Kadraja göre duruş belirleyenler

Emrolunduğun gibi dosdoğru ol, azıp sapma!” (Hud, 112)

Emr-i İlahi’nin bizim için öngördüğü temel tavır, istikamet üzere hal ve gidişte doğru yoldan sapmamaktır. Sadece hal ve gidiş değil, duruşumuz da aynı minval üzere olmalıdır. Kamera veya fotoğraf makinesindeki görüntü alanı kadraja göre duruş belirlemek, binbir türlü şaklabanlıkla tipik bir riyakârlık, nifak ve dalkavukluk gösterisi sergilemektir. Kitabımız Kur’an, bu nifakın yol açtığı tehlikeyi nasıl da haber verir bize: “(Münafıklar) İman edenlerle karşılaşınca ‘inandık’ derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise ‘Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz’ derler… Lâkin doğruya karşılık sapkınlığı satın alanlar işte onlardır.” (Bakara: 14-16)

İdealler ve hedefler, hayatımızı anlamlandıran ve heyecanımızı diri tutan yegâne lokomotiftir. Kiminin ideali zenginlik, makam, şan şöhret ve dolayısıyla sadece dünya olur. Kimilerinin idealleri ise bir eser bırakma, sadakayı cariye yahut hoş bir sadâ olabilir ki bunlar hem dünyevi hem uhrevi ideallerdir. İnsanlar bu idealler için ortam ve pozisyonları değerlendirmeye çalışır. Kadim bilgelik ile bilgi, birikim, tecrübe, eğitim, okuma ve yazarlıkla gelen asıl ve ulvi değeri, sadece dünyevi kaygılarla hareket eden kapıkulları bazen bir fotoğraf karesiyle elde edebilecekleri zavallılığına düşüyorlar. Tamahkâr kişi, üstün değerleri bırakarak değersiz şeylerin peşinden koşar, hemen elde edebileceği menfaatleri gözetir. Makam koridorlarının tozlarını bir tiryaki misali soluyan bu zavallılar kadrajın görüş açısını iyi hesaplarlar ve fotoğraf karesinin neresinde bulunacağı mücadelesi onlar için hayat memat meselesidir. Merhum Abdurrahim Karakoç bu nedenle söylemiş olsa gerek “Bebeğe İhtar”daki mısralarını:

Vaziyet bambaşka vaziyet oldu / Yaşamak işkence eziyet oldu / Dalkavukluk üstün meziyet oldu

Sanatkârlar sansar, dâhiler şebek / Sözümü dinlersen hiç doğma bebek.

Bazen de karelerden kaçmayı yeğler bu içten pazarlıkçılar... Tanklarla balans ayarlarının yapıldığı 28 Şubat sabahının soğuğunda… 15 Temmuz gecesinin sıcak saatlerinde olduğu gibi, bu defa da kadrajın görüş açısından kurtulma adına hayat memat meselesi yaparlar. Bu ilkesiz kaypak tipitipler hak etmedikleri değerlere bir fotoğraf karesiyle matuf olduklarında sığ, kısır, değersiz, ciddiyetsiz bir işleyiş hâkim güç oluyor, söz konusu durum da hızla yozlaşmayı beraberinde getiriyor. 28 Şubat’ta milli iradeyi hazmedemeyen millet düşmanlarının 15 Temmuz ihanetinde de aynı çerçeve içinde yer aldığı artık biliniyor. Oysa kadim bilgelik ve dava adamlığı için fotoğraf makinesinin kadrajının görmesinin hiçbir değeri olamaz, onun için görünürlük yegâne gözetleyen ve gönül gözü için değerlidir. Duruşu kadraja göre değil, ilkelere göre yapanların değer bulduğu bir yerde başarı da gelecektir. İhlâs ve ihsan şuurunun tabii neticesidir necata kavuşmak…

Tıpkı Hz. İbrahim’de olduğu gibi… İbrahim (a.s.), putları yerle bir eden dik duruşuyla tek başına bir ümmet olmayı başardı: Ne güzel kul, ne güzel örnektir / İbrahim tek başına ümmettir. / Dikilir zalimin karşısına / Gül toplar ateş bahçelerinden.” Menfaatperest İsrailoğulları Hz. Musa’yı zalim Firavun’un askerleri karşısında şu sözlerle işte böyle yalnız bıraktılar: "Ey Musa! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rab’bin gidin savaşın; biz burada oturacağız!" Ancak Hz. Musa’nın kararlı duruşu, Firavun ve vurdumduymaz İsrailoğullarının hesaplarını altüst etti. Cahiliye dönemi Mekke müşrikleri, âlemlere rahmet Hz. Muhammedü’l-Emin’i hor ve hakir görüp öldürmeye, yurdundan çıkarmaya, İslam’ı yok etmeye teşebbüs ettiler. Efendimizin "Allah’ım, bu bir avuç mücahidi helak edersen, artık sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmaz!" “Allah’ım, kalbimizi dinin üzere sabit eyle!” duaları, Allah’ın izni ve ashabının da can feda destekleriyle Asr-ı Saadet’i tesis eyledi.

Mahlûkat arasında dik durabilen tek canlı türünün insanoğlu olduğunu söyler uzmanlar… İlave ederler: Beynimizin gelişiminin ve zeki varlıklar olmamızın en önemli etkenlerinden birisi dik duruşumuzdur. Dik duruş, doğru duruştur bizim için öyleyse… Milletimize tepeden bakan sözde aydınlara, egemen güçler karşısında el pençe divan durup şirin görünmeye çalışan hain soysuzlara eyvallah edemeyiz. “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem. Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem” diyen merhum Mehmed Akif’in işaret ettiği insanlık onurumuz, hayatımızın son anında bile duruşumuzu bozmamayı gerektirir. Refik-i Âlâ Yüce Dost’a bozuk bir duruşla ulaşılmaz çünkü… Rahmetli Yazıcıoğlu ne güzel söylemiş: “Bir saniyesine bile hâkim olamadığımız, hükmedemediğimiz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz!” Bu yolu “Bilmek İsteyenlere” şiirinde yine merhum Karakoç Ağabeyimiz tanıtıyor:

“Tek hedef İlâ-yi kelimetullah / Şahide lüzum yok, biliyor Allah.

“Beli” dedik durduk vallah ve billah / Biz aynı yerdeyiz… Siz neredesiniz?”

Son sözü rahmetli Erdem Bayazıt Ağabeyimizin “Sürüp Gelen Çağlardan” akan mısralarına verelim:

“Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım / Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun

İnsan barışa dursun selama dursun zaman / Sabır savaş zafer. Adım: MÜSLÜMAN”