Ha sizin ha bizim ne fark eder zangoç olduktan sonra. Ha sizin ha bizim sırtımıza binmiş bize bildire bildire. Gem vurmuş ağızlarımıza ve üstelik bizim rızalarımızı alarak.

Ha sizin ha bizim ne fark eder zangoç olduktan sonra. Ha sizin ha bizim sırtımıza binmiş bize bildire bildire. Gem vurmuş ağızlarımıza ve üstelik bizim rızalarımızı alarak. Biz, rızalı, iştiyaklı eşşeklikler yapıp ucuzundan şaklabanlık gösterilerine gönüllü figüranlar oluverirken, bir diğer taraftan karşı mahallenin çakallarına (!) okkalı küfürler gönderirken, ibadet şuuruyla hareket ettiğimizi de istesek dahi saklayamayız elbette.

Hasarlı beyinlerin hasarlı dürtüleri, ince belli bardakta çay içmenin verdiği zevke denk, şehevi dürtülerin haberciliğini yaparken. Mazlum ve mahzunların bahçelerine dadanıp aynı şehevi şiddette kahkahalara da denk gelmemiş değil kulaklarımız.

Bir yanlışın protestosuna giderken dahi yanımda ki kalabalıklara güvenmenin ne büyük ahmaklık olduğunu, daha yola revan olmazdan evvel kuşandığımı her zaman deklere etmişliğimin de altını çizeyim hemen şuracıkta.

Alani, apaçık ve dümdük ifade etmişliğimden yana birilerinin kızıp kırılacağını zannediyorsanız eğer, siz mevzuya hala Fransız kalmışlıktan hareketle dizlerinizi döve durun, ben, liboş beyinlerin sünepe ya da arsız artıklarına iki sille atıp döneceğim inşallah.

İki esaslı sille atsam dahi birilerinden çıkacak kısık tıslamaların hangi derde ve hangi sadra şifa olacağı mevzusu elbette kilo dövmektedir. Kağıttan uçak ya da salon biblosu yavşakların tavsaması da kiloya kilo katıp omuzlarıma ayrıca çöküvermektedir.

Bütün bunlar kendi serencamı içerisinde raks ediyorken, kokananın birisi, cahilliğin dibine vurduğundan habersiz entelektüel naraları atmaz mı ?tam orta yerinden yarılasın ya da yarasın geliyor lakin, ölünün sahibi çok olur düsturu kırıveriyor belini tam orta yerinden.

Ahmaklığın kadim bekçileri, noktanın virgüle açtığı savaş misali sağdan soldan taarruza girmişken, gözlerini kan bürümüş olan noktalı-virgül, havan topu ile mevzilerinizi dövmeye çoktan başlamıştır. Viran olmuş bütün harf ve işaretler sizden davacı ve siz nedamet naraları ile kalakalmışsınız bir başınıza yazıyabanın tam orta yerinde.

Bütün olup bitenleri ahlak ölçüsünde tartmak ve adil olmak gibi bir inançla ayağa kalktığınız anda, sayısız ahlaksızın bütün kanunları yerle yeksan eden darbeleri karşısında kol ve kanatlarınızdan da olduğunuzu fark ettiğinizde gayri geçmiş ola…

Rehabilite etme duyu ve inancınıza müstehzi bakışlar atan gedikli zibidilerin kaş göz yapışları, pılınız pırtınızı toplama vaktinizin habercisi gibidirler. Tavşan misali üreyen bu parazitler, mitos bölünmenin dahi bir rahmet olduğunun alani göstergesidirler bir diğer taraftan.

Sizi, siz olmaktan, siz kalmaktan yana bizar eyleyen bu pasifler, kazanmış olmanın hadımsal kahkahalarını gözünüze gözünüze ve kulaklarınızın içine haykırırlarken, çirkin, dar ve müsamahasız kişi ve alan arasına sıkışıp kalmış olmak, iflas etmiş bir teolojinin düştüğü psikoloji gibi çöküveriyor üzerinize.

Dedim ya, daha yola çıkmazdan evvel bütün silahlarımı ve kalkanlarımı yanıma alıyorum diye. Karşı tarafı olduğu kadar kendini dinlemek de servettir diye inancım dolayısıyla, omuzlarıma ağır bir ağırlık veriyor olsalar bile seviyorum silahlarımı…

Bir nokta atışı daha yapıp zevahiri kurtarayım diyorum ve sonra, günü kurtarma çabasında ki ahmaklığın bilinci, kalkan ellerimi yanıma indiriveriyor anında. Yoruyor beni ahlak obezleri ile yaptığım bu kavga. Kuru güz yaprakları gibi her yanım bir taraflara dökülüyor.

Ben, benden uzaklara ve parça parça düşerken, mahrem bir tebessüm, dingin bir iç sesi, mahcup bir sevincin dışavurumu sarıveriyor tüm bedenimi. Bir an için imdadıma yetişen bu duygunun tekrarlaya tekrarlaya tadını çıkarıyorum.

Ve eyyy içimi yalayıp geçen mutluluk dalgası, biliyorum ki son darbeyi sen vurmaya geldin. Dudak bükmeyecek, teslim olmayacak ve şehvet kahkahalarıyla karşıma dikilmene izin vermeyeceğim. Bekle, sabah nelere gebe…