Kefá bil mevti váizán..

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem),: “Ağzınızın tadını (keyfinizi) kaçıran ölümü sıkça anınız” der. Büyük veli Mevlâna için ölüm, Şeb-i arustu! Yani düğün gecesi... Çünkü o büyük veli ölümü Rabbine kavuşma olarak görüyor ve hattâ bir an önce gerçekleşmesini diliyordu..

Ölümden korkanların korkuları yok olmak... Müslüman ise ahiret (sonraki hayat) inancına sahip. Tek korkusu Müslüman olarak ölememek!.. Dünyayı imtihan yeri olarak görüp, bağlanmayanlar hayatına en güzel anlamı verenlerdir. Hakiki dünya saadeti de onların olacaktır.. Zaten korkunun ecele (vade saatine) faydası yok!

Hakiki Müslüman huzurlu olur. Hergün ölümü düşünür gaflet ile hayatına kerih (kötü, iğrenç) şeyleri katmadığı için mutludur.. Ölümü düşünür ama kara kara değil.. Hakiki Müslüman yaşlandıkça bunamaz, abuk sabuk şeyler söylemez. Ölüm hayatın bitişi değil, Rabbine kavuşacağı saattir. Ölüm kafesin açılıp hürriyete kavuşma vaktidir..

Adam profesör olmuş ama aslında fasafisör... “Organ bağışlamam, bir dangalak benim organımla neden yaşasın?” diyor! Organ bağışı kendi tercihidir ama bu sözüne bakılırsa ondan daha dangalağı yoktur... Tarihe geçecek en dangalakça lafı etmiştir çünkü...

* * *

Servet, iktidar, nüfuz belki bir güçtür. Fakat akıl ve imanınız daha güçlü değilse, elinizdeki bu güç aleyhinize çalışır.. Ve sizin hayır gördüğünüz dünya imkânları aslında sizin için şer (kötülük) haline gelir ve mahvınıza bile sebep olabilir. O hâlde Allah kuluna önce akıl ve iman versin...

Sağlık büyük bir nimet. Hastalık kötü. Lâkin bazen hastalık bizim lehimize, sağlık ise aleyhimizedir... İstidrâc diye bir mefhum var İslâm ıstılahında.. Kaçımız biliyor bunun anlamını?

Firavun, Nemrut gibi tanrılık taslayan ahmaklar sağlıklı idiler. Bir diş ağrısı bile çekmedikleri rivâyet edilir... Lâkin bu onlar için istidrâc idi. Ölüm ansızın geldi ve o tanrılık iddia edenler en zayıf bir mahlûk tarafından öldürüldü veya çok rezil bir şekilde geberip gittiler...

Günümüz insanları hastalık halinde bile burunlarından kıl aldırmıyor, büyük bir azgınlık sarmış toplumu. Ahmaklık en büyük hastalık ve tedavisi yok! Hz. İsâ (a.s) “ben Allah’ın izni ve keremiyle ölüyü dirilttim ama ahmaklar için bir şey yapamam” buyurmuş.

Günümüz insanları günah-ı kebairi (büyük günahları) açıkça işliyorlar. İnsanlardan utanmıyor, sıkılmıyor, Allah’tan korkmuyorlar. Bu gayritullaha dokunur. Yani Allah’ın (c.c) gazabını çeker. Dünya kıyamete sürükleniyor adam balkonundan film gibi izleyeceğini sanıyor...

Nuh (a.s)’ın tufanı gibi tufanlar, ateşler, hayâl dahi edilemeyen büyük ıstıraplar ile sarsılacağımız günler yakındır!.. Kâhin olmaya gerek yok. Ne ekersen onu biçersin. Ahmaklık ekenler ahmak bir adamın (stupid Trump) dünyayı tehdit eden sözlerine neden şaşıyorlar?

Geçenlerde A. Dilipak yazmıştı: Çobanlar gökdelenler inşa etmeye başladılar. [Kıyamet alametlerinden olarak bildirilmiştir... REB] İnsanların çoğu artık helâli haramı düşünmüyorlar, sadece para kazanmak derdindeler. (........) Namazı savsaklayan hocalar geliyor! Yönettikleri halkı aşağılayan, onlara yalan söyleyen amirler hak sahibine, âlime itibar etmeyip, mal ve servet sahiplerine itibar edecek. Fuhuş yayılacak, fahişeler itibar görecek..”

Manzara böyleyken kahkahalar!.. Oysa ağlamak zamanı. Ne diyordu şairler sultanı Necip Fazıl? “Ağlayın, su yükselsin, belki kurtulur gemi...” Neşet Ertaş, “Cahildim, dünyanın rengine kandım” demişti. Dünyanın rengi..

Yaşadığımız kapitalist dünyanın rengi zifiri karanlık değil mi? Neden hiç mutlu olan yok? Her başarı omnipotence (omnipotans, kadir-i mutlaklık, her şeyi başarırım düşüncesi) getirmeyebilir ama tehlikeli yanı da çok... Kul daima “Allah’ın izni ve keremiyle yaptım” demeli...

Zira Allah’tan başka galib olan, Allah dışında kadir-i mutlak olan yoktur. Kul, “ben başardım, yaptım” dediğinde kâfir olacağını bilmeli.. Aksi halde, giderek daha şedit bir kâfir olur Başardıkça, ego daha da şişer ve sonunda Nemrutlaşarak patlar... Gazab-ı ilâhî beynine tokmak tokmak iniverir!..

Altmışlı yaşlarını geçmiş Celal Şengör fasafisörü adam olabilseydi bir başak gibi eğilmiş mütevâzı ve mürüvvet sahibi olmuş olurdu. Oysa o Nemrutlaşmayı seçti, akıbeti de Nemrut’unki gibi olacak...

Babasıyla alâkalı sözleri ile yakayı ele veriyordu: “İyice yaşlanıp, yatalak olduktan ve etrafı ile teması kesildikten sonra, babasının ziyaretine gitmediğini” söylemişti.. Hattâ “babasının mezarını bir daha göreceğini sanmadığını” da söylüyordu...

Pekâlâ bu herifin, yaşlı babasına baktığında ya da ölümünden sonra kabristana gittiğinde gördüğü neydi? ÖLÜM ve (ona göre) yok olma..

Bir laboratuarın kapısında Latince ‘ölüm hayatın öğretmenidir’ yazısı varmış. Bu labroratuar Türkiye’de!.. O yazının yerine Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sözü yazılmalı değil miydi? “Kefá bil mevti váizán... (Nasihat, vaiz, öğretmen olarak ölüm yeter..)