UZUN bir aradan sonra yeniden bir araya gelmiş sohbetin buharını tüttürmeye başlamıştık. Özlemiştik doğrusu. Yine muhabbetin demini bulacak, yanlışlarımızla yüzleşecek, kendimizi kalkındırmak adına yeni bilgiler edinecektik.

UZUN bir aradan sonra yeniden bir araya gelmiş sohbetin buharını tüttürmeye başlamıştık.

Özlemiştik doğrusu.

Yine muhabbetin demini bulacak, yanlışlarımızla yüzleşecek, kendimizi kalkındırmak adına yeni bilgiler edinecektik.

'Bilgi her yerde var' demeyin.

'Hepimizin elinin altında bir tık ötesinde' şeklinde düşünmeyin.

Bize lazım olan esasen hazmedilmiş bilgi.

Deneyimlenmiş ve test edilmiş sonuçlar.

İşte bu sebeple benim tercihim kesintisiz okumanın yanı sıra ilmini hazmetmiş, bunu hayatın köklerine kadar taşımış ve buradan pratik sonuçlar devşirmiş olan bilgelerin dinlenilmesi yönünde.

Size de öneririm.

Bizi kısıtlamayan, kayıtlamayan, önümüzü tıkamayan, düşünceye kapı aralayan ve sonuca varmanızı sağlayan sohbetler hem daha kısa sürede hem de daha sağlıklı inşa edebiliyor kişiliğimizi.

Esasen bu ortak bir öğrenme süreci.

Soruların peşinden gidilerek sürekli yeni ve ikna edici cevapların bulanması eylemi.

Bir husus daha var ki, çok zevkli.

Doyurucu.

SORU şuydu: Hayattaki en önemli sorunumuz nedir?

Her birimiz bilgimiz, ilgi alanlarımız, araştırma cehdimiz ve meraklarımız ışığında cevaplandırdık.

Hiçbirimizin dediği diğerine uymadı tabi.

Farklı tellerden çaldık.

Usta bu cevaplardan hiç mi hiç tatmin olmadı. Oysa katılımcıların temel beslenme kaynakları aynıydı.

Ya da biz öyle sanıyorduk.

Hiç üşenmedi.

Her cevap üzerinde durdu, açılmasını sağladı, sorular sordu ve yorumladı.

Yüz ifadelerinde bir memnuniyet izi bulamadık ve giderek hepimiz gerilmeye başladık.

Aklımızdan geçen ortak soru şuydu: Yine mi çuvalladık?

'KARINCA YUVASINA DÖNDÜNÜZ.'

Burada kast edilen karıncaların çalışkanlığı, mühendis ustalığı vs değildi elbette.

Devam etti. 'Kalbiniz çok kalabalık. Beyniniz tıka basa dolu. Fikirleriniz karmaşık. Düşünceleriniz çarpık…'

Ve daha neler, neler.

Kısa bir sessizlikten sonra talimat gibi bir cümle geldi.

'Sadeleşin, berraklaşın.'

GERÇEKTEN çok hareketli bir zihin yapısına sahibiz bu çağın insanları olarak.

Aynı anda pek çok şeyle ilgiliyiz.

Ve doğru yanlış ayıklaması yapmadan ne bulduysak dolduruyoruz kendimizi bunlarla.

Yanlış bilgi obezlerine döndük.

Maalesef.

Muhakkak bilmemiz icap edenler dururken kalbimizi ve beynimizi çöp kutusuna çeviriyoruz.

Sağlam ve temiz olan bilgiler bile çürüyor doğal olarak.

'KULUÇKAYA yatar aldığınız bilgiler. Bu sebeple dikkat etmelisiniz' dedi.

Kötü ve yanlış bilgileri çoğaltmak duygularımızı boğarmış.

İnsanlığımızı hatta.

Doğru ve sağlıklı veriler ise kişiye ferahlık sunarmış.

Dingin olurmuş.

Görüşü giderek berraklaşırmış.

Önemsememiz gereken bir konu olarak omuzlarımıza bir görev şeklinde bırakıldı.

Kalkarız inşallah altından.

USTA sorduğu soruyu sohbetin hitamında kendisi cevaplandırdı.

'En büyük sorunumuz Allah ile iletişim sorunudur' dedi.

Asla olmaması gerekiyorken ne yazık ki, bu hastalıkla felç halinde zihinlerimiz, kalbimiz.

Yanlış bilgi engelleri konuldu önümüze.

Üstelik doğruluğuna inandırılarak.

'Yüce Rabbimiz Nebileri vasıtasıyla bizleri vahyin aydınlığına çağırıp her şeyi orada apaçık beyan etmiş olmasına rağmen bu nasıl olur?' dedik.

Kısa ve net bir uyarıydı söylediği…

'Aracı inanışı…'

Yine 'Bu nasıl olabilir ki?' dedik hep bir ağızdan.

'Öz kaynaktan beslenmeyerek ve bunu sürekli erteleyerek …'

'Mekke'nin müşrikleri de Allah o kadar yücedir ki, biz günahkarlar O'nunla nasıl iletişim kurabiliriz ki?' demiyorlar mıydı? Putları aracı tanrılar yapmalarının gerekçesi bu değil miydi?

Anlaşılıyor ki; insanlık tarih boyunca kendisini bu aldatmacanın içine hapsetmiş. O'nu yücelttiğini düşünüp iletişim kurmaktan kaçarken kendini O'na ulaştıracağını düşündüğü envai çeşit put ihdas etmiş. Bu açıdan bakıldığında usta çok hayatî bir meseleye parmak basıyormuş.

Vahim sonuç şuymuş; bilgilerimizi Kur'an'a teyit ettirmemiz gerekirken tersini yapıyor olmamız.

KUR'AN-I KERİM'İN dışındaki yalan yanlış bilgi, düşünce, kavrayış ve inanışlarla kalbimizi karınca yuvası gibi tıka basa doldurduğumuzdan doğruyu kabul edip inanmamız hiç kolay olmuyormuş.

Şöyle düşünelim:

Kafamızın içi gerçekten karınca yuvası gibi değil mi?

Çöp kovası gibi ne bulduysak atıp doldurmadık mı?

Gerçekten en büyük problemimiz İlahî Mesaja muhatap olma konusunda değil mi?

Yaratıcımız ile iletişim kurmayacağımızı düşünmek aldanışların en korkuncu sayılmaz mı?

Üstelik her gün mü'minin Kur'an okuma zorunluluğu varken…

Ve yine her gün huzura çıkmak için beş kez davet alıyorken…

Ben itiraz edecek mecal bulamadım kendimde.

Sizi bilmem.

Ya Selam!