KEL RAHMET/ ÖMRÜMÜZE BEREKET

Bir varmış, dünya ikiye darmış, üç dama tırmanadursun, dördün saçları ağarmış. Saçları ağaranlardan bir de Nasipsiz Şükür’müş. Şükür, şükretmesini bilir ama kendisine neden nasipsiz denildiğini bilmezmiş. Günlerden bir gün Şükür eve geç gelmiş. Yüzünden düşeni toplasalar dert çuvalı dolarmış. Karısının sorularını cevapsız bırakmış, geçmiş pencere kenarındaki divana bağdaş kurmuş, oturmuş. Sonra da bir türkü tutturmuş: “Aman bre ölüm üç gün ara ver; al benim sevdamı götür yara ver”,diye. Şükür, hem türkü söylüyor hem de ağlıyormuş. Bu durum Şükür’ün karısı Şükriye’ye dokunmuş. “Halimize şükür, niye ağlıyorsun Şükür”, demiş. Şükür yine cevap vermeyince kadıncağız hem kızmış hem üzülmüş. Almış başını mutfağa gitmiş, ocağı yakmış bir kendisine bir de kocası Şükür’e kahve yapmış. Fincanlar tepside tam da odaya giriyormuş ki güm güm de güm güm kapı çalınmış. Şükriye irkilmiş. Kapı tekrar gümleyince Şükür içeriden “Kim o?”, diye seslenmiş. Dışarıdan; “Şükür Efendi, Şükür Efendi yetiş, kocam elden gidiyor.”diye bir feryat duyulmuş. Bu ses, komşu Çile Hanım’ın sesiymiş. Şükür telaşlanmış, kapıya yönelmiş. Kapının önünde saçı başı darmadağın Çile Hanım; “Yetiş Şükür Efendi, gitti, gitti kocam!”, demiş. Şükür Efendi giyinikmiş, kadın önde Şükür peşinde bir koşu varmışlar babadan yetim, geçkince evli, devletten emekli; kel başlı, az maaşlı, çatık kaşlı, gözü yaşlı Rahmet’in evine. Odanın ortasında Kel Rahmet, kan revan içinde yatıyormuş. Şükür, hemen Rahmet’in nabzını tutmuş, çok şükür atıyormuş. Şükür, vakit geçirmeksizin telefona sarılmış. Bu arada da Çile Hanım’a da neler olduğunu sormuş. “Vallahi”, demiş Çile Hanım, “kafayı yedi benim kırk yıllık eşim. Kaç gündür yine hesap kitap, toplama çıkarma, çarpma bölme… Söylenme, sövme… Banka, kredi, faiz… Daha önce de alma dediydim de dinletemedim. İki yıl anaparaya bir yıl da faize çalışmıştı. Böyle, böyle alışmıştı ki geçen yine borçlarından bunalıp bankaya gitti. Gidişinde düşünceli, gelişinde deliydi. Söylendi, sövdü, sonra da yumrukları ile duvarları, başı ile aha bu masayı dövdü. Engel olamadım valla! Çıldırmıştı sanki… Çile Hanım aniden susmuş. “Bak, bak Şükür Efendi! Allah’a şükür rahmetlim, aman şeytan Rahmet’im gözünü açtı. Dudakları da oynuyor; galiba bir şeyler söylüyor.”, demiş. Gerçekten de Devletten Emekli Kel Rahmet Efendi bir şeyler söylüyormuş. Şükür, eğilmiş kulak vermiş: Rahmet Efendi; “ulan böylesi sistemin de, bu sistemi uygulayanın da, çanak tutanın da, vatandaşını bankalara söğüşletenin de anası… …dını” Şükür eliyle Kel Rahmet’in ağzını kapamış. Böylece Rahmet’in son söyledikleri anlaşılmamış. Şükür, Çile Hanım’a dönmüş; “vallahi boşuna cankurtaran çağırdık seninkinin canı da kurdu da dilinde; baksana yine dümdüz gidiyor”, demiş. Tam o sırada sirenleriyle mahalleyi ayağa kaldıran ambülâns, Rahmet’in evinin önünde durmuş. Çile Hanım; ne olacak diye merak ve heyecandan eli ayağı biri birine dolanırken görevliler, devletten emekli, geçkince evli, kalbi tekli, pantolonu benekli, kel başlı, az maaşlı, çatık kaşlı, gözü yaşlı Rahmet Efendi’yi sedyeyle cankurtarana taşımışlar. Hanımına da; “sen de gel yenge”, demişler. Kel Rahmet’e, ilk müdahale araçta yapılmış mı yapılmamış mı orası meçhul ama devlet emeklisi Rahmet Efendi, rahmete ermeden hastaneye yetiştirilmiş. Hastanede Rahmet’in kafa filmini çekmişler, kanayan kel başını da sarıp sarmalamışlar. Beyin kanaması teşhisiyle de yoğun bakıma almışlar. Aksilik bu ya elektrikler kesilmiş. Jeneratör de tamirdeymiş. İlgililer, tedbir olarak yoğun bakımın kapılarını ve pencerelerini açmışlar. Tam da bu sırada hafif bir rüzgâr çıkmış. Kapı ile pencere arasındaki ranzada yatan Kel Rahmet cereyana yakalanmış, titremeye başlamış, ateşi yükselmiş, başlamış sayıklamaya; “ev kirası, elektrik yarası, su karası, havagazı parası, telefon faturası, asker oğlanın cep harçlığı, kızın üniversite harcı, bakkalın borcu, kasabın çakası, doların kafatası, Euronun şakası, bankanın falakası… Sonra makam değiştirmiş, bir uzun hava ile birlikte vatandaşını bu hale getirenlere göndermeye başlamış. Hani haksız da değilmiş; devletten emekli Kel Rahmet’in yaşadığı ülkede ip, cambazların elindeymiş. Cambazlar, istediğine istediği gibi ipi sallar sonra da; “haydi hop”, diyerek vatandaşları atlamaya zorlarlarmış. Son uçta hüneri olanlar atlar, olmayanlar da çuvallar yüzükoyun yatarlarmış.

Devletten emekli, geçkince evli, kalbi tekli, pantolonu benekli; kel başlı, az maaşlı, çatık kaşlı, gözü yaşlı Rahmet Efendi de ip atlamakta başarısızlardanmış. Ya işte böyle! Sen ne söylersen söyle anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.

Rahmet efendiye Allah rahmet etsin, geride kalanlara da sabır ve akıl ihsan eylesin. Her neyse girmeden kafese bizde diyelim hu!

Hadi Önal/24 Eylül 2018/ELAZIĞ