Kudüs’e ve zulme sessiz kalınmamalı

Kudüs, üç semavi dinin kutsal kabul ettiği bir şehir…

Kudüs, Hz. İbrahim’e, Hz. Yakup’a, Hz. Musa’ya, Hz. Süleyman’a ve Hz. İsa’ya beşik olmuş, eşik olmuş, yurt olmuş bir kutlu belde…

Kudüs, İsrâ ve Miraç ile peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa’yı (s.a.s) ağırlayan İslam'ın ilk kıblesi Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu mekân…

Kudüs, üç bin yıldır Yahudilerin, iki bin yıldır Hıristiyanların, Hz. Ömer’in fethi ile de bin beş yüz yıldır Müslümanların manevi makamı; yalnız Filistinlileri değil, bütün İslam devletlerinin başşehri...

Kudüs, insanlığın tövbe kapısı…

Kudüs’ü bir tek dinin, Yahudilerin şehri olarak düşünmek, hele de Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmek tarihe, semavi dinlere, insana, insanlığa yapılan en büyük ihanettir. Amerika Birleşik Şirketler Devleti ve onun başında bulunan Yahudi uşağı iblis, maalesef ortağı olduğu silah tüccarlarının istek ve telkinleri doğrultusunda bir büyük felaketin fitilini ateşlemiştir.

Kudüs; Camisi, Kilisesi, Havrası ile Osmanlıların hâkimiyet ve himayesinde 1918 yılına kadar İslam’ın hoşgörüsü ile semavi dinlerin kutsal bir mekânı olarak varlığını sürdürmüştür. Amerika Birleşik Şirketler Devleti ve onun başında bulunan Yahudi uşağı iblisin ihaneti, Kudüs’ün karlaştığı ilk ihanet değildir. İlk ihanet, 1916 yılında İngilizlerle anlaşarak Osmanlı’yı arkadan vuran Mekke Şerifi Hüseyin (Şimdiki Ürdün Kralı’nın dedesi) açtığı yoldan yürüyen oğlu Emir Faysal, 1918’de Siyonist lider Weizmann’la görüşmesi sonucu gerçekleşmiş ve genlerinde taşıdıkları fitne tohumları ile ileride pek çok felakete sebep olacağı açık olan Yahudiler, Filistin’e yerleşmeye başlamışlardır. 1948 yılında Birleşmiş Miletlerin himayelerinde devlet statüsüne kavuşan İsrail’in o tarihten bugüne kadar masum Filistin halkına uyguladığı zulüm artarak devam etmiş; sonuçta gönül ve kültür coğrafyamızın acı vatanı, Batı’nın Ortadoğu olarak adlandırdığı bu coğrafyada kan ve gözyaşı hiç eksik olmamıştır.

Özellikle 5 Haziran 1967’da başlayan ve 6 Gün Savaşları olarak tarihe geçen 10 bin Mısırlı, 6 bin Ürdünlü ve 700 kadarı İsrailli’nin öldüğü Arap-İsrail Savaşının ardından işgal edilen Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde işlenen cinayetlerin ardı arkası kesilmemiştir. Toprağın asıl sahipleri Filistinlilerin yok sayılması, evlerinin yıkılması, yıkılan evlerin Yahudi yerleşimcilere açılması ile başlayan zulüm günümüze kadar devam etmiştir.

Yahudilerin planladığı Amerika’nın başlattığı Avrupa birliğinin desteklediği Arap Baharının Ortadoğu’yu nasıl kan gölüne çevirdiğini görmemek, görememek bir büyük gaflettir. BOP projesi ile Ortadoğu’nun sınırlarını yeniden çizmeye çalışan Amerika Birleşik Şirketler Devleti ve Siyonistlerin bu sinsi oyunu Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabulü ile yeni bir döneme girmiştir. Bu işgal ve olupbittinin son olacağını düşünmek, gaflettir.

Kudüs, Batı Şeria ve Gazze yıllardır baskının şiddetin, insanlık dışı uygulamaların hüküm sürdüğü topraklardır. Bu topraklarda sırtını güce ve paraya dayayan İsraillilerin sergiledikleri insanlık dışı uygulamalar bölgenin asıl sahipleri Filistinlilerin en doğal hakkı olan yaşama hakkını, inanç ve düşünce özgürlüklerini ortadan kaldırmıştır. Burada yaşayan masum halkın kimlik, kişilik, onur ve haysiyeti ayaklar altına alınmıştır. Bugün yeni bir hamle ve olupbitti ile yeni felaketlere zemin hazırlanmaktadır.

Susmak, kabullenmektir.

Susmak, daha büyük felaketlere davetiye çıkarmaktır.

Başta 1,6 milyar nüfusu ile dünya nüfusunun %23’ünü oluşturan Müslümanlar, 2,2 milyar kişi ile dünya nüfusunun yüzde 32'sinii meydana getiren Hıristiyanlar olmak üzere bütün dünya bu oldubittiye boyun eğmemeli, karşı çıkmalı Amerika Birleşik Şirketler Devleti ve onun iblis lideri Trump’a gerekli dersi vermelidir. Öncelikle İslam ülkeleri derhal Amerika Birleşik Şirketler Devleti ve İsrail’le olan bütün ilişkilerini kesmeli, büyük elçilerini geri çekmeli, kendi ülkelerindeki Amerikan ve İsrail büyükelçilerini de sınır dışı etme iradesini göstermelidir. Öyle bağırıp çağırmakla, nara atmakla, heyheyleşmekle, miting düzenlemekle olacak iş değildir. Elbette bunlar da yapılmalıdır; ancak zulüm yapanın anlayacağı dille konuşmak şarttır elzemdir. Hele siz dolara bir kapınızı kapatın, bakın neler oluyor?

Vebal hepimizindir. Vebal, zulme gözlerini kapatan, feryada kulaklarını tıkayan, acıya yüreklerini mühürleyen hangi dinden hangi milletten olursa olsun bütün insanlarıdır.

Unutulmamladır ki zulme sessiz kalmak yeni felaketlere davetiye çıkarmaktır. Son Peygamber Hazreti Muhammed(s.a.s), zulme sessiz kalanları şu hadis-i şerifleriyle uyarmıştır: “Zulme yardımcı olan kimse, kuşkusuz Allah’ın gazabına uğrar.” “İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.” İnsanın, insanlığın ve Kudüs’ün kurtuluşu için, zulüm ve zorbalığın sona ermesi için, kanın ve gözyaşının dinmesi için İblise ve iblisin uşaklarına dur denmelidir.