Efendiler!

Ey Atatürkçüler!

Efendiler!

Aşağıdakilerden hangisi size uyar?

  1. A) Atatürk'ün Nutuk kitabını adamakıllı okuyup anlamak, üstünde kafa yormak,
  2. B) Kafa konforunuzu Atatürk'ün Nutuk kitabıyla bozmayıp Atatürk nutukları çekmek...

***

Efendiler!

Tanımadığınız kişiye hak ettiği kadar sevgi de duyamazsınız nefret de. Yarım yamalak, şaşkın şavalak destek de köstek de zâten hedefine varamaz, eme seme yaramaz. (Atatürk'ü çok sevdiğini söyleyenlere duyurulur.)

***

Peki, onun Nutuk kitabını, orijinalinden okuyup anlayabiliyor musunuz?

Bâzılarınız muhtemelen şöyle cevap verecektir:

"Hocam, orijinalinden okumak şart mı? Nutuk'un günümüz Türkçesine çevrilmiş hâlini okurum, adam gibi de anlarım ben..."

Hayır, efendiler, hayır!

İşte bu sizin hüsnükuruntunuz... Kazın ayağı öyle değil maalesef! Hangi tercüme orijinalini tutar ki?

Hele Türkiye'ye mahsus "Türkçeden Türkçeye tercüme"lerde vaziyet, tut kelin perçeminden...

***

Şimdi sırtlarınızı koltuklara yaslayın; Gençliğe Hitâbe'nin orijinal bir cümlesini öz Türkçesiyle kıyaslayın:

"Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. / Bu temel, senin en değerli (güven) kaynağındır."

Nutuk'un "Türkçeden Türkçeye" mütercimlerinden biri olan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu yukarıdaki cümlede "hazîne" kelimesini yabancı görüp "kaynak" ile karşılamış. Bundan da emîn olamayıp "güven kaynağı" diye îzâh etmiş.

Şimdi, efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım:

Acabâ bu zât, Atatürk'ün buradaki maksadını doğru anlayıp anlatabilmiş mi?.. (Atatürkçü Düşünce Derneğinin dediklerine bakarsak, öyle...)

***

Öyle mi?

Bakalım:

"Bu temel" sözü ile kasdedilen şey, iki önceki cümlede geçiyor: Türk istiklâl ve cumhûriyeti. (Birinci vazifen; Türk istiklâlini, Türk cumhûriyetini, ilelebet muhâfaza ve müdâfaa etmektir.)

Atatürk "Türk istiklâl ve cumhûriyeti"ni iki cümle sonra "hazîne"ye benzetiyor; Velidedeoğlu ise bunları "güven kaynağı" olarak tefsîr ediyor...

"İstikbalde dahi, seni bu hazîneden mahrûm etmek isteyecek dâhilî ve hâricî bedhahların olacaktır." cümlesini "Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyecek kötüler bulunacaktır." diye çevirmiş olan Velidedeoğlu "bedhahlar" kelimesinden salt "kötüler"i anlamış...

***

Efendiler!

Oysa "bedhah" kelimesi Ferit Devellioğlu'nun îzâhıyla "her şeyin kötülüğünü isteyen" mânâsına gelir; Kubbealtı Lügati'ne göre "Başkasının kötülüğünü isteyen, başkası için iyilik dilemeyen (kimse)" demektir. TDK ise 1935'te "kötü" kelimesini "habis, fenâ, kem, redî, mezmum, berbad, bed" kelimelerine karşılık olarak göstermiş; "bedhah" kelimesinin yerini tutması için de "kötücül" kelimesini uydurmuştur. Demek ki "bedhah" ile "kötü" arasında az çok fark var... Velidedeoğlu bu farkı ya görememiş yâhut iki farklı mânâyı yuvarlamış. (Aslında, farkında olmadan teneke yuvarlamış.)

***

Yalnızca bunlar da değil: Velidedeoğlu, Atatürk'ün "bilfiil" kelimesi yerine "eylemli" kelimesini tercîh etmiş: "Zorla ya da aldatıcı düzenlerle, sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemi yapım yerleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine eylemli olarak girilmiş olabilir."

(Bu Velidedeoğlu günlük hayâtında da "hazîne"yi reddedip hep "kaynak" mı diyordu? Sonra "tersâne" yerine "gemi yapım yerleri" diye mi konuşuyordu acabâ? Hayâtında "hîle"ye hiç ihtiyaç duymayıp hep "aldatıcı düzenler" mi kullanıyordu? Öyle idiyse "öz hakîkî öz Türkçeci"ymiş demektir. Gelgelelim, bu son cümlesinde "öz Türkçecilik" zırhını iki yerden deldirmiş görünüyor: Buradaki "kale-köşe" kelimelerinden ilki Arapça, ikincisi Farsça...)

***

Efendiler!

"Teneke" dedim de aklıma şu geldi: Nutuk'un öz Türkçesi, teneke mahallesi...

Tenekeçirozetsizinkiler...