Kaybolan Tarihin Peşinde'nin hikayesi benim için küçüklükten beri tarihe duyduğum merakla ve tarihin aslında sadece "geçmiş"ten ibaret olmadığı fikrine inanmamla başlamıştı.

Kaybolan Tarihin Peşinde'nin hikayesi benim için küçüklükten beri tarihe duyduğum merakla ve tarihin aslında sadece "geçmiş"ten ibaret olmadığı fikrine inanmamla başlamıştı. Gerçekten de tarih sadece geçmiş zamanı, yaşanmış olanı ve bitmişi değil; zaman içindeki katmanları, paralel olayları ve düşünce süreçlerini tanımlayan ve aktaran bir disiplindir. Zaten Tarih araştırmalarının cezbedici tarafı da budur benim için.

Çok küçük yaşlardan bu zamana kadar gelen tarih araştırmaların sadece okumak, yazmak, dinlemek değil; aynı zamanda görmek ve izlemek eylemlerini de ihtiva ediyor. Sadece kitaplarla, gezilerle, estetik tarihi ve kültür tarihiyle değil; görsellikle de besledim çalışmalarımı. Özellikle teknolojinin bu denli ilerlemesi, dijital platformlara görsellerin aktarılması ve bu görseller üzerinden senelerce üzerinde çalıştığım kent okumaları, tarih anlayışımı çok daha zenginleştiren bir perspektif genişlemesi sağladı bana.

Bu ufkumu genişleten görsellik arşivciliğimle pekişince, "Kaybolan Tarihin Peşinde" adlı oluşumumla, bugüne kadar biriktirdiğim fotoğrafları, videoları, belgeleri takipçilerimle paylaşmaya başladım. Bir yandan benim çalışmalarıma ışık tutan, bir yandan da özellikle kent tarihi, kültür tarihi vb konularda farkındalık oluşturmamı sağlayan bir hesap oluşturdum. Buradan yola çıkararak hem oluşturduğum sosyal medya hesabından, hem de "Kaybolan Tarih" ve "Kaybolan Kent" anlayışından bahsetmek istiyorum biraz.

Kaybolan Tarih'i bulma çalışmalarımda bana ışık tutan fotoğraflarla, şehirlerin önceki ve sonraki hallerini mukayese edebilme şansı buldum. Şehirlerin önceki ve sonraki hallerini bu görsellerle karşılaştırarak, sadece yitip giden binaları, mezarların üzerine yapılan yolları değil; aynı zamanda kaybolup giden şehir kültürünü de inceleme fırsatım oldu. Bir şehri şehir yapan sadece şehrin yapıları değil, o şehrin insanlarına ait kültürel yaşantıdır da. Muhtelif kültürler, renkli yaşantılar, farklı etnik kökenler, gelenekler, görenekler içinde olduğu şehre renk katar. Şehir büyüdükçe, kozmopolit bir yer olur ve farklı kültürler artık o şehrin zenginliği haline gelir. Zaten Osmanlı tam olarak bu renkliliğe sahip bir imparatorluktu. Bu farklılıkların zenginliği haliyle imparatorluğun şehirlerine de yansıdı.

Bir şehrin uzun zamanlar içindeki değişen yüzünü okumak için fotoğraflar en güzel malzemelerdir bana göre. Belgelerle, tarihi dokümanlarla edinilen bilgiler işin daha resmi, kuramsal bilgi teminini oluşturuyor. Okumak için, yazma araştırmaları için yapılan bu bilgi temini bu tarz dokümanlarla, belgelerle, arşivlerde saklanan yazılı metinlerle ediniyoruz. Fotoğraflar ise hem estetik, hem çok gerçekçi, hem de insanı düşündüren veriler. Fotoğraflar üzerinden yapılan mukayeseler sayesinde kayıt altına alınmış bir anı, böylelikle gerçekliği yakalamış oluyoruz. Bu gerçekliği yakalama anlayışı, nostaljiyi de çağrıştırdığı için estetik bir tavırdır da aynı zamanda. Hikayelerin, şehirlerin, insanların yüzünü okuruz fotoğraflarla. Bu okuma biçimi bugünün mimari, kültürel anlayışı için, hatta gündelik yaşantısı için bile çok önemli.

Osmanlının estetik anlayışı hem güzellikle, hem incelikle, hem de gündelik yaşantıdan beslenmesiyle yoğrulduğu için bu fotoğraflar o estetik yaşantıyı birebir veriyor. Belgelerden edinilen bilgilerin formel, resmi diline kıyasla fotoğraflar renkli çalışmalar olduğu için düşünsel zeminde tarih çalışmalarını çok daha fazla besliyor.

En nihayetinde, tarihde yaşanılan olaylar, durumlar, şehirler,

hikayeler bizim gerçekliğinden yoksun olduğumuz bir zaman dilimini içeriyor. Yani içinde olmadığımız, varlığımızı kapsamayan zamanlar.. Bu sebeple fotoğraflar, hayallerimizi, o dönemin ruhunu duyumsamamızı ve o döneme dair her türlü görüntüyü, imajı, imgeyi zihnimizde canlandırmamızı sağlıyor.

Tabii ki okumak, yazmak, dinlemek çok güzel. Ama bir de o zamanları o zamanlar içinde yaşayan insanların gözünden görmek.. Hayal dünyamızı, zihnimizde canlandırdığımız imgeleri çok besliyor. Ve eski zamanlarda, kendine ait dokusu bozulmamış, ruhunu hala saklayan hikayelerle dolu fotoğrafları biriktirmek kadar, paylaşmak kadar besleyicisi yok.

Bu yüzden tarihin peşine sadece okuyarak değil, aynı zamanda yazarak da, düşünerek de ve tabii ki bu görsel dünyayı kurarak, fotoğraflarla ve videolarla bir dünya inşa ederek de düştüm ben..