Konumuza bir önceki yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz. Öztürk, “Kuran yazılı değil, sözlü bir metindir” şeklindeki iddiasıyla hemen hemen aynı manaya gelecek şekilde bir de şöyle diyor...

Konumuza bir önceki yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Öztürk, 'Kuran yazılı değil, sözlü bir metindir' şeklindeki iddiasıyla hemen hemen aynı manaya gelecek şekilde bir de şöyle diyor:

'Kur'an bildik anlamda bir kitap değil, bir söz / kelam ve bir hitaptır.'[1]

Onun bu iddiayla güttüğü hedefin, Kuran'ın lafzıyla beraber 'Allah kelamı' olduğu gerçeğini zaafa uğratmak, onu dinde değişmeyen hüküm ve prensiplerin delili olmaktan çıkarmak olduğu anlaşılmaktadır.

I-KURAN ELBETTEKİ ALLAH'IN KELAMI OLAN BİR KİTAPTIR

Hitap 'sözü bir kimseye ya da kimselere yöneltmek, karşıdakine ya da karşıdakilere seslenmek' demektir. Hitapta kullanılan sözlere kelam, o kelamın yazıya geçirilmesine de kitap denir.

Buna göre Kuran hem hitap hem de kitaptır. Hitap olması kitap olmasına engel değildir.

Sıradan bir beşerin hitabı, sözü, kelamı yazıya dökülünce onun kitabı oluyor da, vahiyle gelen Allah'ın kelamı yazıya dökülünce neden Allah'ın Kitabı olamıyor?

Buradaki tutarsızlığı her akıl sahibi rahatlıkla anlayabilir.

İşin garip tarafı şu ki, Allah tarafından korunmuş, bir noktası bile değişmemiş olan Kuran üzerinde şüphe şaibe uyandırmak için didinen böyleleri, muharref kitaplar söz konusu olduğunda onları rahatlıkla birer 'kitap' olarak kabul etmekte, onlar hakkında konuşurken bir üslup hassasiyeti göstermektedirler. Ama Kuran söz konusu olunca en ağır tenkit ve galiz saldırılardan çekinmemektedirler…

Sadece bu fark bile her şeyi anlatmaya yetmiyor mu?

Soruyoruz:

Kuran kitap değilse, altı iman esasımız içindeki've kütübihi'nin manası nedir? Kuran'ı kitap olarak tanıtan çok sayıdaki ayetin manası nedir?

Örneğin Bakara: 2' deki 'zelikelkitabu la raybefih / bu kitapta şüphe yoktur' ifadesi neyi anlatıyor?

Yine Bakara: 151' deki 've yuallimul kitabe / o size kitabı öğretiyor' ibaresinin manası nedir?

Aynı şekilde 'O kendinden önceki kitapları doğrulayıcı olarak sana Kitabı (Kuran'ı) hak olarak indirdi' mealindeki ayet (Âl-i İmran: 3 - 4) neden bahsediyor?

Keza Kuran'ın 'levh-i mahfuz'dan indirilmiş olması da onun ilahî kelam / hitap olması yanında yazılı bir metin, bir kitap olduğunu ispat etmektedir.

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

'Hayır, hayır! Kur'an onların iddia ettikleri gibi beşer sözü değildir. O, Levh-i Mahfuz'da olan pek şerefli bir Kur'an'dır.' (Büruc: 21 - 22.)

'Levh-i Mahfuz; Arapça'da korunmuş levha demektir. İslam'da olmuş ve olacak her şeyin yazılmış olduğu manevî levhayı dile getirir. Olmuş ve olacak şeyler Allah'ın bilgisine bağlı olduğundan Levh-i Mahfuz doğrudan Allah'ın ilim sıfatı ile ilgilidir. Korunmuş (mahfuz) olarak nitelenmesinin nedeni, burada yazılı olan şeylerin herhangi bir müdahale ile değiştirilmekten, bozulmaktan uzak olmasıdır. Kur'an'da Ümmü'l-Kitap (Kitapların Anası, Ana Kitap), Kitabun Hafîz (Koruyan Kitap), Kitabun Mübîn (Apaçık Kitap), Kitabın Meknun (Saklanmış Kitap), İmamun Mubîn (Apaçık İnen Kitap) ve sadece Kitap olarak da anılır. İnsanların başlarına gelecek şeyleri de ihtiva ettiği için Kitabul-Kader (Kader Kitabı) da denir.'[2]

Bu deliller Kuran'ın bir kitap olduğunu ispata kafidir.

Peki hal böyleyken 'Kuran bildik anlamda bir kitap değil' ne demek oluyor? Yani Cenab-ı Hak nasıl bir kitap indireceğini (haşa) sana mı soracaktı?

Allah'ın kitabı Kuran, elbette ki kulların yazdığı kitaplar gibi olmayacaktır. Kuran Allah'ın kitabıdır, Allah'ın kelamıdır. Hz. Peygamberin (s.a.v.) en büyük mucizesidir. Tabi ki insanların hata ve yanlışlarla dolu kitaplarına benzemeyecektir.

Bu büyük çelişkilerin sebebi, nefis ve heva-yı hevesten kaynaklanan körlüktür. Keza şeytan aleyhilanenin insana yaptıklarını güzel göstermesidir. (Bak: Nahl:63; Enfal: 48.)

Zaten batılın karakteri budur; hakikati örtbas etmek için kelime oyunlarına başvurmaktır. Bu aynı zamanda Müslümanları ahmak yerine koyup onların akıllarıyla alay etmek anlamına da gelir.

II- BU VAHİM YANLIŞLAR NİÇİN YAPILIYOR?

Burada şu soru da önemlidir:

Bu adamlar düştükleri bu çelişki ve vahim yanlışları göremeyecek, anlayamayacak kadar idraksiz midirler?

Elbette hayır.

Bunlar ne yaptıklarını biliyorlar. Mensup oldukları zihniyet, hizmet ettikleri ideoloji gereği, bilerek, isteyerek Müslümanların kalplerine ve zihinlerine şüphe tohumları ekmeye çalışıyorlar.

Hedef Kuran'ın bağlayıcılığının zaafa uğratılması, tenkite açık hale getirilmesi, dinin hükümlerinin temelden sarsılmasıdır. Yani Kuran'ın Kuran, İslam'ın İslam olmaktan çıkarılmasıdır.

Bu husus çok önemlidir.

İslam'ın birinci kaynağı olan Kuran'daki manayı, Allah'ın ayetlerdeki muradını tespit eden lafızdır. Bunun için Kuran'ın, hem manası hem de lafzıyla Allah kelamı olması zarurettir. Kuran kul takatini aşan, Allah'a ait bir yapıdır. Ondaki bütünlük, ayetlerin ve surelerin sıralanış şekli tevkifîdir; yani değiştirilmesi, başka bir şekilde ifade edilmesi asla caiz değildir. Tefsir yapabilmek yirminin üstünde ilme vakıf olmayı gerektirir. Ama tefsirde temel hareket noktası Arap dil ve edebiyatını bilmektir. Sahabe içindeki ilk müfessir olan Abdullah ibn Abbas (r.a.) bu sebeple şiirle istişhada (Kuran'daki kelimelerin manalarını anlayabilmek için Arap şiirinden delil getirme işine) önem vermiş ve bu yöntemi kullanmıştır. Bu yöntem sonradan gelen müfessirler tarafından da kullanılmıştır.

Kuran'ın lafzının bu kadar önemli olması, 'Allah'ın hükümlerinin değişmemesi' neticesini ortaya koyar. Yani lafızla murad olunan mana bulunduğunda, ortaya çıkan hüküm değişmez, sabit kalır. Bütün iman edenleri bağlar.

İşte Kuran'ın yazılı bir metin olduğu gerçeğini zaafa uğratmak gayretinin altında bu bağlayıcılığı iptal etmek; Kuran ahkamının yürürlükten kaldırılması maksadı yatmaktadır.

İslamî emir ve düsturların iki temel kaynağı vardır. Bunlar da Kuran ve Sünnet'tir.

Kuran'daki manayı sabitleyen birinci husus 'lafzının değişmezliği' ise, bir diğeri de Sünnet ve hadislerdir. Yani Allah Resulünün ayetlere getirdiği izahlardır.

Dinî emir ve hüküm ifade etmesi bakımından Sünnet ve hadisler de Kuran gibi bağlayıcıdır. Zira Sünnet ve hadisler de vahiydir; 'vahy-i gayrimetluv'dur. Bu sebeple Hz. Peygamberin (s.a.v.) Allah'ın emri ve izniyle dinde hüküm koyma, helal - haram belirleme yetkisi vardır. Nitekim bunları geçmiş yazılarımızda anlatmıştı.

Şimdi bakınız:

Tahrifatçılar önce Sünnet ve hadislerin dinde delil değeri olmadığını iddia etmişlerdi.

Bu konuda epey bir mesafe almış olacaklar ki, şimdi de dinin birinci kaynağı olan Kuran'ın 'yazılı bir metin' olduğu gerçeğini inkarla onun bağlayıcılığını da iptal etmeye çalışıyorlar.

Peki, Sünnet yok, hadis yok, yazılı bir Kuran da yok(!); o zaman ortada İslam diye bir şey kalır mı? Elbette ki kalmaz.

İşte hedef budur. Dini tahrip ve tahrif etmektir.

Bütün beklentileri, bütün hesapları boşuna! Allah'ın dinine bir zarar veremeyecekler.

Ama kendileriyle birlikte kendilerine inanan zavallıların hidayetiyle oynadıkları ve meselenin manevi ve milli bir tehdit olduğu da bir gerçektir. O yüzden bütün Müslümanlar bu konuda teyakkuz haline bulunmalıdır.

III- BU TAHRİFATLAR DIŞ KAYNAKLIDIR

Evet, bu tahrifatlar dış kaynaklıdır; bunların arkasında oryantalistler vardır. Bizdenmiş gibi gözükenlerin söyledikleri, aslında onların nakaratlarını tekrarlamaktan ibarettir.

Kuran'ın kitap değil hitap olduğu iddiası da böyledir. Bunu İslam dünyasına zındıklığı tescilli, Mısırlı Ebu Zeyd adında bir adam taşımış 'İlahî Hitabın Tabiatı' adlı bir kitap yazmıştır.

Şu ilginç tesadüfe bakınız ki (!) Öztürk'ün sözüm ona tefsirinin adı da 'İlahî Hitabın Tefsiri'dir. Bu tesadüf (!) çok şey anlatmıyor mu?

Söz buraya gelmişken, Kuran'daki lafız ve mana bütünlüğüne inanmayan Öztürk hangi mantıkla tefsir yazıyor, anlayan varsa beri gelsin!

Zira tefsir, değişmemiş ve değişmesi mümkün olmayan ayetlerin 'lafız ve mana bütünlüğü' üzerinden yapılır. Keza Akaid ilmi, Tasavvuf ilmi, Fıkıh ilmi de hep Kuran'daki bu lafız ve mana bütünlüğüne istinat etmektedir.

Dolayısıyla bu bütünlük bozulduğunda İslamî ilimlerin tamamı temelden sarsılacaktır. İşte bu tahrifatçılar tam da bunu yapmaya çalışıyorlar.

İslam'ın kaynaklarının tahrifatı açısından bu noktaya nasıl gelindi, süreci hızlıca bir gözümüzün önünden geçirelim:

İşe önce mezhepleri ve mezhep imamlarını tenkitle başladılar. Buna paralel olarak Allah dostlarını, muvahhidleri, evliya zümresini de karalamaya çalıştılar.

Sonra –yukarıda da ifade ettiğimiz gibi- Sünnet ve hadislerin inkarına yöneldiler.

Onlar bunu yaparken işin ehli olan basiret sahibi hocalarımız 'Bunların hedefi Kuran'dır! Adım adım oraya doğru gidiyorlar!' diyorlardı.

Tahrifatçılar ise bunun kendilerine atılmış bir iftira olduğunu (!) tam tersine 'Allah'ın Kitabını, Kuran'ı korumak için başka delil kabul etmediklerini' söylüyorlardı.

Şimdi gelinen bu son noktada gerçek ne kadar da ayan beyan ortada… Evet, hedef gerçekten de Kuran imiş…

Muhterem okuyucularım,

Tekrara düştüğümü düşünmeyiniz; işin ciddiyeti sebebiyle bilerek tekrar tekrar söyleme ihtiyacı hissediyorum: Bütün bu tahrifatlar temelde dış kaynaklıdır; bunlar oryantalistlerin iddialarıdır.

Allah'ın Kitabındaki şu haber mucize bir şekilde kesintisiz olarak tecelli etmeye devam ediyor:

'Ehl-i kitaptan çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler.' (Bakara: 109.)

Benzer bir mesajı Âl-i İmran: 100' de görmek de mümkündür.

Kuran bir mucize olarak, dış kaynaklı mihrakların, müsteşrik ve oryantalistlerin İslam üzerindeki bu hain planlarını bu kadar açık bir şekilde ortaya koyduğu halde, Müslüman kökenden gelen bu tahrifatçılar acaba hangi akla hizmet ederek bunların sözcülüğünü yapıyorlar? Acaba bunlar Allah'tan hiç korkmaz, Müslümanlardan hiç utanmazlar mı?

Tahrifatçıların bu tutumları hem akaidi bozarak insanların ebedî hayatlarını kaybetmelerine sebep oluyor, hem de Müslümanların, hususiyle de Müslüman Türk milletinin manevî ve millî kimliğini zaafa uğratarak, vatan topraklarımız karşısında iştahı kabarmış dış düşmanlarımıza bir nevi davetiye çıkarıyor.

Yani bu tahrifatlara ses çıkarmamanın bedelini, tarihte olduğu gibi vatanımızın, milletimizin, milli bütünlüğümüzün tehlikeye düşmesi gibi ağır bir bedelle ödemek zorunda kalabiliriz.

IV- BU TAHRİFAT VE SALDIRILAR FİKİR HÜRRİYETİ OLARAK GÖRÜLEMEZ

İşte bu sebeple diyoruz ki, fikir hürriyetini aşıp mukaddesata saldırıya dönüşen bu tahribatlar sadece 'Akaid' problemi değildir. Burada aynı zamanda vatanın ve milletin bütünlüğü, yani devlet ve millet hedef alınmaktadır. Her Müslüman basiretiyle bunu görmelidir. Ama elbette ki bu vazife herkesten evvel ülkenin idaresine sahip olanlara düşer. Bu gidişe dur demek de yine herkesten evvel onların vazifesidir.

Bu tahrifat ve ifsat faaliyetleri asla din, vicdan ve fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilemez.

İnancı ne olursa olsun, hiçbir devlet veya millet, mukaddes bildiği değerlerini, milli ve manevi varlığını tartışma konusu yapmaz.

Tarihin en asil milleti olarak, hak ve haklı davamıza, maneviyatımıza ve milli kimliğimize sahip çıkmalı, gerekli tedbirleri acilen almalıyız. Yarın çok geç olmadan…

İlgili şahsın bozuk fikirlerine cevap vermeye devam edeceğiz.

[1] M. Öztürk, Söyleşiler Polemikler, s: 62.

[2] https://sorularlaislamiyet.com/allah-teala-kuran-i-kerimin-allah-katinda-bulunan-levh-i-mahfuz-adindaki-kitaptan-indirdirilgini