İSTİSMAR

Son günlerde çocuk istismarı haberleri yazılı ve görüntülü medyayı meşgul ediyor. “İstismar” yüksek Türkçe bir kelimedir (eski Türkçe değil) ve iyi niyeti kötüye kullanmak demektir. Akademisyeninden siyasetçisine, kadın derneklerinden erkek derneklerine kadar herkes çocukların istismara maruz kalmaması hususunda cansiperane gayret gösteriyorlar.

Ama çocuk istismarı meselesinin bir sonuç olduğu hatırlanmazsa sadece “laf ola beri” dışında başka bir netice olmaz.

Veya “dalları bastı kiraz gel biraz biraz” türünden yorumlar yapılır, o kadar.

Hatırlanmalıdır ki, çocuk istismarı meselesi hayatîdir ve 1930’lu yıllarda marjinal bir zümre tarafından ekilen ahlakî zihniyet sonuçlarının devşirildiği acı bir sonuçtur. Ve halen çocuk istismarını besleyen zihnî yapının berdevam olduğunu ifade etmek durumundayız.

1930’lu yıllarla alakalı değerlendirmemi aşağıda yapacağım. Çocuk istismarına zemin hazırlayan ve besleyen zihnî yapının “berdevam” olduğu hususunda kısa bir hatırlatma yapalım. 1948 yılında çıkmaya başlayan bir gazetenin sahibi çok sonraki yıllarda kendisiyle yapılan bir mülakatta demişti ki, “fikri idam edeceğim”. Yani boy boy mayo resimlerinin tebarüz edildiği resimlerle insanları tefekkür etmekten uzak "tutacağım" demek istemiş ve bunu yapmış ve halen yapmaktadır.

Görüntülü ve yazılı basındaki fotoğraflar herkesin gözleri önünde.

Önce şu tespiti yapalım; çocuk istismarı meselesi ahlakidir.

Gazetenin birinde çocuk istismarını önlemek maksadıyla adının önünde profesör titri bulunan bir akademisyenin görüşü manşete taşınmış. Deniliyor ki, çocuk, mayosunun bulunduğu bölgeye kimseyi dokundurtmamalıdır.

Çocuğun, mayosunun bulunduğu bölgeye kimseyi dokundurtmaması şeklindeki ikaz mühimdir ve hayatidir ama çocuk istismarı vakaları gündeme gelince mi bunları hatırlayacağız?

Acaba ilkokullarımızda çocuklarımıza mahremiyet hususunda hangi bilgileri verdik?

Erkekler için mahremiyet nedir, kızlarımız için mahremiyet ne ifade eder?

Milli Eğitim Bakanlığımızın bu hususları ihtiva eden bir dersi var mıdır?

"Çağdaş" türkülerinin halâ semalarımızda seslendirildiği günümüzde mahremiyet meselesi nasıl anlatılacak?

Mevzuat buna müsait midir?

Bazı üniversitelerimizde karma wc (cinsiyetsizlik) tatbikatlarının yapıldığı bir atmosferde mahremiyet nasıl anlaşılacak ve anlatılacak?

Bu hususların tekrar hatırlanmasında ve geç de olsa derhal değerlendirilmesinde fayda var kanaatindeyiz.

Yukarıda demiştim ki, çocuk istismarı bir sonuçtur ve 1930’lu yıllarda bir kısım marjinal zümre tarafından ekilen ahlakî zihniyetin devşirildiği acı bir hasattır.

Tavsiye edilen neydi? Çocuklarımız mayo bölgesinde bulunan bedenine kimsenin temas etmesine müsaade etmemek, değil mi?

Mayosunu teşhir eden "büyüklere" ne demeli?

Mayosunu teşhir edenleri idealize edenlere ne demeli?

1929’da Türkiye'de ilk defa güzellik yarışması yapılmadı mı? 1930’da Türkiye’den bir kızımız dünya güzeli seçilmedi mi?

Dünya güzeli seçilen Türkiyeli kızımız mayolu değil miydi?

20-30 sene önce domates güzelinden şeftali güzeline kadar güzellik yarışması yapılmadı mı? Hatırladığım kadarıyla bamya güzeliyle hıyar (salatalık) güzeli seçilmedi galiba.

Sonuç olarak istismarın dinlisi ve dinsizi olmaz. İstismar meselesi ahlakî bir husustur. İstismar eden kişi, çocuğun saf ve tertemiz hissiyatını kötüye kullanan kişidir.

Dikkat ederseniz istismarcı, bu istismarını “kimsenin görmediği” mekânlarda irtikâp eder. Hâlbuki ahlakta (Tabi ki, İslam ahlakı) bizi gören ve daima gözeten Cenab-ı Hakk prensibi vardır.

  1. asırda Türkler hakkında müşahedelerini yazan Fransız seyyah Thevenot şunları söylüyordu; “İyi Türkler katiyen şarap içmezler. Alış-veriş için çarşıya gönderilen çocuğun aldatılmasına kimse cesaret edemez”.

İfadeye dikkat ediniz; "iyi Türkler katiyen şarap içmezler" diyor Fransız seyyah.

Demek ki, her dönemde şarap içen Türk vardı. Fakat "iyi Türk" şarap içmez.

Bu tespite ihtiram ediyorum. (şapka çıkartmıyorum. Çünkü şapka giymem).

Çocuğun aldatılmasına tenezzül etmeyen atalarımız, çocukların istismarına hiç temayül etmez.

Bozulma, Osmanlı’nın son döneminde Avrupa’yı örnek alınmasıyla başladı. (Dikkat ediniz “örnek” diyorum, teknolojik alış-veriş demiyorum). Milli Mücadelede aslî kimliğimizle düşmanı vatanımızdan tahliye ettikten sonra tekrar Avrupa’nın idealize edilmesine döndük. Karabekir Paşa’nın Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara sokaklarında rastladığı ve şok olduğu “Lâ ahlaki ve lâ dinî kulüpler” ile köklerimizden koparılma safhası başladı.

1950'den sonra millet iradesinin tecellisiyle tekrar aslî kimliğimizi hatırladık. Tedricen direnişe başladı ve yavaş yavaş dirilişe inkılap etti.

Fransız Seyyah Thevenot’un tasvir ettiği aslî kimliğe, yani dirilişe Türk milletinin mümkün olduğu kadar kısa sürede tekrar kavuşması temennisiyle.