Arap yarımadası, İslam öncesi dünya ticaretinin önemli merkezlerinden biriydi. Asya’dan ve Afrika’dan getirilen ürünler bu yarımada üzerinden dünyaya yayılırdı. Yemen ve Bilad-ı Şam arasındaki yol güzergahı önemli bir ticaret merkeziydi

Arap yarımadası, İslam öncesi dünya ticaretinin önemli merkezlerinden biriydi. Asya'dan ve Afrika'dan getirilen ürünler bu yarımada üzerinden dünyaya yayılırdı. Yemen ve Bilad-ı Şam arasındaki yol güzergahı önemli bir ticaret merkeziydi. Zerdüşt dininden olan dönemin Pers ülkesi ile Hıristiyan olan Bizans jeopolitik öneme sahip olan Arap yarımadasını ele geçirmek için büyük bir mücadele veriyordu. Yemen ve Şam arasındaki Mekke ticaretin uğrak noktasıydı. Buraya hükmeden Kureyşliler, gün be gün zenginleşiyordu. Yemen ve Şam'da büyük kiliseler inşa edilmesine rağmen tacirler, Mekke'deki Kabe'ye büyük ilgi duyuyordu. Kureyşlilerin bu gelişme ve ilerlemesi karşısında o asrın süper güçleri endişeye kapıldı ve bunun engellenmesi için harekete geçti. İlaf (ittifak) dönemi süper güçlerin oyunları ile bozulmuş ve bölge adım adım kargaşaya doğru sürükleniyordu.

Fars ve Bizans imparatorlukları hem asker hem de donanmaları ile Habeşistan kralına destek verecek, o da oluşturduğu ordunun başına, yardımcısı ve aynı zamanda em önemli komutanı olan Habeşçe Ebrehe adı verilen Arapça İbrahim olarak telaffuz edilen bedbahtı getirecekti.

Habeşistan Krallığı, deniz kuvvetlerine sahip olmadığı için Bizans imparatorluğu gönderdiği donanma ile Habeşistan'ın on binlerce askerini Cibuti üzerinden Yemen sahillerine çıkardı. Bunların yanı sıra, Farslar Irak ve Fars körfezi üzerinden Arap yarımadasını kuşattı. Rumlar ise Akdeniz ve Kızıldeniz'deki donanmaları ile Arapların ticaretine son vermişti. Sıra, Bizans'ın büyük desteğini alan Habeşistan'a gelmişti. Habeş ordusu Yemen'i alacak ve sonra Mekke'ye gidip Kabe'yi yıkacaktı. Ebrehe'nin M. 543'te Yemen'de inşa ettiği Sedd-i Mağrib Rum Kayseri, İran Şah'ı, Hire ve Gassan Şahlarının elçilerinin katılması ile törenle açılmıştı. Bu kitabe bugün halen vardır.

Yemen'de iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra Bizans'ın ve onun müttefiki Habeşistan krallığının planları doğrultusunda gerçek amacını uygulamaya koymak üzere harekete geçen Ebrehe, dönemin zırhlı araçları filler ve on binlerce askeri ile Yemen'den Mekke'ye doğru hareket etti. Hedefi hem Hristiyanlığı yaymak hem de ticaret yollarını Arapların ellerinden almaktı. Ebrehe'nin koca ordusu ve dev filleri karşısında mukavemet edemeyeceğini anlayan Kureyşliler, 'Kabe'nin bir Rabbi'i var ve O, bu evi koruyacaktır' deyip dağlara çekildi ve olup bitenleri izlemeye başladı.

Ama bir mucize gerçekleşti. Allah'ın kudretinin bir mucizesi olarak Ebabil kuşları Ebrehe'nin 70 bin kişilik koca ordusunu taşladı ve helak etti. Mekke'den Yemen'e kadar bütün yol boyunca her tarafta Ebrehe'nin ölü askerleri vardı. Kur'an-ı Kerim'de Fil Suresi bu olayı anlatır. Kabe'nin Allah'ın evi olduğuna inanan Arapların, Kureyş'e olan güvenleri daha da arttı. Böylece yaz ve kış bölgede ticari seferler yoğunlaştı. Yaz Şam ve Filistin'e, kış ise güney Arabistan'a ve Yemen'e kafileler hareket ediyordu. Hz. Peygamberin dedelerinden Haşim yine bir ticaret için gittiği Filistin'in Gazze şehrinde hastalandı ve orada vefat etti.

Ebrehe o zamanlar mukaddes şehir Mekke'yi fethedip Kabe'yi yıkmayı başarabilseydi, sadece Kureyş'in değil, Kabe'nin de güvenilirliği kaybolacaktı. İslam öncesi dönemde bile bu Ev'in Allah'a ait olduğunu kabul eden Arapların Kabe'ye olan güvenleri sarsılacaktı. Çevre kabilelerin, Kabe'nin hizmetkarı oldukları için Kureyş'e duydukları güven bir anda yok olacaktı. Habeşliler Mekke'yi ele geçirselerdi, Bizanslılar Şam ve Mısır'a giden ticaret yoluna hakim olacaklardı. Böylece Sıfır Sorun Politikası bitecek ve Arap yarımadasının durumu dört kardeşin yürüttüğü siyasetten önceki durumdan daha kötü bir hal alacaktı.

Bizans İmparatoru'nun, Mısır ve Şam üzerinde hakimiyet sağladıktan sonra, doğu Afrika, Hint kıtası ve Endonezya gibi ülkelere yönelmesinin nedeni, Bizans ile bu ülkeler arasındaki ticarette asırlardır rol alan Arapların aradan çıkarılarak Bizans'ın ticaret yoluna tek başına hakim olmak istemesidir. Böylece, Arap tacirlerin aradan çıkarılması ile bu ülkelerle doğrudan ticaret yapma imkanı doğacaktı.

HABEŞİSTANLI PRENSES VE MÜEZZİN BİLAL

Habeşistan ordusunun yüksek rütbelileri, genç kız ve kadınlarını da yanlarında getirmişlerdi. Savaş esnasında yolculuğun tadını çıkarmak ve ona renk katmak için ayrıca çalgıcılar, şarkıcılar ve dansözler de programa alınmıştı. Yanlarına aldıkları bu güzel hanımları, kızları ve cariyeleri, çölde ve Kabe etrafındaki şehirlerde yaşayan haşin Araplara kaptıracaklarını akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi.

Habeşistan kralı, prenses kızını da savaşı kazanması halinde Ebrehe ile evlenmesi için Ashab-ı Fil ile göndermişti. Ordusuyla birlikte Mekke'ye giren Ebrehe, Kabe'ye herhangi bir zarar vermediği gibi, Mekke'den muzaffer bir şekilde, başı dik olarak da ayrılamadı. Bilakis hezimete ve bozguna uğrayarak, çeşitli felaketlere maruz kalarak ayrıldı. 'Ebabil Kuşları' onları kahrı perişan etti. Çil yavrusu gibi sağa ve sola kaçışan Ebrehe'nin ordusunun üzerine Ebabil kuşları, ateşte pişirilmiş tuğlalar türünden taşlar yağdırıyordu. Yaralı olarak Yemen'e kaçan Ebrehe orada da uzun yaşayamadı.

Habeşistan prensesi ise ganimet toplayıcısı Has'amlı Suheym b. Süheylin eline köle olarak düştü. Süheyl, prensesi Halef b. Vehb'e hediye etti. Habeşistan ordusunun helakını gören Halef de Allah'ın gazabına uğramamak için kötü muamele etsin diye güzel Habeşistan prensesini yine Habeşistanlı olan azatlı kölesi Rabah ile evlendirdi. Köle ruhlu olan Rabah ülkesinin prensesine hizmette asla kusur etmedi. Günler ve haftalar böyle geçti. Rabah, ülkesinin prensesine asla dokunmadı. Sonra aralarında aşk zuhur etti ve Rabah'ın prenses 'ten bir çocukları oldu. Adını Bilal taktılar. Yani Bilal b. Rabah el-Habeşi. Sonradan İslam'ın ilk müezzini olacak Bilal-i Habeşi idi o.

ORTADOĞU VE DİNİN JEO-POLİTİĞİ

İngiltere'nin 19. yüzyılda 'Middle-East' (Ortadoğu) olarak isimlendirdiği bu coğrafya en çok peygamberin geldiği yer olarak da bilinir. Dünyamızın en büyük dinleri de doğal olarak yine bu coğrafyada doğmuştur; İslam, Hristiyanlık, Yahudilik, Zerdüştlük veya Süryanilik gibi kadim inançlar bu coğrafyanın bereketidir. İster siyasi, ister ekonomik olsun, bu bölgede yapılan her eylemin arkasında dinin mutlaka bir rolü vardır. Kur'an'ın övdüğü ilaf (sıfır sorun) politikasına katkıda bulunacak her adım bazı kötü emellerin müdahalesine uğrayacaktır. Çünkü bu kötü emelleri barındıran Dünyanın süper güçleri barış veya huzur halinde bu coğrafyanın güçleneceğini tarihi vesikalardan dolayı iyi bilirler. Bu yüzden bu bölgede barış yerine kaosu tercih ederler. Maddi güç veya silah teknolojisi açısından ne kadar zayıf olursa olsuz, galip gelmek bu bölge insanlarının, huzur ise bu coğrafyanın tabiatında vardır.

Son günlerde Suriye'de tanıklık ettiklerimiz veya daha önce Irak'ta, Afganistan'da gördüklerimiz Ebrehe'nin ordusunun emelleri ile aynıdır. Ve bugün ki saldırılar, geçmişte yapılan saldırılarla aynı hüviyeti taşımaktadır. Bu hüviyetin çerçevesinde ticaret yollarını, ticari kaynakları ele almak olduğu gibi, bölgeyi siyasi olarak kontrol altına almak ve kendi inançlarını bu bölge halkına dayatmak da vardır.

Kur'an-ı Kerim Hz. Musa'nın kıssasında Allah yolunda savaşmayanları lanetlerken Fil Suresindeki Ebrehe kıssasında ise elinden geleni yapmış olanlara Allah'ın yardım vaadinin hak olduğu garantisini veriyor. Bu yazdıklarım çağımızın Müslümanlarına mücadeleyi bırakın mesajı değil, Allah'ın vadettiği zafer için sonuna kadar mücadele edin mesajı vermektedir.

Tarihi okuyarak bu coğrafyada at koşturmak isteyen zalimler yine tarihin not ettiği bir noktayı es geçiyorlar. Bu kadim coğrafya hem intikam ahdi, hem de vefa duygusu ile nam salmış bir coğrafyadır. Bölgede kan isteyen kanında boğulmuş, huzur isteyene de Hz. Allah ahdi üzere huzuru vermiştir. Bugün ikisi için de birbirileri ile savaşanların galibini belirleyecek olan Allah'tır. Ve zalimlerin tarihten almadıkları ve asla almayacakları tek ders budur.