Koparılan dil - 1

Şu türküyü belki hatırlarsınız:

"Bu âşıklık bir mihnetdir,

Hak'dan bize hidâyetdir,

Sabrın sonu selâmetdir,

Gönül, sabreyle sabreyle...

Dâimî, cûş edip çağla,

Pervâneni nâre dağla,

Öz gönlünü Hakk'a bağla,

Gönül, sabreyle sabreyle..."

1983'te ölen Âşık Dâimî'ye âit olan bu türkünün kelimelerini şimdiki nesilden kaç kişi anlar? Şarkı değil, gazel değil, türkü bu... Şimdiki gençlere, İngilizce şarkılar dahi Âşık Dâimî'nin bu türküsünden daha âşinâ gelir belki...

Biz ise körpecik beyinlere ana sınıflarında bile ha bire İngilizce öğretmek için dört dönüyoruz...

Bu müfredat, neyin kafasıydı?

***

Bir ülke düşünün ki 50-60 yıl öncesinin gazetelerindeki dil bugün eski[til]miş hâlde...

Buyrun, size o yıllardan birkaç haber başlığı:

"Demokrat Partisi resmen teşekkül etti."

"Zühreye peyk atılıyor."

"Sâbık devlet erkânı nezâret altına alındı."

Bırakın liselileri, üniversite talebeleri bile bu cümlelerle verilen haberi anlayamaz...

***

Bu milletin evlâtlarını dil-duygu-ilim-irfan bakımlarından besleyecek milyonlarca metin, yüz binlerce kitap bugün soldurulmuştur. Bu yüzdendir ki, çocukların hâfızası, zengin Türkçeden ırak; kelime havzası kurak ve çorak...

Cemil Meriç'in dediği gibi, "Dil, Penelop'un örgüsü, yirmi dört saatte bir sökülüp örülüyor."

Dilde olan biteni yine onun şiirli ve sihirli teşhisiyle söyleyelim: "Rüşdünü idrâk etmeden kocayan nesillerin kendi kendini tahrip insiyakı..."

***

Nasıl oldu bu?

Öz Türkçecilik belâsı, uydurmacılığın dik âlâsı ve şu yabancı dil sevdâsı yüzünden... Birkaç asırlık eserler bir yana, harf değişikliğinden (1928) sonra yazılan kitapların dili bile bugün eski[til]miştir. Doğalı daha bir asır olmamış kitaplar içinde dili sonradan hiç değiştirilmeden basılan ve alınıp okunan bahtiyar bir eser var mı? Türkçeden Türkçeye tercüme edilenlerse sürü sürü... TDK lügatlerinde Ziya Gökalp’ın “Türk Medeniyeti Tarihi” kitabının adı “Türk Uygarlığı Tarihi” olarak geçiyor.

50 yıl önceki İngilizceden bugünkü İngilizceye tercüme var mı? Fransızca, Almanca, İspanyolca, Arapça bizim dilimiz gibi kâbus gördü mü?

Ne hazindir ki bu kâbusu övenler var hâlâ...

***

Mehmet Kaplan, "Kültür ve Dil" adlı eserinde "öz Türkçecilik" hareketinin "ilme aykırı" olduğunu söyler. (Esâsen bunun "ilme uygun" olduğunu iddiâ eden bir ilim adamı var mıdır, varsa da hakîkî bir ilim adamı mıdır yoksa şarlatan mıdır, ayrı mevzû...)

Fakat asıl vahâmet, bunun devlet tarafından yapılmış olmasıdır. Aynı eserde Kaplan, tek parti devrinde uydurma kelimelerin mektep kitaplarında kullanılmaya başlandığını kaydeder; yeni yetişen nesillere bu kelimelerin böylece zorla benimsetildiğini yazar. Bu hakîkati daha nice ilim, fikir ve sanat adamı yazmıştır.

Yazmıştır da ne yazar?..

***

Peki, ilme aykırıymış, akla uymazmış, vicdana sığmazmış, kimin umurunda? Dilin asıl sâhibi milletmiş ve onun rızâsı alınmadan çocuklarına zorla bu "uydurma dil" öğretilmiş, ne gam...

TDK, on binden fazla kelimeyi Türkçeden defetmek için menzil beygiri gibi koştu. 1935’ten îtibâren binlerce kelimeye “Osmanlıca” yaftası vurdu; yerlerine sürü sürü, turfa kelime uydurdu...

85 yıl önce devlet tarafından başlatılan ve dilimizi alt üst eden bu hareketi hangi sözlerle tasvîr edelim? En iyisi, Mehmed Âkif'in o meşhur beytine bir nazîre yapalım:

"Beyinler ürperir yâ Rab, ne korkunc inkılâb olmuş:

Ne dil kalmış ne irfan, dil harâb, irfan türâb olmuş..."

***

Cumhurreîsimiz tarafından müjdelenen yeni müfredâtın bizi bu “harâb-türâb hâllerden kurtarmasını umuyoruz.

"Rüşdünü idrâk etmeden kocayan nesiller” bu ülkenin en büyük acısıdır...