Dengeleri bozan güç yeni dengeler kendi istediği şekilde oluşuncaya kadar kaos ortamını olabildiğince canlı tutmaya çalışıyor.

Dengeleri bozan güç yeni dengeler kendi istediği şekilde oluşuncaya kadar kaos ortamını olabildiğince canlı tutmaya çalışıyor.

Dünya politik sistemi 2. Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez bu kadar yüksek gerilim içinde. Bozulan düzen yeniden bir dengeye kavuşuncaya kadar da ülkelerin dış politik tercihleri sürekli değişime uğruyor. Bu ortam uzun vadeli stratejik hamleler yapmayı neredeyse imkânsız kılıyor.
Avrasya sistemi, uzak doğu hariç, bazı ülkelerin ölümüne ve yenilerinin doğumuna gebe. Uzak doğu, para baronlarının bu bölgeyi yeni üs olarak seçmelerinden beri görünür bir istikrar içerisindeyken, sömürünün ana kaynağı olan Afrika, Güney Amerika, Ortadoğu ve yakın Asya sürekli olarak istikrarsızlaştırılmaya çalışılıyor.
Güney Amerika’da Brezilya, Venezuela, Arjantin gibi ülkelerin sömürüye karşı çıkmaları, Afrika’nın kuzeyinde planladıkları Arap Baharı’nın istedikleri yönde ilerlememesini, Suudi Arabistan’nın uslu çocuk rolünü terk etmesini, zararsızlaştırıldıklarını düşündükleri Rusya’nın ve sindirilmiş olarak gördükleri Türkiye’nin oyuna müdahil olmak istemelerini kaosun devam etmesinin ana nedenleri olarak görebiliriz.
Bütün bunlar olurken uzun yıllardır gerçek bir diplomatik derinliğe sahip olmayan Türk dışişleri sürekli olarak darbe yiyor. Önce Mısır’da, sonra Suriye’de, sonrasında ise Rusya ile aramızda çıkan krizin yönetiminde içerideki ihanetin de etkisiyle büyük bocalamalar yaşadı. Köklü ve derinlikli bir diplomasi geleneği olmayan dışişleri, tabiri caizse kriz yönetimini işbaşı eğitimiyle öğreniyor.
Kriz olan sahalarda kalifiye diplomatların ve istihbarat elemanlarının yetersizliği birkaç hamle ötesini görerek değil de anlık olaylar karşısında politika belirleyen bir bürokratik yapının varlığı, içeride yanlış yönlendirme görevine soyunmuş bir ihanet şebekesi ile ancak bu kadar oluyor.
Şu an kısa bir süre önce müttefik olarak gördüğümüz Amerika ve Avrupa dolayısıyla bu ikisinin emrinde olan ülkeler düşman, yine kısa bir süre önce düşman olduğumuz Rusya ve İsrail ve bu ikisinin emrinde olanlar müttefik durumda. Suriye’nin bir kısmında düşman olarak görülen Amerika ve Avrupa’yla birlikte hareket ederken, bunların PYD’yi koruyup kollaması karşısında elimiz kolumuz bağlı. Müttefik olarak gördüğümüz Rusya’nın Müslümanları bombalayarak katletmesi karşısında ne yapacağımızı bilmez bir durumdayız.
Kısacası kaos içerisindeki bölgemizde sürekli savrulan, bir çok kez çuvallayan, ayakları bir türlü yere sabit basamayan bir dış politikamız var.
Tabi ki ülkenin sürekli iç krizlerle meşgul edilmesi enerji kaybettirdi bize, bunu görmezden gelemeyiz. Bir taraftan PKK, diğer taraftan FETÖ terör örgütleri, öte yandan aşağılık kompleksinden kurtulamamış eski Türkiye artıkları ve teröre arka çıkan siyasetçilerimiz var. Ancak Türkiye, bir taraftan öbürüne sürekli savrulan değil, ayakları yere sağlam basan bir dış politika istiyorsa sisteminde çok ciddi değişiklikler yapmak zorunda.
Öncelikle istihbarat yapısını dış ve iç istihbarat olarak bir an önce ayırmalı. Dış işlerinin bürokrasi yapısını gelişmeleri anlık analizlere tabi tutan, dünyanın herhangi önemli bir bölgesinde, dünya ekonomisinde ve siyasetinde meydana gelen önemli değişiklikleri geleceğe dair projeksiyonlara dönüştürebilen ve siyasi iktidarı ve devlet mekanizmalarını buna göre harekete geçirebilen anlayışla yeniden dizayn etmeli.
Büyükelçilikler, konsolosluklar ve ataşelikler sadece bulundukları ülkelerdeki kendi vatandaşlarına hizmet vermek ve bir ülkeyi resepsiyonlarda, davetlerde temsil etmek için değil belki de daha önemli olarak ülkelerinin dış politikasının belirlenmesinde sinir uçları olmak durumundadır.

Dış işleri bürokratları bu yeteneklere sahip olanlar arasından seçilmeli ve yeterli donanıma sahip olabilecekleri şekilde yetiştirilmeli.