Dünkü “Atatürkçü olmak zuldür..” başlıklı yazımıza hayli tepki alacağımı biliyorum. Biliyorum ve bu tepkilerin olumlu (yapıcı) olanları için şimdiden sahiplerine samimi olarak teşekkür ediyorum.

Öncelikle kelimelerin gündelik konuşmada kabul görmüş “galat-ı meşhur” haline hassasiyeti olanları peşinen karşılayalım:

Cedlerimizin “galat-ı meşhûr fasih-i mehcûrdan evlâdır” sözü malûm.. Mánâsı, “yaygınlaşmış (herkesin hemen anlayacağı, herkese malûm) hatalı kullanımlar; neredeyse kimsenin bilmediği doğrulara tercih edilir, edilmelidir...”

Ve... Yine bu minvalde yazıların içeriği, maksadı, dâvası (evet yazıların da dâvası yáni kavgası vardır) yerine entipüften işlerle vakitlerini zayi eden kimi kardeşlerimiz için ilâve edeyim:

Başlıktaki; “bunaltıcı zorluk, ayıplanacak, alçaltıcı, horluk sebebi” gibi anlamları olan zengin Türkçemizin güzel mi güzel kelimenin aslında “zul değil “zül” olduğunu biliyorum. Arapça ze ve lam harfleriyle yazılır.

Dünkü yazımızı okuduysanız başlığın yazı içeriğine çok yakıştığını, sahte Atatürkçülere haddini bildiren bir yazı olduğunu da teslim etmişsinizdir. Bugün de sahte lâikleri hedef aldım.

Sahte Atatürkçülerin ilk münafıklığı, ölümünden (1938’den) sonra, yahudi asıllı Moiz Kohen’in (takma adı Munis Tekinalp) kitabı ki, bir bölümünün başlığı “Kahrolsun Şeriat” idi, rehberliğinde fabrike edilen “Atatürkçülük” ise, ikincisi, sirozun ağır, hattâ doktorunun ifadesiyle “sıkça şuur kaybı yaşadığı yıl” olan 1937’de dayatılan ve Anayasa’nın “değimez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez”leri arasına sokulan ucube lâikliktir.

Evet, Türkiye lâikliği ucubedir zira bizden başka böylesi acaib ve garaib bir lâiklik uygulaması dünyada yok!. Bizde lâiklik değil lâisizm (lâikçilik) var...

Marsilius,“Benim krallığım yeryüzü krallığı değildir.” ve “Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya, Sezar’ın hakkını Sezar’a verin” sözlerinden yola çıkarak, Kilisenin egemenlik ve güç taleplerine karşı çıkmıştı. Oysa İslâm dininde zaten o türden din baronları yok. Halifelik dahi, dinî vechesinden ziyade siyasi olarak İslâm ülkeleri birliğinin baş makamıydı..

Bugünkü, (Suriye 2012 yılında çıkarıldıktan sonra) 57 üyesi kalan İİT (İslâm İşbirliği Teşkilâtı) nasıl bir gayeye sahipse Halifelik de benzeri bir gayeye sahip, hattâ “Vatikan’daki Papalık gibi” fazlası vardı!.. Ne yazık ki, Kamâl paşa bu büyük imkânı Türkiye’nin elinden aldı...

Esasen bir sosyalist olan İtalyan Marsilius’un dini safdışı etmek gayesiyle ortaya attığı Fransız tipi lâikliğin dahi esasemi okunmaz bizde...

İşin en komik yáni ne biliyor musunuz?

Atatürkçü ve lâikçi bu adamcağızlar Atatürk’ün devrimlere hangi dürtü ile başladığını bile bilmezler. Sanılanın aksine Batı’ya öykünmekten ziyade Güneş Dil Teorisinde olduğu gibi Batı’ya tepki gayesindeydi devrimler...

Ne var ki bunu Batı’dan daha Batıda olmak gibi bir ütopyaya bağladığı için ifrata düştü ve istikrarsız İslâm karşıtlığı belki de bunlarla ilintiliydi..

“Laiklik Fransız değil Türk icadı” diyerek işi tá Selçuklulara kadar götürenler de benzeri şeyleri söylüyor fakat onlar da ifrata düşüyorlar. Kamâl Paşa’dan Atatürk’e savrulan o ilginç hayatı hakkıyla bilenler onu övmekten ziyade acıyacaktır çünkü...

Türk mileti neden Mustafa Kemal Paşa’yı sever de Atatürk’ü sevmez? Basit ama bunu dahi çözemeyenler elbette burun kıvıracaklar. Boşver.. Cahillerle uğraşılmaz... Hayırlı Cuma’lar efendim... 20.09.2019