Köprüden önce son çıkış

Karadenizlilerin bir sözü vardır; “Akıllı insanlara cümlenin tamamı söylenmez”. Seçimlere bir gün var. Reylerimizi kullanacağız. Bazıları “oy atmak” diyorlar ama ben “rey vermek” ifadesini tercih ediyorum. Kanaat-i şahsiyeme göre “oy atılır”, “rey verilir”. “Rey” görüş, kanaat ve tercih demektir. “Rey” kelimesinin yerine ikame edilen “oy” lafı 1930’lu yılların günümüze intikal eden tortusudur. Hâlbuki “oy” lafı ya türkü söylerken kullanılır veya kişinin yaşadığı şok sonrası acılı bir nidasıdır.

Ama ne yapalım bu ifade (oy) yaygın bir şekilde kullanılıyor.

“Akıllı insanlara cümlenin tamamı söylenmez” dedik. Burada rey hususunda bazı mülahazalarımızı okuyucularımıza takdim edeceğiz. Okuyucularımız da hür iradelerini kullanarak tercihte bulunacaklar.

Hangi aday (namzet) kazanırsa kazansın ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyoruz. Mülahazalarımı ifade ederken yakın tarihten faydalanmak yerinde olacaktır.

Yıl 1934.

Dönemin "acar" gazetelerinden birisi Hakimiyet-i Milliye.

Günümüzdeki Hürriyet veya Cumhuriyet gibi.

15 Nisan 1934 tarihli nüshasında şöyle bir ilan var;

"Bira içiniz.

Bira beşeriyetin tanıdığı en eski ve sıhhi ve eyi içkidir.

Hakikaten vücudu besleyen ve aynı zamanda ferahlık veren SULU EKMEKTİR".

1934 yılına ait gazetedeki ilan buydu.

Bu tarihten bir sene sonra genel seçim olmuştu. O seçimlerde açık ve gizli olarak İslamiyet’in “irtica” olduğu beyinlere kazınmak istenmişti.

Böyle olduğundan dolayı bazı ebeveynler çocuklarını okula göndermediler. Bir kısım insanlarımızın (ben de buna dahilim) annelerinin okuma yazma (Latin alfabesi) bilmemesinin sebebi budur. Ama hepsi Kur’an-ı Kerim’i okurlar ve irfan sahibidirler.

Daha sonra azalan oranda “irtica” lafları günümüze kadar söylenegeldi.

“Nasılsanız öyle idare edilirsiniz” hadis-i şerifi gereğince milletin bağrından çıkan ve hiçbir siyasi oluşuma angaje olmamış teşekküllerin himmetiyle toplumda temel değerlerimiz genel kabul görmeye başladı. Buna paralel olarak da siyasetçiler politika üretmeye başladılar.

Ve nihayet geldik 24 Haziran seçimlerine;

24 Haziran’a bir gün var. Bütün partiler (en sağından en soluna kadar) hepsi milletimizin taleplerine cevap vermek için kılıktan kılığa giriyorlar.

Kimisi her gün “Cuma namazı kılıyor”. Kişinin namaz kılıp -kılmaması kendisini alakadar eder ama Cuma namazını “her gün” kılması dikkat çekici.

Kimisi “niye camide fotoğrafın yok” diye rakibini itham ediyor. Sanki camiye ibadet yapmak için değil de fotoğraf çektirmek için girilirmiş gibi. Rakibi de böyle cevap veriyor.

Hiç kimse “laiklikten” söz etmiyor. Laiklikten söz edilsin falan demiyorum ve demem de.

Toplumun temel değerlerini temsil bakımından gelinen seviyenin müspetliğine işaret etmek istiyorum. Yani 1924’de fiili olarak başlayıp 1928’de Türkçe ibadet hezeyanıyla zirve yapan ve 1937’de adeta, torba kanun gibi anayasaya giren laikliği hiçbir siyasetçimizin ağzına almaması, Türk milletinin özünün hatırlanması bakımından güzel bir gelişmedir. Zira biz biliyor ve tam bir kanaatle inanıyoruz ki, Türk milletinin özü ehl-i sünnettir.

Siyasileri mum haline getiren milletimle iftihar ediyorum.

Demek ki milletimizin bağrından temel değerlerimizi yaşayan ve yaşatanlar var. Devletimize yük olmayan ve sosyal barışı sağlayan, insanımıza ve insanlığa hizmeti şiar edinen, Fetö’ya bulaşmamış ehl-i sünnet akidesini yaşayan ve yaşatan topluluklara ihtiram ediyorum.

İyi ki varsınız. Bu tür oluşumlar yani milletin bağrından çıkan ve ehl-i sünnet itikadını hassasiyetle yaşayan ve yaşaması hususunda faaliyet gösteren müesseselerin mevcudiyeti milletimizin varlık sebebidir. Bu teşekküller Ramazan ayında camilere giderek hiçbir ücret almadan milletimizin evlatlarına Kur’an-ı Kerim okutuyorlar. Diyanet teşkilatının yapması gereken faaliyeti bu topluluklar yapıyor. Fakat zaman zaman engelleniyorlar. Milletimiz bu engellemeleri dikkate alarak rey tercihinde bulunmalıdır. Yani milletinin evlatlarına meccanen Kur’an okutmak isteyen ve devlete hiç yük olmayan kişi ve kuruluşlara engel çıkarmak isteyenleri milletimiz dikkatle tanımalıdır.

Türk-İslam devlet anlayışında devlet kavramı çok önemlidir. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” tabiri yaygındır. Devleti temsil edenler tarafsızlıklarını ve devletin “kerim” yüzünü tezahür ettirmekle sorumludurlar. Devlet, en üsttedir ve kontrol eder. Devleti temsil edenler, toplum içindeki oluşumlarla rekabet edemezler ve etmemelidirler. Böyle bir davranış devlet-millet bütünlüğüne zedeler.

Türk milletinin temel değerleri vardır. Mesela Türk milleti gerek İslam öncesi ve gerekse İslam sonrasında kadınların namusu hususunda son derece hassastır. Zinanın gayri kanuni olmaktan çıkarılması affedilecek bir kusur değildir. Domuz etinin kasaplık hayvan statüsüne getirmek anlaşılır bir düzenleme değildir.

Yol yapmak, köprü yapmak ve hava alanı yapmak elbette güzel şeylerdir. Yüzlerce ve binlerce dersliklerin yapılması okullarımızın fizikî olarak belli bir seviyeye getirilmesi takdire şayandır. İmam hatiplerin yaygınlaştırılması, İslam dininin genç nesle intikali noktası tebrik etmeye değer. Bunlar alt yapı olarak güzel şeyler olmakla birlikte bunlardan daha önemlisi; insana yatırım acaba yeterli midir?

Daha önemli bir soru şudur? Türk gençliği hangi idealle yetiştirilmek isteniyor?

1930lu yılların zihni yapısıyla hareket edenler varsa da bunlar marjinaldir. Tamam, bunları artık toplum kabul etmiyor. Ama bazı siyasilerimiz iki de bir “muasır medeniyet seviyesini aşmaktan” öz ediyorlar. Ne demek “muasır” medeniyet seviyesi? Bu ifade 1930’lu yılların zihniyetini taşır. Türk milletini tepeden tırnağa batılı yapmak isteyen marjinal bir zümrenin sözlerini 2018’de tekrar gündeme getirmenin manası nedir?

Milletimiz reyini kullanırken bu hususları dikkate almalıdır.

Kişiler reyini kullanırken ceplerini de dikkate alırlar. Ülkemizin iktisadi olarak hangi seviyede olduğu hususunda tahlil yapmayacağım. Bu ayrı bir bahistir ve bence talidir. İnsan parayı kazanır ve kazanmalıdır. Para insanı kazanmamalıdır.

Sonuç olarak dilimize, tarihimize ve inancımıza sahip çıkanları tercih etmek istiyoruz.

Fetö belasıyla mücadele edecek, Kur’an-sünnet bütünlüğüne zarar getirmeyecek olanları tercih etmek istiyoruz.

Türk milletinin tarih boyunca elden ele gönülden taşıdığı ehl-i sünnet anlayışını baş tacı eden bir iradeyi tercih etmek istiyoruz.

Mezhepsizlik ve mealcilik gibi 1970’li yılların Hümeyni felaketinin izini taşıyanlar tercihimiz değildir.

Türk milleti ne İran tipi Müslümandır ne de Vahhabidir. Türk milleti ehl-i sünnettir. Yani sevgili peygamberimizin izinden gidenleri tercih eder.

Camilerimizin futbol sahası olmasını istemiyoruz. Futbol oynamak isteyen statlara gitsin.

Kadınların zorla sokağa çıkarılmalarını istemiyoruz. İsteyen kadınlar sokağa çıkabilir ve ihtiyaç halinde elbette çıkacaktır. Ama unutmamak gerekir ki, Müslüman Türk kadını “sokak kadını” değildir ve olamaz. Yani devlet tarafından sokağa çıkmasının teşvik edilmesini uygun bulmuyoruz. İsteyen “sokak kadını” olabilir. Biz onlara karışamayız.

Hatırlatmak isterim ki, bizim değerlendirmemiz bir partili olarak değil bir seçmen sıfatıyladır. Şu veya bu siyasi partiyi tercih edin diyecek değilim.

PKK’ya yakın olanı tercih edemeyiz. Fetö’ya bulaşanları veya içinde olanları da tercih edecek değiliz. Müslüman görünüp İslam’ın içini boşaltanları da tercih edemeyiz.

İnancımıza, dilimize ve tarihimize sahip çıkanlara sahip çıkmak istiyoruz.

Seçimlerin ülkemize hayırlı olması temennisiyle.