan Mevlana'yı, Selçuklu dostu veya Moğol dostu diye nitelemekten ziyade bir 'insan dostu' diye tanımlamak müsemmaya ve onun aradan geçen sekiz asırlık zamana rağmen üstlendiği misyonuna daha uygun bir tanımlama olacaktır.