İslâmiyet Türkler arasına Melâmet cereyanı ile girmeye başladı ve X.  yüzyılda Maveraünnehir’de Buhara,  Semerkand ve Fergana gibi şehir ve bölgeler Türk şeyhleriyle dolmağa yüz tuttu...

İslamiyet Türkler arasına Melamet cereyanı ile girmeye başladı ve X. yüzyılda Maveraünnehir'de Buhara, Semerkand ve Fergana gibi şehir ve bölgeler Türk şeyhleriyle dolmağa yüz tuttu. Onlar, çoğunluğu göçebe Olan Türk zümreleri tarafından Bab, Baba veya Ata Ünvanlarıyla anılıyorlardı. Ahmed Yesevi çevresinde görülen Arslan Baba, Korkut Ata, Çoban Ata vb. kişiler, bu tür sûfî Türklerdi. İşte bu yüzdendir ki, Ahmed Yesevî ve süfliliğini, Nakşibendiliğin süzgecinden geçmiş sonraki kaynakların gözüyle değil, Melameti - Kalenderî tasavvuf cereyanı dahilinde ve bu gözle ele almak, tarihî vakıaya uygun düşecektir. XII. yüzyıldan önce Maveraünnehr'in özellikle Siriderya kıyılarında ve bozkırlarda, Türk boylarına kendi mantık ve dilleriyle İslamî inanç ve esasları tasavvuf aracılığı ile yaymaya çalışan şeyhlerin ve dervişlerin bulunduğu muhakkaktır. Aksi halde Ahmed Yesevî'nin bu kadar başarılı olması mümkün değildir. Çok muhtemeldir ki bu Türk şeyhleri ya Horasan bölgesine giderek oradaki Melameti şeyhlerine intisap edip nasiplerini aldıktan sonra memleketlerine dönüyorlardı veya Horasanlı Melameti şeyhlerinin halife ve müridleri Türk boyları arasına gidiyorlardı. Belki her ikisi de vukûbuluyordu. XIII.- XIV. yüzyıllarda Uygurlar arasında hayli yaygın bulunan Kalenderîler 'in öncülerinin, XI.-XII. yüzyıllarda bu aynı bölgelerde yaşayan selefleri olduğunu söyleyebiliriz. Biz bu öncü kuşağa dair kaynaklarda bazı izler bulabiliyoruz. Kalenderiliği sistemleştiren Cemalü'd-Dîn-i Savî' ile geniş bir alana yayılan bir sûfî akım olmaktan çıkarak yavaş yavaş derlenip toparlanmağa başladığı bir dönemde beliriyor bu zat ve önem kazanıyor.Araştırıcıların hemen tamamına yakın bir kısmı onun Kalenderîliğin toparlanmasında önemli rol oynadığı ve ondan sonra teşkilatlanan Kalenderîliğin bu haliyle Orta Doğu'dan başlayarak Orta Asya ve Hindistan'a yayıldığı konusunda hemfikirdirler. Ne var ki, bu kadar önemli bir rolü olmasına rağmen Cemalü'd-Dîn-i Savî 'nin çağdaşı hemen hiç bir sûfî kaynağında yer almamış olması düşündürücüdür. Kalenderîliği belli bir takım doktrin esasları ve erkan dahilinde toparlayarak bir teşkilata kavuşturan kişinin Cemalü'd-Dîn-i Savî olduğu meydana çıkıyor. Bir başka deyişle, Kalenderîlik bir tasavvuf akımı olarak en az X. yüzyıldan beri mevcut bulunduğu halde, bir Kalenderiyye Tarikatından söz etmek ancak Cemalü'd-Dîn-i Savî'den itibaren mümkün olabilir. Fustatu'l-Adale yazan Muhammed b. el-Hatîb'e göre, Cemalü'd- Din, nisbesinin de gösterdiği gibi, bugün Kazvin'le Tahran arasın­da yer alan Save şehrinden olup dervişliğe genç yaşlarında heves etmiştir. Bu maksatla Dımışk'a gider ve Şeyh Osman-ı Rûmî adlı çok dindar ve büyük bir sûfiye mürid olur. Ancak onun gibi bir zühd hayatı yaşamaya dayanamayarak zındıklığa meyleder. Bir gün Dımaşk' ta Bilal-i Habeşî mezarlığında Şiraz'lı bir genç olan Gerûbed'e rastlar; onunla dostluk kurar. Onun gibi saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıtır. Cemalü'd-Dîn'in bu halini duyan eski şeyhi Osman-ı Rûmî, durumunu ıslah etmesi için kendisine haber yollarsa da hiç bir faydası olmaz. Artık Cemalü'd-Dîn, esrar kullanan, Cavlak adlı, kıldan dokunmuş bir yelek giyen, hiç bir şer'î kaideye aldırış etmeyen, kısaca ibaha yoluna girmiş bir Cavlakî (Kalender) olmuştur.

Sosyal Medya hesablarımız: youtube/İbrahim Yerlikaya

twitter @muabbiri facebook/ibrahim yerlikaya

instagram/değişim uzmanı