KALBİMİZDEN GEÇENLER KADERİMİZ MİDİR?

İnsan, iç aleminin sac ayağı akıl, kalp ve nefsin dengede durmasını, özellikle akılla kalbin kol kola olmasını ister. Çoğumuz hayatımızı günlük ihtiyaçlardan, bedenimizden, dürtülerden veya rutin işlerden ibaret zannederiz.

Kendi değerlerimize, kendi kültürel kaynaklarımıza, aidiyetlerimize adapte olamadığımız o doğrultuda yol alamadığımız içindir bu yüzeysel zannediş.

Tasavvuf alimleri insanın kalbini güneşe benzetmişler; bazen insan güneş tutulması da yaşar, gönül aynası da tozlanır. O sebepledir ki; şu fırtınalı dünyada, içinde devrimler yaşamak ister insan.

Peki, insanın iç âlemine yolculuğu zor mudur? Bu sıradan bir serüven midir? Yoksa fırtınalı, dalgalı bir denizde sörf yapmak mıdır? Ruhun eğitilmemiş ham haline başkaldırı mıdır? Onu teskin etmek midir; yoksa hizaya çekip “senin derdin ne?” demek midir?

İç dünyamızın en kritik, en ritimli, en önemli merkezi olan kalp aynı zamanda manevi portremizin de aynasıdır. Asıl mesele o aynaya yansıyanların analizini yapabilmek değil midir? Amaç hakikate ermek, ruhi derinliğe sahip olmak ve “İnsan-ı Kâmil” olmak değil midir? İnsan bu iç yolculuğunda ruhu anlamakta zorlansa da en azından kararlarında, davranışlarında ya da düşüncelerinde nelerin etkili olduğunun şifrelerini çözebilir.

Tasavvuf kaynaklarında ruhun terbiyesi ile alakalı olgunlaşma basamaklarından sıkça bahsedilir.

Acaba biz hangi basamaktayız?

Nefs-i Raziye’de miyiz?

Nefs-i Kâmile mi erdik?

Yoksa Nefs-i Emmare’de mi sürünmekteyiz?

İşte bu yolculuğu gerekli kılan, hangi basamakta durduğumuzu tespit etmek. Manevi boyutumuzun ölçüsünü almak.

Bu vesile ile Ramazan-ı Şerif ayının manevi iklimi ruhumuzun eğitilmemiş ham halinin eğitilmesine, olgunlaşmasına vesile olsun.

Ramazan-ı Şerif ayınız mübarek olsun.

Kalbinizden geçen güzellikler kaderiniz olsun.

Kalın Sağlıcakla…