KİTAP YAKAN DEĞİL OKUYAN NESİLLER

Günümüzde Londra'da 52 bin kişiye bir kütüphane düşüyor.

1258'de Hulagu'nun yerle bir ettiği İslam Hilafet merkezi olan ve 300 bin nüfuslu Bağdat'da 38 kütüphane vardı.

Şimdi söyleyin bakayım:

761 sene önce bir İslam beldesinde kaç kişiye bir kütüphane düşüyor?

Günümüzde Londra’da kaç kişiye bir kütüphane düşüyor?

Son 80-90 senedir yere-göğe sığdıramadıkları “çağdaş” Avrupalı mı çok okumuş yoksa Müslümanlar mı?

Endülüs’te, Müslümanlar orayı terk etmek mecburiyetinde kaldıktan sonra Gırnata’nın Babu’r-Remle meydanında “Müslümanlardan kurtuluşun” nişanesi olarak Arap harfleriyle yazılmış; içinde tıp, astronomi ve tarihle alakalı 2 milyon kitap Francisco Jimenes de Cimneros tarafından yaktırıldı.

Söyleyin bakalım; kim barbar, kim kitap düşmanı?

1930’lu yıllardan beri söylenen “Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” lafı neyin nesidir?

Hala günümüzde bazı politikacıların tekrar ettiği “Muasır medeniyetler seviyesini aşmak” ne demektir?

“Müslümanlardan kurtuluşun” bir simgesi olarak “Arap” harfleriyle yazılı kitaplar yakılıyor.

Yakın tarihimizde (Erken Cumhuriyet döneminde) aynı felaketi biz Türkiye Türkleri olarak yaşamadık mı?

Atalarımızla olan kültürel bağımız koparılmadı mı?

Atalarımızın kaleme aldığı milyonlarca nadide eserleri 1928 yılından sonra “okuyamaz” hale gelmedik mi?

Bu yetmezmiş gibi 1930’lu yıllarda bin yıldan beri kullanmakta olduğumuz kelimeler “Öztürk’çe” adı altında yasaklanarak sıfırlanmış olan okuma-yazma seviyemiz üzerine beton dökülmedi mi?

Milletimizin yakın tarihte böyle bir ağır imtihan geçirdi, bunu biliyoruz.

Ne yapmalıydık?

Bu devlet bizimdi. Hükümetler değişebilirdi.

Devlete sahip çıkmalıydık ama bu nasıl olacaktı?

Millete sahip çıkarak ancak devlete sahip çıkılabilirdi.

Peki, bu nasıl olacaktı?

Önce hatalar tashih edilmeliydi. İnsana yatırım yapılmalıydı. Zedelenmiş kökler onarılmalı ve susamışlık giderilmeliydi.

Bozulma, tahribat ve, devrim hızlı olur. Zira yıkmak ve devirmek kolaydır. Ama tamir etmek ve telafi etmek hem zordur hem de uzun zamana muhtaçtır.

Yiğit düştüğü yerden kalkacağından, bozulan itikadın düzeltilmesiyle başlanmalıydı.

Erken dönem Cumhuriyet devrinde meydana gelen dehşetengiz sosyo-kültürel kırılmalar sonraki dönemlerde “demokrasinin” kısmen temin ettiği serbestiyet sayesinde kısmen telafi edilmeye çalışıldı. Fakat Osmanlı’nın son döneminde uç vermeye başlayan ve Cumhuriyet’in ilk devresinde tavan yapan radikal batıcılık ile oluşturulan sosyo-kültürel kaosun tortulaştırdığı irfanî boşluk, bir kısım yerli misyonerler ile neo mutezile cereyanlar tarafından dolduruldu. İslam tarihinde Ehl-i sünnet dışı akımlar (Mutezile, Cebriye, Mürcie, dinlerarası diyalog, ılımlı İslam, Vahhabilik, Şia vs) hep vardı fakat marjinaldi.

İslam’a hizmet hususunda eşsiz bir nam bırakan ve Ehl-i sünnetin kalesi olan ecdadımızın bize emanet ettiği ülkemiz mezhepsiz, Vahhabi ve Şia türü akımların istilasına maruz kaldı.

Ezanla yoğrulmuş ülkemizde sosyo-kültürel sahada nisbî olarak inkişaf var elbette. Engeller olmakla birlikte milletin bağrından çıkmış Ehl-i sünnet çizgisini muhafaza eden teşekküller milletimizin ve İslam aleminin ümidi olmayı devam ediyor, bunu biliyoruz. Zira İslam âleminin yegâne ümidi İstanbul merkezli Türkiye Türklüğüdür. Bunun sebebi açıktır ve şudur: Ecdadımız, bin senedir İslam dünyasına ve sevgili peygamberimize hürmette eşsiz bir örnek sergilemiştir.

Günümüzde etrafınıza bakınız lütfen: Son iki yüz yıl içinde İslam beldelerinde; Afganistan’dan Suriye’ye kadar meydana gelen her felakette en güvenli belde olarak Anadolu görülmüştür. Bizim millet olarak özgeçmişimiz (cv) bu hususta zengindir.

Öyleyse milletin sosyo-kültürel dokusuyla oynamamak lazımdır. Sosyo-kültürel dokunun sağlıklı olmasının temeli olan ibadetlere (Mesela Kurban ibadeti) engel olunmamalıdır. Kurban bir ibadettir. Milletimizin belli bir zaman diliminde vermiş olduğu muvakkat yetkilerle hak ve hukuk ihlalinin yapılması, uzun dönemde yapanları mahcup eder.

Varlık sebebimiz olan sosyo-kültürel yapımızın sağlıklı temeller üzerinde inşa etmenin ilk şartı sağlam nesiller yetiştirmektir. Sağlam nesiller doğru dil, doğru tarih ve doğru din ile mümkündür.

Bazıları kitap yakarak aydınlanır. Biz kitap okuyarak aydınlanmak ve “münevver” olmak istiyoruz.