Siz bu satırları okurken takvimler 14 Şaban 1441 tarihini geride bırakmış oldu. Herkesin birbirine Whatsapp’tan hunharca kandil fotoğrafı gönderdiği o gece geride kaldı. Kandiliniz mübarek olsun, herkes sevgiyle dolsun mesajları arasında geçti bir gece daha. Peki benim için?

Siz bu satırları okurken takvimler 14 Şaban 1441 tarihini geride bırakmış oldu. Herkesin birbirine Whatsapp'tan hunharca kandil fotoğrafı gönderdiği o gece geride kaldı. Kandiliniz mübarek olsun, herkes sevgiyle dolsun mesajları arasında geçti bir gece daha. Peki benim için?

Benim için Berat gecesi kıymetli bir gecemiz olmakla birlikte yaş aldığımın habercisi de olan gece. Yıllar önce 14 Şaban gecesinde, bir bahar mevsimi katılmışım dünyaya. O günlerde deselerdi ki 'Bu dünya çok berbat, gelme!' yine de gelirdim. İnsan imtihanından kaçamaz çünkü. 'Dünyanın yaşanmaz bir yer olmasına sen de katkı sağlayacaksın' deselerdi ona inanmazdım tabi.

Kötü olmayı kimse kabul etmez. Ayrılıklara, küskünlüklere, ayrıştırılmalara, ayrıştırılmışlıklara ortak olacağımı bugün dahi ifade edenlere çok pis kızarım. Lakin kimse üzerine alınmadığına göre bu yanlış hareketleri birilerimiz ısrarla devam ettiriyor demektir. Ayrışmayı ahlak haline getiriyor demektir birilerimiz!

Geçenlerde birkaç kişinin kendince derin muhabbetler ettiği bir ortama dahil oldum. Konu tarih, insanlık ve düşmanlar idi. Kendinden olmayan, aynı kanaati paylaşmayan herkesin düşman olduğu ve nefes alma hakkının olmadığı bir dünya tasavvuru başımıza yağacak taşların habercisi belki de!

Korona veya herhangi bir virüs krizi, tehlikesi elbette geçecek. Neticede Buckingham sarayına girmiş terbiyesiz bir hastalık! O kadar üçüncü dünya ülkesi, o kadar sıradan insan, iki milyar civarında Müslüman varken gitmiş İngiliz sarayına girmiş. Bu ne demek? Virüs sosyal statü ayırmıyor, tuttuğunun icabına bakıyor demek. Dolayısıyla hazır yeri gelmemişken… #EvdeKalTürkiye!

Biz farkında olarak veya olmayarak bu dünyayı hem fikren hem fiziken yaşanmaz hale getirmekte ısrar ediyoruz. Mesela orman bölgelerinde kimse kafasına göre ormandan odun kesip yakamaz! Çok ağır cezaları vardır. Ancak insanlık çağlardır ağaç keser. Hem de ev yapmak için, mobilya için, malzeme için, savaş aleti için, ısınmak için… Ormanlar dipdiri durur.

Balta girmemiş veya ceylanların seke seke arz-ı endam ettiği ormanlarımız içine otel şantiye operatörleri gelince ortadan kalkıyor. Palmiye ağaçları yağ üretimi için kesilince veya farklı ağaç türlerinin kesilip yerine hızlı para kazandırıyor diye palmiye dikilince, farklı tat diye çeşit çeşit hayvanlar hayvan(!)lar tarafından katledilince, henüz gizemi çözülemeden ve belki de çözülmesi gerekmeden yok edildikçe ormanlar, göller, adalar, dağlar… Ne insana, ne tabiata edilmedik hakaret, işlenmedik cürüm bırakmamış bu insanoğluna Allah belasını verecek.

Peki biz? Biz o belaya muhatap olmayanlardan olmak için uğraşmak zorundayız. Aksi halde berat gecesinde akıllı telefonlardan fotoğraf göndermeyle kandil mübarek olmaz.

Sözün benimle alakalı kısmına gelince… Öleceğiz nitekim.

Doğum günü hediyesi takdim etmek isteyenler olursa tebessümler eşliğinde sunacağım tekliflerle yardımcı olabilirim. En önemli doğum günü hediyesi şu olabilir: Bir gönle dokunmak… Mazluma umut ve nefes olmak

Öldüğümüzde, işimize yarayacak bir şeyler kalsın gerimizde. Size ve şartlarınıza kolay gelenden başlayın. Ihlamur dikin. Çınar mesela. Meyve ağaçları… Biz gidince günlerden bir gün adımız toprakta, nebatta yaşasın. Değmez mi?