Biliyorum, modern zamanda geleneksel İslam’ın kabul ettiği kölelik uygulamasını savunmak zorudur. Modernizmin fikirlerinden etkilenerek, geleneksel İslam anlayışında kabul gören fıkhi hükümlerinin yanlışlığını savunan günümüz, ilahiyat yazar ve hocaların (Abdulaziz Bayındır, Caner Taslaman ve diğerleri ), ısrarla “İslam’da kölelik yoktur” iddialarına; ayetlerin ve hadisleri gramer yapılarını, lügavi anlamlarına atıfta bulunmadan, her ortalama Müslümanın anlayabileceği, o geleneksel İslami anlayışın alimleri adına bir savunma yapmayı, akli mülahazalarla, felsefi bir cevap vermeyi kendime bir görev kabul ettim. Bu savunmayı gelenekteki alimlerimize bir vefa borcu kabul ettim. Onlarda en az bizim kadar zeki insanlardı iyi niyetli idiler.

İslam’da savaşın dışında köle edinilmesi yoktur. İnsanları zorla yaşadıkları yerde kaçırarak ya da borcunu ödeyemedi diye köleleştirmek yoktur. Abdülaziz Bayındır hoca, 23 mayıs 2010 tarihindeki açılış konuşmasında dediği gibi, askeri gemiler geçerken uğradığı sahil köyündeki gayri Müslimleri köle edinmesi yoktur. 1400 yılı aşkın fıkıh geleneğinde böyle bir fetva var mıdır? Geçerken köle edindim, ben yaptım oldu mantığı gibi bir mantık yoktur. Savaşın dışında insana, kölelik cezası verilmesi yönünde bir fetva yok. Eski alimleri bu kadar cahil kabul etmek doğru olmaz. Bu yönde bildiğim kadarı ile Peygamber zamanında da uygulama yok.

Abdülaziz Bayındır hoca özet olarak; “Peygamberimizin zamanında köleliğin yasaklandığını, kaldırıldığını, ancak yasaktan memnun olmayan sonraki nesillerin, (açıkça demiyor ama ifadeden sahabe, tabiin ve tabei tabiinin bu sonraki nesle dahil olduğu anlaşılıyor) üzere, peygamberimizin vefatından sonra, köleliği kurandaki açık hükme rağmen yeniden uygulamaya koyduğunu” iddia ediyor. Dolayısıyla Kuran’ın yasaklamasını, peygamberin yasaklamasını alenen iptal ederek köle edinmekten vazgeçemediklerini kabul etmiş olmaktadır. Bu tespit beraberinde çok şüpheleri getiriyor. Bize Kuran’ı toplayıp ulaştıran, hadisi şerifleri toplayıp ulaştıran sahabe, tabiin ve tabei tabiindir. Köle edinmekten vazgeçemedikleri için Kuran’ın açık hükmüne aykırı dini fetva vermeleri adil olma sıfatlarını ortadan kaldırır. O zaman acaba Kuranı da tahrif etmişler midir? Ya da bilinçli bir şekilde peygamber adına hadisi şerif uydurmuşlar mıdır? Sorularını ortaya çıkarır. Peki böyle olmayacağına göre olayın gerçeği nedir?

Temel sorun bu günün İslam alimlerinin, tarihi olayları değerlendirirken, o günün ekonomik ve sosyal şartlarında devlet yönetmenin zorluğunu bilmemeleridir. Bu günün İslam alimleri, batı medeniyeti karşısında yenik düşen İslam medeniyetinin, üç yüz yıldır, yenik düşmesinin sebeplerini tartışmaktadır. Alimler teoriyi oluşturur, toplumun yöneticileri de (siyasetçiler) bu teoriyi devlet yönetiminde uygular. Eğer devlet diğer devletler karşısında geriler ve yıkılırsa teorinin yanlışlığına karar verirler. Düşmanları karşısında yenilen devlet yöneticileri, ya teorik bilgiler üreten ilim sahiplerine inanmaz, teoriyi değiştirirler, ya da teorinin iyi fakat uygulayıcıların kötü olduğunu kabul edip uygulayıcıları değiştirirler. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ile birlikte devlet yeni bir teoriye geçmiştir. Bu teoride İslam alimlerin etkin bir şekilde yer alması mümkün olmamıştır. İslami devlet yönetimi teorisinden, seküler devlet teorisine geçilmiştir. Devlet yönetimindeki etkinliğini kaybeden İslam alimleri, devlet yönetiminde yer almadan teori oluşturulmasına gitmişlerdir. Bu da uygulama içinde olmadan teori oluşturmasının zorluklarını ortaya çıkarmıştır. Hiçbir şekilde devlet yönetiminin içinde yer almayan bu günün İslam alimlerinin geçmişteki uygulamaları, pratik hayatla karşılaştırma imkanı olmadan değerlendirmesi gerçekçi yaklaşımların ortaya çıkmasını engellemiştir. Oysaki geçmişteki İslam alimleri pratik hayatın içinde yani devlet yönetiminde aktif bir şekilde rol aldıkları için, devlet yönetimi ile alakalı daha gerçekçi ve uygulanabilir fetvalar veriyorlardı. Bu günün İslam alimlerinin yanlış hükümlerinin temel sebebi budur. Kölelik konusunda pratik hayattan yola çıkarak değerlendirme yapmak için konuya dönersek….

Hayal alemimizde bin yıl öncesine gidelim ve sosyo-ekonomik yapısını göz önünde bulundurarak kölelik sisteminin inceleyelim. Bin yıl önce bir savaş var. Savaşın meşru olup olmaması ayrı bir tartışma konusudur. Sizde devlet başkanı ya da kral olarak savaşı kazanmak istiyorsunuz. Savaşa karar verdiniz ve savaşmaya başladınız. Bir yerde, bir grup insan savaşıyor ise yenilme ve yenme sonuçlarından biri ile biter. Yenebilmek için ya öldürürsünüz ya da esir alırsınız. Üçüncü bir şık olmaz, savaşalım diyorsanız, ölmeyi yada esir olmayı, öldürmeyi yada esir almayı kabul ediyorsunuz demektir. Savaşın değişmez kuralı budur. Savaşın kendisine karşı çıkmayıp, esir alınmasına karşı çıkanları anlamıyorum. Çünkü esir alma imkanınız olduğu halde esir almayıp bırakıyorsanız, o asker büyük ihtimalle tekrar savaşmak için sizin karşınıza eli silahlı olarak geçecektir.

Peki savaşı kazandınız, bir çok kişiyi öldürdünüz ve esir aldınız. Bu esirleri niçin aldınız? Esir alma amacınız, doğrultusunda alınan esirleri ne yapacaksınız? Esir almanın ve esir olarak tutmanın tek bir amacı vardı. Esirlerin, yenilen topluma geri dönüp tekrar savaşmasını engellemektir. Esirlere yapacağınız uygulama daha sonraki zamanlarda, onların sizinle bir daha asla savaşamayacağı sonucunu elde etmeye yönelik olmalıdır.

Savaş sonucundan alınan esirlere uygulayabileceğiniz, aklın ürettiği ihtimallerin tamamını sayarsak dört yöntem vardır. Bütün devlet başkanları bu dört davranıştan birini yapmak zorundadır. Birinci yol, aldığınız bütün esirleri hemen öldürürsünüz (ya da teslim oldum diyeni esir almadan öldürürsünüz), ikinci yol tek taraflı, koşulsuz serbest bırakırsınız, üçüncü yol önce tutsak edersiniz sonra koşullu (şartlı) olarak serbest bırakırsınız, dördüncü yol ölünceye kadar tutsak edersiniz. Bu dört uygulamadan başka, esirlere uygulanacak uygulama var mı? Ben beşinci bir yolu bilmiyorum. Beşinci yolun imkansızlığı var. Bu dört yol da tarihte insanlar tarafından uygulanmıştır, beşinci yolu tarihte görmedim. Bu uygulamaları, esirlerin bir daha bize karşı savaştırmama amacı yönünden, birer, birer irdeleyelim

Birinci yol olan bütün esirlerin öldürülmesi (ya da teslim oldum diyenin esir alınmadan öldürülmesi), esirlerin bir daha sizinle savaşmasını kesin olarak engeller. Ancak insani değildir, insan ölümleri ve düşmanlıklar artar. Tarihte Cengiz Han, Hülagü yani Moğollar böyle yapmıştır. Onlar bile bütün esirleri öldürmeyip bir kısmını öldürmüş olabilirler. Tarihe acımasız zalimler olarak geçmişlerdir. Bu yolu uyguladığınızı bilen savaş yaptığınız askerler, teslim olmak yerine ölünceye kadar savaşır ve size olan direnme artar. Öyle değil mi? Madem esir alınınca da öldürüleceğim, o zaman savaşarak öleyim der insan. Aldıkları bütün esirleri öldürenler savaşı eninde sonun kaybederler.

İkinci yol olarak savaşı kazanırsınız, birçok şehidiniz vardır, yaralınız vardır, ama hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir koşul öne sürmeden, düşmandan aldığınız bütün esirleri bırakırsınız. Böyle bir durum akla aykırı değil midir? Yenilmenin vermiş olduğu acı ile sizinle tekrar savaşmaya gelmesini nasıl engelleyeceksiniz? Tekrar savaşmaya gelmek demek, yine siz öldürmesi, yine sizi yaralaması, hatta esir alması demek değil midir? Hatta akşam esir alıp, sabah bırakmak nasıl akla uygun değilse, savaş sona ermeden esir aldıklarını bırakmak nasıl akla uygun değilse, savaş sonrasında da savaş esirlerini koşulsuz olarak vatanlarına geri göndermek o kadar akla aykırı değil mi? Gidip daha iyi hazırlık yapsınlar diye esirleri neden bırakalım? Savaşı kaybetmiş, esir düşmüş düşman askerleri, vatanlarına geri dönünce hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam mı eder diyorsunuz? Çatışmada teslim olmak zorunda kalan teröristleri güvenlik güçleri hapse atmayıp, serbest bırakırsa tekrar teröristlik yapmaz mı diyorsunuz? Serbest bırakılan esir daha iyi silahlanıp tekrar gelir. Bilgisayar ortamında savaş oyunu oynayan çocuklar bile bunun cevabını bilir.

Üçüncü yol, savaşı kaybedenleri, şartlı bir şekilde bırakırsınız. Bunan savaşı yöneten devlet başkanı karar verir. Bu şartlı salıverme, ya esirlerin karşılıklı değiştirilmesi veyahut devlet başkanın esirlerin bir daha kendisi ile savaşmayacağına inanıp, karar verip, gönüllerini fethetmek için serbest bırakması şeklinde de olabilir. Hz. Ömer’in Suriye uygulaması gibi…

Devlet başkanı bir müddet esir ettikten sonrada serbest bırakılmasını isteyebilir. Esirlerin bir müddet tutulma koşulu ile salıverilmesindeki amaç, onların savaşa olan direncini kırmaktır. Fikir dünyalarını değiştirerek ıslah etmektir. İşte bu durumda esirlerin tutsak olarak tutulması sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bir müddet sonra salıvermeyi, zaman olarak da yapabilir, belli koşulları esir alınanın gerçekleştirmesi şartına bağlayabilir, yenilen devletin belli şartları yerine getirmesine de bağlanabilir. Bu süreler ve şartları, devlet başkanı tarafından esirlerin ve toplumun durumuna göre belirlenir. İşte kölelik denen esir olma durumu bu aşama da ortaya çıkıyor. Çünkü tutsaklığı devam eden esirler, bu aşamada iki şekilde tutsaklığa devam ediyor. Birinci tutsak edilme şeklindeki esirlikte, toplu olarak bütün esirler, hapishanelerde bekletiliyor. Yani hapishanelerde esir olarak tutuluyor. İkinci tutsak edilme şeklindeki esirlikte, toplu olarak hapis edilme yerinde, savaşan mücahidlerin evlerinde, ev hapsinde tutuluyor. Bu ev hapsi cezasına çaptırılmış kişilere köle deniyor. Toplu olarak hapishane tutulan kişilere ise savaş esir deniyor. Sonuç olarak ikisi de vatanlarına dönmeme cezasına çaptırılarak, tutsak ediliyor. Köleler ve savaş esirleri, savaş ilan eden düşman toplumların askerlerine ve aktif olarak savaş katılan savaş görevlilerine verilen savaş suçu cezasıdır. Esirler Müslüman topluma savaş ilan etmesi dolayısıyla cezalandırmaz ise serbest bırakılanlar yeniden savaşır, savaş hiç katılmayıp savaş heyecanı taşıyanların da cesaretleri artar.

Aslında köleler, evlerde hapsedilen savaş esirleridir. İsimlendirmenin farklı olmuş olması sonucu değiştirmez. Yeni bir isimlendirme de yapabilirsiniz, hapishanede tutulan savaş esirleri ve ev hapsinde tutulan savaş esirleri olarak. Birinci tip savaş esirleri ikinci tip savaş esirleri diyebilirsiniz. Esirlik ile kölelik kavramları arasında sonuç olarak bir fark yoktur. Esir de tutsaktır, köle de tutsaktır. Esirler hapishanede yedirilir, içirilir, işkence yapmadan tutsak olarak alıkonulur. Köleler de hapishanede değil evlerde, yedirilir, içirilir, işkence yapmadan tutsak olarak tutulur. Ev hapsi hapishanelere göre daha makul ve insani bir tutsak etme yöntemidir. Köleler ev hapsindeki esirlerdir, tutsaklardır. Savaş sonunda yapılan barış antlaşmasına göre bu esirler takas edilmeyen veya tek taraflı olarak serbest bırakılmayan kişilere uygulanan cezadır. Amaç düşmanın savaşma cesaretini kırmak, esirlerin bir daha savaşmasını önlemek.

Bin yıl öncesini şartlarında bir grup esirin hapishanelerde tutulmasındaki zorlukları düşünelim. Bu zorlukları düşünürseniz, başkanlıktan istifa edersiniz. :) Savaş esirini hapsettiniz, onu yedirecek, içirecek, barındıracak, sağlığını koruyacak, işkence etmeyecek ve hapishaneden kaçırmayacak şekilde yaşatacaksınız. Bunun nasıl yapacaksınız? Önce bunları gerçekleştirmek için elimizde olan mevcut sosyo-ekonomik şartları bir hatırlayalım. Elektrik yok, aydınlatmayı çıra ile yapacaksınız, çeşmenizden akan su yok, taşıma suyu kullanacaksınız, doğalgaz hizmeti yok, odun yakacaksınız, kamera yok, telefon yok, bilgisayar yok, insanları kontrol etmek için bil fiil ya gidip bakacaksınız, ya da güvenilir birilerine baktıracaksınız. Binyıl önce toplumdaki insanların tamamının karnını doyurabilmek için o toplumun %90’ı tarım yapmak zorunda, yani tarımda çalışan 90 insan, kendi karnının doyurduktan sonra ancak 10 insanın daha karnını doyurabiliyor. Bu gün sanayi toplumunda bu oran, tarımda çalışma oranı, %5 ile %10 arasındadır. Amerika da %3 tür. Yani 5 kişi tarımda çalışınca, kendi karnını duyurduktan sonra 95 kişinin daha karnını duyurabiliyor. Bu nedenle hapiste 10 kişi tutuyorsanız, bunların kaçmasını önlemek için en az 10 kişiyi de nöbet bekletmeniz gerekir. Birde onların yemesini içmesini, aydınlatmasını, sağlayacak en az 10 adam daha lazım. Yemeği kim yapacak? Suyu kim taşıyacak? Toplam 30 kişi tarımda çalışmayacak, ama onların karınlarını doyurmak için en az 270 kişi daha tarımda fazladan çalışmak zorundadır. Yeni vergiler, yani tarımda çalışanların ekmeklerini ellerinden almanız gerekecektir. Adamlar zaten kendi karınlarını zor doyuruyor. Hapis edilen esirlerin, şartlarını düşünün bir de… Karanlık, soğuk ve pis koku (kanalizasyon yok) ve tek çeşit lapa gibi yemekler. İnsanın o şartlarda köle olası gelir. :) madem kaçamıyorum, intihar da edemiyorum, hapishane şartları da çok kötü, o zaman köle olayım bari der insan… Tabii serbest bırakın o zaman diyebilirsiniz, ama bir daha gelebilir savaşmak için… Bu gün, kendisini özgürlük savunucusu sayan Amerika bile ıraktaki savaş sonucu elde ettiği savaş esirlerini Guantanamo da insan haklarına ve onuruna uygun tutamamıştır. Guantamano’da esir olmaktansa 1000 yıl önceki şehirlerde ev hapsinde yani köle olmayı kabul edebilir insan. 10 kişiyi hapishanede esir tutmak için tam 290 kişiyi seferber etmek çok ekonomik değil mi. Peki en insani çözüm nedir?

En insani çözüm ev hapsidir, köleliktir. Bu kadar uzun yazı sonunda ev hapsini, köleliği insani bir savaş suçlusunu cezalandırma yöntemi olarak kabul etmişizdir. Bu gün hapse mahkum edilen suçlular için ev hapsi daha hafifletilmiş bir ceza olarak ceza infaz kanunda yer almıyor mu? Bu durum evlerdeki köleler ile aynı olmuyor mu? Hatta batı toplumlarında ve bizde hafif suçlarda kamuda (kreş, çocuk esirgeme kurumu, huzur evi, camii gibi kamuya ait yerler gibi) çalışma cezası verilmiyor mu?

Köleliği akla sığdırdıktan sonra, gelelim kölenin çalıştırılmasına… Köle yiyecek içecek, hiç mi üretime katkıda bulunmayacak? Bu gün bile hapishanelerde mahkumlar çalıştırılıyor. Hem adam İslam toplumuna savaş açacak, suçlu olacak, karnını da doyurmak için çalışmayacak. Öyle bir şey olmaz. Evlerde yan gel yat. Sonra mücahidinin canına kast et. Sonra da mücahid savaş esirini doyurmak için çalışıp dursun. O zaman kimse köle almazdı. Tabii ki, toplumun karnını doyurmak için %90’nın tarımda çalıştığı bir ekonomide, köle de çalışmalıdır. Öbür türlü mücahide ceza verilmiş olur.

Köleler evlere yerleştirilip, ceza çekerken, eğer İslam’ın onlardan istediği, şartları yerine getirilirse, yine serbest bırakılması yolu vardır. Kölenin, cezadan kurtulmak için yine bazı şansları vardır. Köle bir kere kölelik cezasına çaptırıldıktan sonra, tamamen özgürlük yolları kapatılmıyor. Kölelere özgür olma şansları veriliyor. Bu durumda yine koşullu serbestlik hala devrede olmuş oluyor. Kölenin koşullu serbest kalmasının şartları nelerdir?

Kadınsa, çocuk doğurmak, bazı günahları işleyen Müslümanın köle azat etme zorunluluğu, azat olma sözleşmesi imzalayarak fidyesini ödemesi ve benzeri birçok durumlarda kölelere cezasını bitirme şansı veriyor. Karşılıksız affetmeyi de İslam büyük bir sevap vererek teşvik ediyor. İslam, kölelerin özgürlük yolunu ölünceye kadar tamamen kapatmıyor. Her zaman özgürlük kapısını açık bırakıyor. Tabii devlet başkanı köleliği yıl olarak da sınırlayabilir. Mesela bir köle en fazla on yıl ceza çeker diyebilir. Kölelikte itiraz gelebilecek bir durum da ilişki yaşamaktır. Kölelerle zorla ilişkiye girmek değil, kölelerin evlendirilmesi esastır. Dünyanın en iyi kuralını koyun, sonunda onu uygulayacak bir insandır. İyi niyetli olan insan elindeki hükmetme yetkisini su-i istimal etmez. Bu konuda söylenecek en özlü söz, başkalarının mutsuzluğu, bizim mutluluğumuz olmamalıdır.

Dördüncü yol olarak, ölünceye kadar tutsak edilmesi, İslam’ın hedeflerine aykırıdır. Çünkü özgür olma ihtimali elinden alınan köle, asla İslam toplumuna, dolayısıyla İslama sevgi beslemeyecektir. Bu nedenle özgürlük yolu kapatılmamalıdır. Özgürlük yolunu kapatan toplumlar, bu günün modern batı toplumlarıdır. Tam da Abdülaziz Bayındır hocanın karşı çıktığı köleliği uygulayan toplumlardır. Teknolojisi gelişmiş, sanayi toplumu olmuş batı toplumlarının, ucuz ve ağır işlerde çalışacak işçi ihtiyaçlarını karşılamak için Kara Afrika ve Amerika kıtasındaki toplumlarındaki insanları, hiç savaş sebebi olmadan, hiçbir suç işlememişken, bulundukları yerde yakalayarak kendi topraklarına getirip boğaz tokluğuna çalışan işçi yapmışlardır. Birçok ölümcül tıbbi deneyleri kölelerin üzerinde yapmıştır. teknolojileri dolayısıyla ağır silahlarına dayanarak bir çok insanı köleleştirmişlerdir. İslam böyle bir köleleştirmeye asla müsaade etmez. Bize insanlık dersi veren batı kendi günahlarını örtbas etmeye çalışmaktadır.

Sonuç olarak, kölelik konusunda İslamiyet iyileştirmeler getirmiştir. Köle bir savaş suçlusuna verilen ev hapsidir. Modern batı dahi bu gün, suçluları ıslah etmek için kamuda çalışma cezasını suçlulara vermektedir. Bir fetvanın veya bir uygulamanın felsefesini bilmek ayrı bir şey Arapça dilbilgisini bilmek çok ayrı bir şeydir. Arapça bilmek, fetva vermek için tek başına yeterli değildir. Devlet yönetimi ile ilgili bir iş hakkında fetva verecek kişinin, o işin felsefesini ve uygulamada karşılaşılan problemleri bilmesi gerekir.