KALBİMİN güvercini…” Böyle seviyordu, sevdiğini. Nedense güvercine benzetiyordu. Ne zaman içlense, hâtıralar yâd edilmek için ne vakit gözünün önünde toplaşıp sıraya girse yüreğinden taşıp diline gelen cümlesi bu olurdu.

'KALBİMİN güvercini…'

Böyle seviyordu, sevdiğini.

Nedense güvercine benzetiyordu.

Ne zaman içlense, hatıralar yad edilmek için ne vakit gözünün önünde toplaşıp sıraya girse yüreğinden taşıp diline gelen cümlesi bu olurdu.

'Kalbimin güvercini…'

Sadece anılarını hürmetle anarken mi böyle oluyordu, hayır.

Gelecek vakitler kirpiklerinde tüllendiğinde durum yine aynıydı.

Dili kulağına 'Kalbimin güvercini' diyerek fısıldıyordu.

ŞİDDET içeren, kıskançlığa dolanan ve sahiplerinin yanlış bir isimlendirmeyle adına sevgi dediği taşkınlıklar yoktu eskiden.

Kelimeler bir güvercin beyazlığındaydı.

Tek bir leke ya da çizgi bile barındırmazdı.

Beyazın da beyazıydı sevdalar…

Sonra kirlendi dünya.

Adına sevgi denilen ama sevginin dışındaki her unsuru barındıran bir duyguya bu isim verilir oldu.

Maalesef.

KUMAŞLARIN maşuka güllü figürlerle seslendiği dönemlerdi.

Söylenemeyenlerin bile tüm berraklığı ile anlaşılıp kabul edildiği dönemler…

Bir güvercin maviliğindeydi aşk…

Engin mi, engin.

Derin mi, derin.

Gökyüzüne güvercin kanadı açar gibi aşk, sahibinin gönül göğüne yönelirdi.

Güvenlik ihtiyacı duymazdı zira en korunaklı yer orasıydı.

Yükseldikçe yükselirdi.

Engin olmak nedir idrak ederdi.

Kendisiyle ve sevdiğiyle bütünleşmeyi gökyüzündeki görünmez olmayla izah ederdi.

Gözlere sokmaya ihtiyaç duymazdı.

Kem nazarlara muhatap olmazdı.

Hırslara fren, taşkınlıklara set olurdu.

Aşkın göstere göstere değil tenhada yaşandığı zamanlardı.

Mavi güvercinler işte bunu simgelerdi.

Belki de aşıklar sevdiğini niyaz ederken bu sebeple 'Kalbimin güvercini' derdi.

KOYU kızıl tonda olan güvercinler de vardı.

Kırmızının koyuluğu…

Yanmış olmanın, çifte kavrulmuşluk halinin ve hasretin narıyla kızarmışlığın ifadesiydi.

Yanmayan yakamaz dercesine ateşe yakınlık göstermekti bu.

Gülün dikeniyle sevenin bağrının kanaması olarak da ifade edebilirsiniz.

Göz renginin açık olması berraklığa, aşkı için her derde açık olmanın renklerle ifade edilişiydi.

Belki biraz da bunun için yüreği ağzına geldiğinde 'Kalbimin güvercini' diyordu.

'KANARYALAR su içerken ölmeliyim' diyen şair esasen her şeyi özetlemişti.

Anlamak isteyenlerin önünde mana zincirleri birbirine geçmiş altın halkalar şeklinde duruyor.

Rüyasında 'Kalbimin güvercini' diyen aşık, güvercinlerin ne kadar ırağa uçarlarsa uçsunlar tekrar yuvasına döndüğünü biliyor olmalıydı.

Kalbinden uçurduğun güvercin elbette tekrar kalbine dönecekti.

Yuvası orasıydı çünkü.

Beyni her türlü tabiat şartlarına kolaylıkla uyumlanabildiğinden geriye hasarsız avdet edebileceğinin bilincindeydi.

Güvercinlerin kanatlarını kuyruklarının üzerinde taşımaları sadece görünür bir efendiliğin değil esasta da efendisi olduğu kalbe döneceğinin bir garantisiydi.

Sırf efelenmeyi bilenlerin efe olamayacağının dile getirilişiydi bu aynı zamanda.

Ve yine kendisinin efendisi olabilenler bir kalbin efendisi olmayı da bihakkın ifa ederlerdi.

'Kalbimin güvercini' tanımlamasını yapan aşık güvercinlerin öğrenme becerisini ve hatırlama yetisini çok iyi bildiğini de ortaya koyuyordu.

Güçlü görüş yeteneklerini de elbette.

Mesaj taşıyabilmeleri savaşların akşını değiştirebildiği gibi kalbimizin güvercinleri de sevdamızın doğru istikamette ilerlemesini temin ederdi.

Hassas oluşları ve derin koku alma özellikleriyle de birleştiğinde naifliğin yanı sıra sevenlerin birbirine kokularıyla da bağlandıklarını hatırlatıyordu.

340 derecelik görüş alanına sahip oluşları ise sevdiklerini her türlü sıkıntıdan ve beladan korumak istemeleri yönünde kullanmalarıyla özdeşleşiyordu.

Bu bir rüya mıydı, evet.

Ama asla rüyadan ibaret değildi.

Ya Selam!