Eşcinsellik insan doğasına aykırıdır ve tedavisi mümkün olan sapkın bir cinsel yönelimdir. İstanbul Sözleşmesi de gerçekte kadını değil aileyi ve toplum yapısını bozan bu yönelimi koruduğu için savunulmaktadır.

Hak ile batılın savaşının hiç kolay olmadığını yaşayarak görüyoruz.

Cinsiyet eşitliği kılıfıyla LGBT'nin önünü açan ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile feshedilen İstanbul Sözleşmesi'nin de peşini bırakmadıklarını yazmıştım.

Öncelikle şunu belirteyim İstanbul Sözleşmesi tartışmalarında asla önyargılı olmadım. Savunanların da karşı çıkanların da gerekçelerini irdeledim. AK Parti içerisinde de ayrılıklara neden olan sözleşme ile ilgili tartışma zeminine yönelik eleştirilerim de oldu.

Sonrasında araştırmalar, incelemeler ve ortaya konulan raporlar İstanbul Sözleşmesi'nin hiç de masum olmadığını gözler önüne serdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'da kararını buna göre verdi. Yani öyle birileri karşı çıktı, hadi çekilelim durumu olmadı.

İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararına karşı yürütmenin durdurulması ve kararın iptali talebiyle ise birçok dava açıldı.

Danıştay Savcısı, "İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek hukuka aykırı" diyerek kararın iptalini istedi. Bir ay içinde Danıştay'ın kararını vermesi bekleniyor.

Gelinen noktada karşı çıkılmasının gerekçelerini doğru bulduğumu nedenleri ile ifade etmem gerekirse ilk olarak bu sözleşmenin temel ahlaki değerler ile örtüşmediğini söyleyebiliriz.

Sözleşme kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla imzalanmıştı. Ancak arka planındaki tehlike görülememişti.

Neslin korunmasına karşı eşcinselliği yaygınlaştırıcı yaklaşımı olan sözleşme aile yapısıyla örtüşmüyor.

Birçok maddesinde toplumsal cinsiyet kavramı geçen sözleşmede eş tanımının yanında partner tabiri eşcinseller için kullanılıyor.

Bir çocuğun hem annesi hem babası olur. Doğal ve ruh sağlığına uygun olan budur. LGBT bu nedenle bir kimlik olamaz.

Eşcinsellik insan doğasına aykırıdır ve tedavisi mümkün olan sapkın bir cinsel yönelimdir.

İstanbul Sözleşmesi de gerçekte kadını değil aileyi ve toplum yapısını bozan bu yönelimi koruduğu için savunulmaktadır.

Sözleşmede ortaya konulan uygulamalarda kadına yönelik şiddeti engelleyemediği de net bir şekilde görülmüştür.

Sadece Türkiye'de değil uygulayan ülkelerde de.

Bir araştırmaya göre Fransa'da her iki kişiden biri taciz ya da cinsel saldırıya uğrarken aile içi cinayetler 2019'da yüzde 16 artmış ve 173 kurbanın yüzde 80'i kadın olmuştu.

Yine araştırmaların gösterdiği Avrupa'da her hafta aile içi şiddetten 50 kadın ölürken, her 3 kadından biri 15 yaşından beri, her 4 kadından 1'i de hamilelikte fiziksel/cinsel şiddete, üst düzey yönetici kadınların yüzde 75'i ise işyerinde cinsel tacize uğruyor.

İstanbul Sözleşmesi'ni onaylamayan İngiltere, Ukrayna ve Bulgaristan gibi ülkeler de bu sözleşme ile biyolojik bir tanım olarak kadın ve erkeğin yok olacağına inanıyor. Bu 11 ülkenin endişesi de aile tanımının farklılaşması.

Öte yandan sözleşmeye karşı çıkanların kadınları düşünmediği gibi bir saçmalığı ortaya atanlar bunun böyle olmadığını aslında çok iyi biliyor.

Bugün bu noktaya gelinmişse bunun en büyük sorumlusu İstanbul Sözleşmesini dayatmaya çalışanların zihniyetidir. Aile dışı ilişkileri normalleştiren ve her ahlaki değeri gericilik olarak gösterenler toplumun yapısını bozanlardır.

Şiddet gibi bir ilkellik karşısında elbette devletler de önlem almalıdır. Hukukun caydırıcılığı güçlü olmalıdır.

Bunun yanında toplumsal yapımızı bozan nedenler topluma iyi anlatılmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır. Her türlü ahlaksızlığın serbest olması, bunun normal gibi gösterilmesinin de önüne geçilmelidir.

Türkiye'nin kadını korumak için İstanbul Sözleşmesine ihtiyacı yoktur. Medeniyet değerlerimizi gerektiği gibi yeniden yaşatırsak o derece de şiddetten uzaklaşırız.

İnsan hakları meselesi olan kadına şiddeti sözde savunanlar ise HDP ile işbirliği yapacağına önce PKK'nın zorla dağa kaçırdığı kadınlar için bir şeyler yapsınlar diyeceğim ama boşuna. Dert başka olduğu için geriye bu zihniyeti iyi anlamak ve anlatmak kalıyor.

Toplumu soruna boğan bu zihniyet ile yapılacak fikri mücadelede geride kalmamak ise her ferdin görevidir.

Hakikati savunmak onu gizleyenlerin mücadelesinden daha yüksek sesle haykırılmadığı sürece ortaya çıkacak kötü sonuçlar hepimizin vebali olacaktır.

Son söz;

İnsanı yaşatan kutlu değerlerdir, İstanbul Sözleşmesi değil