Esasa, “Kadına Yönelik Şiddet” i önlemek olan “İstanbul Sözleşme” , bize “bir gece ansızın” gelmiş ve gidişi de yine “bir gece ansızın” olmuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mart 2012 gece yarısı, adı geçen sözleşmeyi iptal etmek  kararnamesini yayınlamış, aynı gece Resmi Gazete’de yayınlanmıştı.

Esasa, 'Kadına Yönelik Şiddet' i önlemek olan 'İstanbul Sözleşme' , bize 'bir gece ansızın' gelmiş ve gidişi de yine 'bir gece ansızın' olmuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mart 2012 gece yarısı, adı geçen sözleşmeyi iptal etmek kararnamesini yayınlamış, aynı gece Resmi Gazete'de yayınlanmıştı.

İstanbul Sözleşmesi'nin 'Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi' ile İptali

CUMHURBAŞKANI KARARI

Karar sayısı: 3718

Türkiye Cumhuriyeti adına 11/5/2011 tarihinde imzalanan ve 10/2/2012 tarihli ve 20/2/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan 'Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bununla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi' nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine ,9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3 üncü maddesi gereğince karar verilmiştir. 19 Mart 2021

Recep Tayyip Erdoğan

Cumhurbaşkanı

Sözleşmenin İmzalanmasına Geliş Süreci Nasıl İşlemişti?

Tarihte, adlarına 'Kadın Hakları', 'Kadınlara Haklarının Verilmesi', 'Kadın-Erkek Eşitliği' nin sağlanması vb. isimleri verilen ve özü 'Kadınlar meselesi' olan bu meselenin asrımız 21. yüzyıla geldiği en son nokta, İstanbul'da 'Uluslararası Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlemesi…' ismiyle anılan sözleşmenin, yine 'Uluslararası bir kuruluş' denilen Avrupa Konseyi'ne üye 47 ülkenin dışişleri bakanlarının Mayıs 2011 başlarında İstanbul'da toplanarak, müştereken hazırladıkları 'İstanbul Sözleşmesi' ni 11 Mayıs 2011'de katılımcı ülkemler yanında dünyada sayıları 206'ü bulan devletlerin imzalarına açmaları olmuş, aynı tarihte ilk imzayı atan ülke, 'öncelikle bir jesti biz yapalım' kabilinden Türkiye olmuştu.

Bu haliyle adı geçen sözleşme değerlendirilirken, Avrupa'da 19. asırda başlayan 'Kadın Haklarının Kazanılması' sonucu doğan 'Feminizm akımının günümüze yansıyan 'Üçüncü Merhalesi'' veya bu akım tamamen Avrupa'da doğduğu ve genelde hep ona inhisar ettiği halde, 'Aile Gelenekleri Yanında İnsan Bedeninin de Yeniden Tanzimine Yönelik Post –Modern Avrupa Kültürünün Yansıması' veya 'Belgesi' olarak da adlandırılmıştı.

İstanbul Sözleşmesi'ne Gelişin 222 Yıllık (1789 – 2011) Dünya Kısa Tarihi

Fransa'da 1789 İhtilali ile gelen 'İnsan Hakları Beyannamesi' nin kıta Avrupa'sının kendi tarihinde insan hak ve hürriyetlerine kavuşmanın ve onu korumanın ilk 'İnsani Bildirisi' oluyordu. Bu, daha sonda yine Avrupalı'nın 'İnhisarçılık veya Benmerkezcilik' inden kaynaklanan sebeplerden 'Dünya'da Yayınlanan İlk İnsan Hakları Beyannamesi ' söylemi, külliyen yanlıştı. Çünkü, dünya tarihinin 'İlk İnsan Hakları Beyannamesi', üstelik de Asya'da Peygamberimiz Hz. Muhammed zamanında Medine ve Mekke'de yayınlanan bildiriler ve vesikalar olmuştu. Bunun ilki Medine'de yapılan 'Medine Sözleşmesi' veya 'Medine Anayasası' denilen belge, ikincisi ve sonuncusu ise Mekke'de Peygamberimizin son Haç farizası sırasında yayınladığı 'Veda Hutbesi' olmuştu. Bizde, 'Avrupa'nın Ajandası' veya 'Tasmalı Çekirgeleri ' olmaya soyunan aydın ve bürokratlarımız bunu görmezler, bilseler bile, 'Celladına Ȃşık Olmak' kabilinden hep 'Avrupa'ya Bağlı' oldukları için 'görmemezlik' ten gelirler.

1789'a kadar Avrupa insanı 'topyekun' olarak 'köle düzeni' benzerleri fikir, düşünce ve yönetim yapılanması ve hareketleri içinde yaşıyordu. Tarihin kanunudur, 'zulüm ve kölelik ebedi olamaz'. Kıta Avrupası insanı bunlara bir 'çare' ararken, mücadeleler vere vere geldiği en son nokta 1789 Fransız İhtilali ve onun 'amaç ve kurtuluş bildirisi' olarak yayınlanan 'İnsan Hakları Beyannamesi' olmuştu, ama iş iyice tahlil edilirse bu da 'eksik etek' bir bildiri idi. Böylede olsa da Avrupalı için bir nevi 'Papalık – (Krallıklar- Bürokrasi) – Toprak Aristokrasisi' üçlüsünün 'kölelik düzenleri' nden 'kurtuluş vesikası' idi.

Adı geçen bildirinin özü ve ana amacı, 'Bütün insanların hiçbir farklılık gözetilmeksizin eşitliği' üzerine oturtulması olmuştu. Tabii ki bu, zaten Avrupa'da asırlardır 'köle muamelesi' gören 'kadınların da kurtarılması' nı içerdiğinden, bunun ardından Avrupa'da 19. asırda 'Feminizm= Kadın Haklarını Kazandırmak ve Savunmak Akımı' kendisini göstermeye başlamıştı ama, uzatmayalım, kadınların bunlara tam olarak sahip olması ta 1950'lere,1970'lere kadar sarkmıştı. Avrupa'nın birçok ülkesinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı, II. Dünya Harbinden sonra 1950'li yıllarda verilirken, Almanya'da kadınlara, genel anlamda 'araba kullanmak hakkı' bile 1970'de verilebildi. Bugün dünyamızda, bu hakkı elde edemeyen daha onlarca ülke ve devlet vardır.

Bizde 'Avrupa I'inci Feminizm Dönemi Yapılandırılması' na Başlangıç 1839 – 1923

Bizde 3 Kasım 1839'da Tanzimat Fermanı, 5 Şubat 1856'da Islahat Fermanı'nın Batının Büyük Devletlerinin dayatmaları sonucu (emperyalist yayılmacılık ve sömürgeciliğe yol açmaktan olarak ıslahat maddelerini de kendileri yazdırdıkları halde) yayınlanması, yine bu dayatmalardan olarak 23 Aralık 1876'da bir Anayasa ilanı ve ardından gelen 5 Mart 1877 Meclis'i Mebusan'ın toplanması sonucu adına 'Taçlı Demokrasi' de denilen İngiltere – Fransa'dan taklitçilikle Meşrutiyet ilanı ile birlikte, Türkiye 'Yeni Düzen Değişikliği' anlayışından olarak artık 'Batılılaşmak' adı altında Kıta Avrupa' sının sömürgeci ve yayılmacı Büyük Devletlerinin (İngiltere, Fransa, Almanya vb) güdümü ve nüfuzuna giriyordu. Artık bundan böyle hayatımızın her alanına 'Avrupai reform örnekleri ile tanzim' gündeme girince, bundan 'Aile hayatımız' da çok yakından etkilenmeye başlıyor, Aile veya Kadın-Erkek hayıtımızdaki İslami ve örfi gelenekler tedrici olarak terk edilerek, 'Avrupai Erkek –Kadın ilişkileri geleneklerinin' bizde de revaç bulmasına yönelik olarak 'Kadın Meseleleri veya Hakları Hareketi' Tanzimat'la birlikte kendisini göstermeye başlıyordu. Buna, ' Avrupa I. Dönem Feminizm Yapılanması' nın bizi etkisine alması da diyebiliriz.

Bu etkilerden olarak Sultan II. Döneminde (1876 – 1908) kız çocuklarının okutulması için 'kız okulları', onları meslek sahibi yapmak için de 'kız meslek kursları' açılmaya başlanmış, 1917'de İttihat ve Terakki Partisi'nin iktidarı döneminde, yarı İslami yarı Batı gelenekli 'Aile Kararnamesi' yayınlanmıştı.

Bizde 'Avrupa II'inci Dönem Feminizm Yapılandırılması' İşlerliğinin Artması 1923 - 1980

Cumhuriyet dönemine geldiğimizde, 29 Ekim 1923'de Cumhuriyetin ilanı ve Mustafa Kemal Paşa'nın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, onun 1938'de ölene kadar olan zaman dilimini kapsayan 'Atatürk Dönemi' nde, Türkiye'nin 'Yeniden Yapılanması' na her alanda, tamamen ve katıksız 'Topyekun Batılılaşmak' damgasını vurmuştu. Bu dönemde, 'Atatürk Devrimlerinden' denilerek, bunlardan birisi 'Kadın Hakları faslı' olarak bunun amacı, 'Türk Aile Yapılanması' veya 'Türk Erkek –Kadın İlişkileri' ni tamamen 'Avrupa'nın medeni milletleri' (!?) denilerek Avrupa'nın aile veya erkek – kadın ilişkilerine benzetmek düşünce ve fiilleri olmuştu. Bu uğurda bir kere, Şeriat ve diğer örfi kanunlarının ilgası ile 17 Şubat 1926'da 'İsviçre Medeni Kanunu' nun alınması sonucu, Türk Aile Yapısı veya Erkek –Kadın İlişkileri 'İlk Büyük Değişimi' ni yaşadı. Adı geçen kanun adı üzerinde, örf ve adetlerin tanzimine yönelik 'medeni ilişkiler' i içerdiği için aile, erkek – kadın ilişkileri de bundan etkileniyor, bunları içeren nişan, düğün, evlenme, çoluk çocuk sahibi olma, boşanma ve miras vb. gibi işlerin de artık Avrupa'i geleneklere göre yapılmasının yolu açılıyordu.

'Medeni Kanun' un getirdiği bu yeniliklere ilaveten, kadınların eğitimi, çalışma ve işe alınmaları durumları, kıyafetlerini Avrupa'i kadın giyim örneklerine göre tanzime yönelik 'tesettür' ün kaldırılması, kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesi vb. gibi sorunlar da 'Atatürkçülük' ün 'Erkek -Kadın Faslı' nın en başta gelen konuları arasında yer aldı. Bunların fiili uygulamalarından olarak, kadınlara da erkekler gibi eğitim ve öğrenim görmek mecburiyeti getirildi. Erkelere, 'Avrupa' lıya benzetilmekten' olarak fes, etek, şalvar yasaklanıp şapka, pantolon, frank vb. gibi kıyafetler giydirilmeye başlanırken (Kılık –Kıyafet Devrimi adı altında) , kadınlara yönelik olarak yine 'Avrupalı'ya benzemek' ten olarak da, kadınların el ve yüzleri hariç örtünme geleneklerinden olan 'peçe' kaldırılarak, Avrupa kadınları gibi başı ve diz kapaklarına kadar vücudun 'açık giyim' modalaşması getirildi. Eğitim görmüş kadınlar, devlet dairelerinde işi alınmaya başlandı. 1934'de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi vb.

Yalnız, toplumumuzda yukarıda olup bitenlere yönelik, 'ortak bir toplumsal sözleşme ve kabuller' e varılmaksızın veya 'referandumlar' da yapılmaksızın yalnızca 'Atatürk ve Devrimciler kadrosuna inhisar eden' denilen bütün yeniden yapılandırmalar, genelde muhafazakar olan toplumumuzun bu kesiminin İslami ve örfi geleneksel düzen anlayışları, gelenekleri ile çatıştığı için toplumumuzda genelde uzun bir süre kabul görmedi. Bunun sonucu yönetimde ''(Aydın-Bürokrasi) –Halk Tezadı ve Çatışması' kendisini gösterdi. Devrimlerin lider Mustafa Kemal Paşa, bunları izah ederken, 'Zamanla halkımız da bunların kıymetini anlayarak ve önemini idrak ederek bunlara alışacaktır' görüşlerini serdetti. Bu bir nevi, belli bir 'elit kadro' nun tekelinde 'Toplum Mühendisliği' göstergesi idi. Aile meselelerimiz, erkek –kadın ilişkilerimizden olarak yaşanan bu 'sendromlar' varlığını ta 1980'lerin ortalarına kadar sürdürmeye devam etti.

Bizde 'Avrupa III. Dönem Feminizm Yapılanması' nın Arifesi Uygulamaları ve Analizleri

1980 – 2011

Türkiye'de 'Avrupa III. Dönem Feminizm Yapılanması' nın uygulanmasına yönelik başlangıçtan olarak 'kırılma' veya 'dönüm' noktası, Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal'ın 1985'de Avrupa Birliği'ne girmek için 'Kesin Ortaklık Müzakerelerinin Başlaması' na yönelik resmen başvurusu olmuştu. Birlik üyesi devletler, bu müzakerelerinin başlatılabilmesi için, Türkiye'nin 'Avrupa Birliği Müktesebatlarının bütünüyle alınıp Türkiye'de uygulanması' nı şart koşmuşlardı. Çaresiz, bu yapılacaktı. Anlayacağınız, 3 Kasım 1839'da Tanzimat'ın ilanı ile başlayan, boynumuza sarılmaya başlanan 'idam ipi' zincir halkasının son halkasını bu müktesebatlar alınmak suretiyle tamamlanarak, artık boynumuza iyice oturtulmak için son halkası da takılan bu olaydan sonra, ayağımızın altındaki tabureye tekme vurulup idamımız 'Avrupalı Cellatlarımız' eliyle gerçekleştirilecekti.

u müktesebatlardan, konumuz aile, erkek –kadın ilişkileri olduğu için, bunlar yönelik alımlar kronolojik sıralamayla 11 Mayıs 2011'de 'Uluslararası İstanbul Sözleşmesi' imzalanana kadar maddeler halinde şöyle olmuştur:

  • 'Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Ortadan Kaldırma Sözleşmesi' nin (CEDAW) imzalanması. Bu sözleşme,2011'de yayınlanacak olan 'İstanbul Sözleşmesi' nin bir çeşit 'önsüzü' veya 'başlangıcı' hükmünde olan, ona nazaran daha ılımlı veya 'makul' sayılabilecek maddeleri ihtiva ediyordu.
  • Yine 'Avrupa Müktesebatı' ndan olarak bize 'Cinsiyet Değiştirme' (Erkeğin kadın, kadının erkek olması) geleneği de 'Avrupa'dan ithal' gelmiştir.

Bizde, erkeklerin, Tanrı tarafından yaratılmış erkekliklerini beğenmeyerek, nasıl bir haksa, 'Cinsiyet Değiştirmek Hakları' nı kullanarak, erkeklik organlarını budatarak, kadınlık organlarına sahip olmaya yönelik 'Cinsiyet Değiştirmek' e izin veren kanun ve maddeleri yoktur. Dolasıyla bunu başvurmak suçtu.

Nasıl 'etik' bir sanatkarsa, 'ses sanatkarı' denilen, üstelik de 'Cinsiyetimi beğenmiyorum mutlaka değiştireceğim' demekle de 'inadı' nı ortaya koyan, Erkek Bülent Ersoy, adı geçen engelin aşılması için Başbakan Özal'a başvurmuş, o da onu kıramayarak, yalnızca ona uygulamak için geçerli olarak 1987'de onun cinsiyet değişikliğine onay vermek için 'özel geçici kanun' çıkarmış, Ersoy 'erkeklik' ten 'kadınlık' a dönünce bu kanun iptal edilmişti. Kadın Bülent' in bu haliyle 'üç evlilik' yaptığından bile bahsedilir. Hata, 'eşlerim beni daha iyi sevsinler, doğacak çocuklarımı (eğer rahim de takılabildiyse) emzireyim' yollu erkek meme yapısını kadın memek yapışan tahvil için de, kendisini 'hormonal tedavi' ve 'cerrahi tedaviler' e de alarak, memelerini 'kadın memeleri' haline getirmiştir. Yani anlayacağınız, Allah'ın kendisine takdir ederek verdiği 'Fıtratı ve Doğasına isyan' olarak vücudu ile oynamış, bedenini şekilden şekle sokarak kendisine 'eziyet ve zulüm' etmiştir. Tabii ki, fıtratı ve doğasıyla oynadığı için bu evliliklerinden çocukları olmamıştır.

İslam hukuku ve örfi hukukumuzda erkeğin kadına, kadının erkeğe benzeme hükmü var mıdır? 'Allah'a isyan' ve alışılmış geleneklere 'başkaldırı' olduğu için hiç yeri yoktur. İslamiyet, Musevilik, Hristiyanlık hiçbir dinde bu iyi karşılanmaz. Peki!… 'Cezai hükmü nedir?' diyeceksiniz? 'Protesto ve gözden uzaklaştırmaktan' başka hükmü yoktur. 'Şiddet' görmez, 'darp' edilmez. Peygamberimiz Hz. Muhammet, Müslüman olup da aşırı derecede (Günümüzde 'Sunucu Sanatkar' denilen Erkan Yolaç ve 'Ses Sanatkarı' denilen Zeki Müren benzeri) kadına benzemekten bir türlü vazgeçmeyen Muhannes için ceza olarak, 'Buralardan gitsin, gözüme görünmesin' cezasını vermekle yetinmiştir.

  • Yine Avrupa Birliği Müktesebatını almaktan olarak, 2002'de 'Cinsiyet Değiştirme Kanunu' yollu bir kanun çıkarıldı. 'Avrupa'nın sıkıştırması mıdır?', 'Talep patlaması mıdır?' gerekçeleri tam bilinmez, bu sefer de 'kalıcı' olarak kanun çıkarıldı. Yalnız, kanuna 'Cinsiyet değiştirecekler, bekar olacaklar ve uzmanı bir cerraha erkeklik organlarını bozdurup, kadınlık organlarını oluşturacaklardır' yollu hükmü konmuştu.

Bu olup bitenlerden olarak birkaç 'sapma' gösteren veya 'fıtrata –doğallığa isyanca' yı 'tatmin edeceğim' diye devletin de 'yönetim yapılanması ve anlayışından' olarak 'Allah'a ve fıtrata devletin de isyanı' sayılabilecek hükmünden başka bir şey değildir.

'Cinsiyet tercihine karşı çıkmak Laikliğe aykırı' demek de külliyen yanlıştır. Laiklik demek, en yaygın ve geçerli tarifiyle, 'Dinin devlet, devletin de din işlerini karışmaması' demektir. Laiklerimizin 'Laikliğe aykırı' demeleri, hem gerçek laiklik anlayışına ve hem de 'Allah'ın hakkı fıtrat ve doğallık' a karşı çıktıkları için, ' Allah ve din işlerine karışmak' anlamından olarak yukarıda tanımlanan laikliğe aykırıdır. Laiklik 'istismarı' na da yönelik olarak, 'Fırat, doğa ve doğallığa isyan' ın bir vasıtası olarak kullanılamaz. Laiklerimiz akıllarını başlarına almalı, tavır değiştirmelidirler. Bu hem 'Allah hakkı' hem toplumumuz hem de onlar için faydalı olacaktır.

  • Aynı Müktesebattan yani 'Avrupalılaşmak' veya 'Avrupalılaştırmak' tan olarak, 2002'de , evli erkek ve kadınlar arasında 'Mal Bölüşümü ve Mala Sahip Olmak' yollu kanun maddesi getirildi. Buna göre, eşler babalarından miras yolu ile gelen mallara kendi adlarına 'tapulu' olarak sahip olacaklar, yalnız, evlendikten sonra elde edilecek mallar, erkek ile kadın arasında eşit taksime tabi tutulacak, 'eşit mallar' a sahip olunacaktır. Bir örnek, bu sırada evin erkeği geçe gündüz, yaz kış demeden çalışıp çabalayıp 10 tane Türkiye'nin en büyük tekstil fabrikalarına sahip olmuşsa, farzedelim, bu sırda eşi ile boşanmışsa, fabrikaların yarısı olan 5 tanesi onun tapulu malı olacaktı. Bu gelenek, Avrupa aile geleneğinden (bilmiyoruz bütün Avrupa ülkelerinde durum böyle midir?) taklitçilik eseri geliş olduğu halde, İslami ve örfi aile geleneklerimize aykırı bir yapılanmadır. Evlilikte kazanılan mallar hep erkeğin üzerine yazılırdı. Eğer evin erkeği isterse, eşine rızası ile bir ev veya araba benzeri şeyi tapulu olarak verebilirdi. Zaten evli kadın da ölene kadar bunlardan ve eşinin bütün mal varlığından faydalandığı için, 'aç gözlülük' edip veya 'huzursuzluk kaynağı' olup ' eşinin mallarında gözü olmazdı. Kadın için 'iyi ettik' denilen bu yapılanma, işin esasına bakılırsa, geleneksel aile yapılanmamızı vurulan 'büyük bir darbe' ve 'Avrupa kaynaklı' bir 'aile içi ve dışı şiddet' sebebidir.
  • 2004'de 'Kadın haklarının geliştirilmesi' denilerek, Anayasa'nın 10'uncu maddesine 'Kadınlar ve Erkekler eşit haklara sahiptirler. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür' ilavesi yapıldı. Böylece 'Kadın hakları meselesi' de bir 'Anayasal yükümlülük' altına alınmış oluyordu. Artık, çıkarılacak birçok aile ve kadın kanunu, 'anal yasal dayanak ve hukuk ' olarak buna dayandırılacaktı.
  • Yine Avrupa Birliği Kadın Müktesebatına uygun olarak, oradan taklitçilikle, 'Bizim kızlarımız ve kadınlarımız da onlara benzesinler, bu sebepten bizi sevsinler' yollu ve gerekçeli, 2004'de, 5237 sayılı kanunda değişiklik yapılarak, 'evlilik dışı ilişkiler' suç ve ceza unsuru olmaktan çıkarıldı. Anlayacağınız, İslami ve örfi aile geleneğimizde olmayan 'zina' ve diğer isimleriyle 'serbest cinsel ilişkiler' demek olan 'fuhuş, flört' 'Avrupa'yı memnun etmek ve onların aile geleneklerine tabi olmak' gerekçesiyle serbest bırakıldı. Bundan, 'Avrupa Birliğine kolaylıkla gireceğiz' mededi umuldu. İnsanın olup biten rezaletlere baktıkça içinden, 'Başınıza Avrupa Birliği kadar taş düşün' demek geliyor.

Bir kere, bütün toplumların 'Ortak Akıl Tabii Toplumsal Sözleşmesi' nden olarak hem de Hz. Adem'den günümüze 'bütün tarih çağları boyunca' denilerek, şu beş 'ana hakkın' korunması 'mutlak' esastır:

1-Canın, 2-Aklın, 3-Irza ve Namusun, 4-Mülkiyet haklarının , 5-Gerçek anlamada disiplinize edilmiş fikir ve düşünce hürriyetinin korunması.

İşin esasına bakılırsa Devlet burada 'zina' yı serbest bırakmakla, 'ırz ve namusun korunması' na büyük darbe vurmuştur. Bunlar artık, 'Devlet güvencesi' altında değildir demektir. İnsanlarda can hakkı, mülkiyet hakkı nasıl kutsal ve vazgeçilmez ise 'ailenin korunması ve neslin bozulmaması' na yönelik olarak ırz ve namusun korunması da o kadar kutsal ve vazgeçilmez bir haktır, kurda ve kuşa yedirilemez. Zaten bizde 'aile içi ve dışı şiddet' in ana kaynaklarından birisi de işte bu 5237 sayılı kanunun değiştirilmesi olmuştur. Bu, İslami ve örfi geleneklerimize külliyen aykırıdır ve bu yanlıştan hemen dönülmelidir.

Bütün bu olup bitenlerin, bir 'Türk Muhafazakarı' ailesinden gelen ve kendisi de 'Muhafazakar kimlikli' geçinen AK Parti Yozgat Milletvekili Adalet Bakanı Yozgat Milletvekili Cemil Çiçek zamanında yapılması, tarihimize 'ibret verici bir olay' kaydı ile geçti. Birçok dostumuz bu olay için, 'Bunları bir CHP'li veya benzeri Adalet Bakanları yapsalar idi, gam yemezdik, zaten Avrupalılaşmak ve 'Avrupalı gibi yaşamak' onların tıynetinde vardır ve buna uygundur' demeleri de işin, Sayın Çiçek açısından diğer bir cabasıdır.

  • 2009'da TBMM'de AK Parti Edine Milletvekili Fatma Aksal'ın başkanlığında, 'kadın ve erkeklerimizi birbirlerine eşitlemek' gerekçesiyle çalışmalar yapmak için 'Kadın –Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu' kuruldu.
  • 2010'da kadınlar için yeni bir Anayasa değişikliğine gidilerek, 'Kadına pozitif ayrımcılık statüsü' getirildi.

Bütün bu olup bitenlerin ardından, 'Avrupa Birliği Kadın Müktesebatları' nı 'topyekun' almaya yönelik sürecin devamından olarak 11 Mayıs 2011'de 'Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi' nin imzalanması ve ardından da buna uygun kanunların çıkartılıp tatbikatlarının yapılmasına sıra gelecektir.

Bunu, dizi yazımızın IV. Bölümünde 'İstanbul Sözleşmesi ve Analizi' başlığı altında anlatacağız. Şimdilik bu kadar dostlar, vesselam.