HEZARFEN idi. Bu yapıdaki kişilere çift kanatlı insanlar da denilebilir. Nice alanlarda derinlemesine bilgiye sahip çok yönlü donanmış kişiler için kullanılır.

HEZARFEN idi.

Bu yapıdaki kişilere çift kanatlı insanlar da denilebilir.

Nice alanlarda derinlemesine bilgiye sahip çok yönlü donanmış kişiler için kullanılır.

Kendini tek alanla sınırlayıp oraya sıkıştırmamış bu kişiler etraflarına çok yararlıdırlar. Sanat, edebiyat, zanaat, bilim gibi pek çok konuda uzmanlık seviyesinde bilgi sahibi oldukları halde bir o kadar da mütevazıdırlar.

Çevrenizde görmüşsünüzdür muhakkak…

Tevazu elbisesi altında kendini sırlamış olan bu kişiler esasen mıknatıs gibidirler.

Çevrelerinde çok sayıda insan olur.

Bilgisi ile kimseyi dövmediği, ilminin gereğince ağırbaşlı yaşayıp paylaşmayı ilke edindiklerinden akan suyun çevresini yeşillenmesi gibi bu kişiler de ilim ve görgü açısından aynı şekilde yanlarında olanları donatırlar.

BİLGİ ile mahcubiyet nadiren bir arada olurlar gözlemlerime göre.

Yanılıyor da olabilirim, karar sizin.

Sadece işin malumat tarafında kalıp irfan hırkasını giymeyenler çevresindeki herkesi kaçırırlar. Zira bildiklerini kamçı gibi kullanırlar.

O, öyle değildi.

Muhabbet derinleştikçe, kelimeleri eşeledikçe aşikar olurdu. Kendini ancak o zaman ele verirdi.

Başkaları konuşuyorsa dinler, söz kesmez, bilgisini ortaya koymak için yersiz hamleler yapmaya tenezzül etmezdi.

Hususi sohbetlerdeyse bir şehinşah kesilerdi, gözlerinden alev saçar, cümleleri hedefi hiç şaşırmadan yerini bulurdu.

Gelin görün ki, bir o kadar da mahviyet içindeydi.

Kendini, kendinde ifna etmişti.

Bir konuda takdir edilecek olsa onca yaşına ve bükülmüş beline rağmen mahcup olurdu.

Utangaçlığı tutardı.

Sıkılırdı.

Bunalırdı.

Yüzünü yerden kaldırıp gözünüze bir saniyecik bile olsa bakamazdı.

MAHCUBİYET hissini kaybettik.

Övünme asrındayız.

Bize ait olmayan, henüz özümsemediğimiz, hayatımıza katıp deneyimlemediğimiz nice konuda meselenin ilk elden uzmanıymış edası ile konuşmalar yapabilen bizler elbette bu mahcup nesli tam anlayamıyoruz.

Akıl erdiremediğimizden 'Nasıl yani?' diyebiliyoruz.

ELBETTE eskiler zamanlarda kalan bir olgu bu.

Biz biraz ucundan yakaladık sayılırız.

Şimdiki neslin en küçük bir başarıyı sınırsız coşkularla kutlamalarına bu sebeple aşina değiliz.

Aslına bakılırsa olmayı da istemedik.

Törenler bize göre değil.

Şölenler ruhumuzu darlandırır.

Şükür yerine eğlenme kültürünü henüz benimseyemediğimizden methedici sözleri duymamazlığa gelir, mümkünse yönünü değiştirip başka meselelere evriltiriz.

Mutlu ve sevindirici bir olaydan duyulan memnuniyet aynı zamanda elbette bir şükürdür.

Takdisi nimettir.

Vereni hatırlayıp hamd kapısını aralamaktır.

Bu müteşekkir olma hissi elbette tüm benciliğimizi sarmalıdır ama iş kutlama noktasına vardığında birden bir hicap duygusu açığa çıkar.

Yani o neslin dünyasında başarı ve şükür var ama kutlama geleneği, alışkanlığı yok.

Size ne kadar ters veya düz geliyor bu hal, bilmiyorum.

Bana çok sevimli görünüyor.

Demek ki, ona da öyle geliyordu.

Ya Selam!