15 Temmuz hadisesi bize birkaç hususu daha iyi anlama fırsatı vermişti. Bunlardan birisi anlık kriz yönetimi, birisi ilkeler değil de şahıslar üzerinden belirlenen kriterlerin bize ve topluma büyük zarar verebileceği riskiydi..

15 Temmuz hadisesi bize birkaç hususu daha iyi anlama fırsatı vermişti. Bunlardan birisi anlık kriz yönetimi, birisi ilkeler değil de şahıslar üzerinden belirlenen kriterlerin bize ve topluma büyük zarar verebileceği riskiydi. Konu 15 Temmuz olunca oradan çıkarılacak elbette çok fazla ders ve ibret mevcut. Bugün yazmaya ve paylaşmaya çalışacağımız kısım güncel üstü bir mesele olan kriz yönetimi!

Tüm dünyayı kasıp kavuran bir virüsle karşı karşıyayız. Türkiye gibi azınlıkta olan tedbirli ve dikkatli ülkeler olayı kontrol altında tutma gayretindeyken bir kısım büyük(!) ve medeni(!) ülkeler neredeyse hala ne yapabileceğine dair bir plan hazırlayabilmiş değil.

Tam da burada, Ömerimiz radiyallahu anh'ın devrinde 'Amvas Taunu' olarak kayıtlara geçen ve başta Ebu Ubeyde bin Cerrah olmak üzere birçok sahabenin şehadetine vesile olan o hadiseyi hatırlatmakta fayda var.

Hadise şu: Amvas Taunu bugünün tabiriyle 'veba' ortaya çıkıyor. Ebu Ubeyde bin Cerrah büyük bir titizlikle şehri karantinaya alıyor. Kendi de hastalığın farkına varır varmaz yakın görevlisini yanından uzaklaştırıp tüm ihtiyaçlarını dairesinde kendisi görerek şehadeti bekliyor. Dönemin şartlarında ne gibi tedbirler alındı karantina dışında, meraklısı araştırabilir.

Ancak şu kısım çok mühim: Hz. Ömer maiyetiyle birlikte Şam'a gitmek üzereyken hadiseyi haber alınca seyahat planını değiştiriyor. Hastalık yok olana kadar şehre girmiyor. İçeriden ve dışarıdan şehir karantinaya alınıp, giriş çıkışlar durduruluyor. Veba salgını, zaman içerisinde aldığı canlarla birlikte gidiyor.

Hz. Ömer şehre girdiğinde Ebu Ubeyde bin Cerrah'ın vali konağına uğruyor ve onun özel bölümünün şatafatı karşısında gözyaşlarını tutamıyor: 'Dünya herkesi değiştirdi, Ebu Ubeyde hariç!' demekten kendini alamıyor. Lüksten eser yok. Tedbir, temizlik ve tevekkül var sadece.

Bugünlerde ise temizliği parfüm sıkmak olarak anlayan, bakımı makyaj zanneden bir kalabalıkla karşı karşıyayız. Elbette kimsenin ne giydiğiyle ilgilenmiyoruz ancak şunu da ifade edelim ki kullandığımız ve bize etki eden her bir kimyasal, muhatabı olacağımız hastalığa karşı direncimizi zayıflatıyor.

El-tırnak temizliği, elbiselerin daha dikkatli kullanılması, ziyaretlerin kontrollü yapılması gibi başlıklar ilgili kurumun ısrarla üzerinde durduğu uyarılardı. Maalesef bu uyarılara hızlıca karşılık vermedik. Dahası karantina boyutuna gelmemiş ve inşallah gelmemesi için dua ettiğimiz hastalıkla alakalı izole olma boyutunu da ihlal edenlere çokça şahit olduk.

Okulların tatil edildiği, camilerde toplu ibadetlerin durdurulduğu, kriz değil ama riskin burnumuzun dibinde olduğu bu dönemde yapılması gereken Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere söz hakkına sahip kurumlar ne diyorsa ona riayet etmektir. Aksi takdirde gönlümüzü burkacak, gözümüzü yaşartacak hadiselerle karşılaşmamız çok da uzak değil.

Diğer taraftan şuna inanıyoruz ki tarihi Allah yazar, bize düşen duracağımız yeri belirlemektir. Tıbbi birçok izahı olabilir virüsün ancak bütün olan biten netice itibariyle Rabbimizin bir imtihanıdır. İşte bize düşen de bu imtihanda doğru yerde durmak!

'Bize bir şey olmaz' refleksi en çok ve en kolay bize bir şey olacağının habercisidir. Şunu da ilave edelim ki biz insanlığın görebileceği en müthiş medeniyeti inşa etmiş bir topluluğuz. Bugün ortaya çıkan tabloyu da köklerimizle yeniden ve sağlıklı bir ünsiyet kurduğumuzda çözebileceğiz.

Gençlere zaman zaman şunu söylerim: Ölmeden önce okumanız gereken kitaplardan birisi de Mehmed Niyazi'nin Medeniyet Ülkesini Arıyor eseri. Daha doğrusu Mehmed Niyazi'nin tüm kitapları -bence- ölmeden önce okunması gereken metinler. İşte adı geçen o kitapta, dünyanın herhangi bir olay karşısında sadece kesip biçebildiği çağlarda 'bizim' adamlar ve kadınlar çözümleri üretmekle meşguldü.

Korona virüsünün aşısı aranıyor şimdilerde. Aslında insanlık, çok da uzağa gitmiş olamaz diyebileceğimiz medeniyet iklimini arıyor. Peki, biz o iklimi yeniden bulmaya ve onunla insanlığı kurtarmaya talip miyiz?