“İslam’ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar” çerçevesinde sayılması gereken en tahripkâr projelerden biri de, yaklaşık çeyrek asırdan bu yana özellikle akademisyenler arasında oldukça yaygın bir şekilde işlenen Vatikan’ın dinlerarası diyalog ve hoşgörü projesidir.

'İslam'ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar' çerçevesinde sayılması gereken en tahripkar projelerden biri de, yaklaşık çeyrek asırdan bu yana özellikle akademisyenler arasında oldukça yaygın bir şekilde işlenen Vatikan'ın dinlerarası diyalog ve hoşgörü projesidir.

Mahiyeti, benimsediği usul ve metodlar dikkate alındığında bu projenin başlıca iki hedefi olduğu görülür. Bunlardan biri Hıristiyanlığın dünya dini haline getirilmesi, ikincisi de bunun bir nevi ön şartı olarak İslam'ın bozulması, adı İslam olan fakat tahrif edildiği için aslî hüviyetinden uzaklaştırılmış sözde bir dinin gündem edilmesidir.

Onun için projenin adındaki 'diyalog' ve 'hoşgörü' kelimeleri aldatmacadan başka bir şey değildir.

Hıristiyanlığın tarih boyunca İslam'ın karşısında 'Küfür tek millettir' prensibini teyit eder bir şekilde çıktığı bilinen bir gerçektir. Bu, Vatikan'ın bu projesinde de geçerlidir. İslam'a kurulan bu dinlerarası diyalog oyununda Yahudiliğin kaybedeceği bir şeyi yoktur. Ama İslam açısından bakıldığında, onun vahiy kaynaklı tek hak din olma özelliği iptal edilmek istenmektedir.

Projede İslam'la Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi muharref dinlerin eşitlenmesi temel prensip kabul etmiştir. Ne var ki hakikatte bu eşitlik söylemi de bir hiledir. Çünkü Hıristiyanlığın 'tek kurtarıcı din' (!) olma iddiasıyla dünya dini haline getirilmesi planlanmıştır.

Bu sebeple dinlerarası diyaloga sempati ile bakan veya bu projeyi gönüllü olarak benimseyen sözde Müslümanlar, İslam'a en büyük ihaneti yapmaktadırlar.

Dinlerarası diyalog, 'ortak noktalarda buluşmak' prensibiyle daha işin başında Hz. Peygamberi (s.a.v.) dışlamış olmaktadır. Çünkü Hz. Peygamberin (s.a.v.) nübüvvetine inanmayan Hıristiyan ve Yahudiler bu konuyu d. diyalogda ortak nokta kabul etmezler. Bu ise söz konusu faaliyetlerin içinde yer alan sözde Müslümanlar için 'kelime-yi tevhidi parçalamak' demektir. Çünkü kelime-yi tevhiddeki 'Muhammedün Rasülüllah' ilkesi olmadan, gerçek anlamda 'La ilahe illallah' demek de mümkün değildir.

Bu girişten sonra dinlerarası diyalogun teşekkül safhalarına, benimsediği stratejiye ve temsilcilerine biraz daha yakından bakalım.

I- DİNLERARASI DİYALOGUN TEŞEKKÜL SAFHALARI

'Papa XXIII. John, 25 Ocak 1959 tarihinde hazırladığı bir genelgeyle II. Vatikan Konsili'nin yapılacağını ilan etti. O tarihten Konsil'in açılış günü olan 11 Ekim 1962'ye kadar yaklaşık üç yıl hazırlık yapıldı.

Yahudi tarihçi Jules Isaac, 13 Haziran 1960 günü Papa ile görüştü ve Yahudiler hakkında bazı yanlış inanış ve kararların kaldırılmasıyla ilgili kendisine bir rapor sundu.

Papa VI. Paul, 17 Mayıs 1964 günü "Hristiyan Olmayan Dinler Sekretaryası" adıyla bir kuruluş oluşturdu ve başkanlığına Kardinal Paola Marella'yı atadı. Marella, 'Kilisenin Hristiyan Olmayan Dinler İlişkisi Hakkında Deklarasyon" adıyla bir metin -Dinlerarası Diyalog- hazırladı ve bu metin, 14 Ekim 1965 günkü Konsil'in Genel Kurul'unda kabul edildi.

Sonra bu metnin içeriği zenginleştirildi. Fransız oryantalist Louis Massignon'un etkisiyle İbrahimî Dinler kavramı, ilgili metin ve uygulanacak strateji içinde yer aldı. Bu kavramla, Yahudilik ve Hristiyanlık, İslamiyet ile aynı statüye getirilmiş ve Müslümanların iman ve zihinlerindeki 'son din İslam' algısı, köreltilmiş oldu. Artık İslam, ilahi din olarak, 'tek başına değil, diğer dinlerle birlikte 'hakk'ı temsil etmektedir' algısı, yerleştirilmiş oldu. Buna dayanılarak 1980'li yıllardan itibaren "dinî çoğulculuk / her din haktır" görüşü / inanışı, İslam ülkelerinde hızla yayılmaya ve üniversitelerde bu konuda kitaplar neşredilmeye başlandı.' [1]

Bu izahlarda dikkat çeken hususlardan biri, 'Müslümanların her şeyini mahvettik…' diyen Fransız oryantalist Louis Massignon'un 'İbrahimî Dinler' kavramını dinlerarası diyalog projesi içine monte etmesidir.

Bu büyük hile ve entrikayı göremeyip, İslam'ın içini boşaltmayı ve onu kökünden değiştirmeyi esas alan İbrahimî Dinler projesine evet diyen güya Müslüman kimlikli kimselere yazıklar olsun. Alıntıda da geçtiği gibi 'her din haktır' görüşü ülkemizde ve İslam coğrafyasında bu 'İbrahimî Dinler' zokasının yutulmasından sonra popülerlik kazanmaya başlamıştır. Eğer her din hak ise o zaman batıl nedir? Bu takdirde İslam'ın vahiy kaynaklı, bozulmamış tek hak din oluşunun manası nerede kalır?

Görüldüğü gibi bu tür söylemler, akaidini baltalamak suretiyle İslam'ı imha anlamına gelmektedir.

İbrahimî Dinler söyleminin de içinde yer aldığı dinlerarası diyalogun, teslis şirkine bulaşmış Hıristiyanlığı tek hak din edasıyla dünya dini haline getirmeye çalışmasıyla ilgili şu tespitler ne kadar da önemlidir:

1- Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir (II. Paul'ün 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio 'Kurtarıcı Misyon' isimli genelgesi).

2- Diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır (1973 yılı Pietro Rossano, Sekreterya'nın yayın organı Bulletin'den).

3- Birinci bin yılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda hedefimiz de Asya'yı Hristiyanlaştırmaktır (Papa II. Paul'un 2000 yılı mesajından).

4- Oryantalist Papaz W. Montgomery Watt'a göre diyaloğun ilk şartı 'Benim dinim son dindir' inancından vazgeçmektir: Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitmemektir. Taraflardan biri 'Benim dinim son dindir' derse, bu olmaz; çünkü buradaki 'son' kelimesi, diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. Bunun için, 'Benim dinim diğerlerinkinden daha üstündür' inancının terk edilmesi gerekir (1969: Modern Dünyada İslam Vahyi' adlı çalışmasından).[2]

Bu izahlarla Vatikan'ın diyalogdan maksadının ne olduğu açıkça ortaya konmuş olup, yoruma hacet yoktur.

II- DİNLERARASI DİYALOGUN ÜLKEMİZDEKİ TEMSİLCİLERİ

Dinlerarası diyalog ve hoşgörü projesi ülkemizde açıkça ilk defa Fetullah Gülen tarafından temsil ve gündem edilmiştir. Daha sonra ne yazık ki Diyanet tarafından da benimsenmiş ve 1998 yılında II. Din Şurasıyla da Diyanet'in faaliyet kapsamına alınmıştır.

Zaman içinde açıkça olmasa da Milli Eğitim'in bazı birimlerinde ve birçok ilahiyat fakültesinde de seslendirilmiştir. Böylece millet uhdesinde çok büyük tahrifatlara sebep olunmuştur.

Ülkemizdeki Paydaşları veya Temsilcileri

1- 1998'de Papa'yı ziyaretinde F. Gülen şöyle demiştir:

Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.' (Zaman,10.2.1998)

2- Dinlerarası Diyalog projesinin önde gelen temsilcilerinden Prof. Dr. Niyazi Öktem, 2003'te yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir:

1980'li yıllarda başlattığımız 'Dinlerarası Diyalog' projesinde hayli mesafe aldık. Bu konuda bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkanın -Prof. Dr. Ali Bardakoğlu- gün boyu aramızda bulunması, bunun en güzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan geldi. Vakfın onursal başkanı Fetullah Gülen Hoca bize büyük destek verdi. Bütün bunların üstünde, Diyalog konusunun Türkiye'deki mimarı, öncüsü Prof. Dr. Mehmet Aydın'dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum. (23/24.10.2003'te Alman Konrad Adenauer Vakfının, Armada Otelinde düzenlediği konferans)

3- Papalığın 'Dinlerarası Diyalog' fikrini açıkça ortaya atmasından önce Said Nursi'nin bu konuda, 1951'de Papa XII. Pius ile yazışmaları vardır (1999: F. Gülen, Hoşgörü ve Diyalog İklimi)

4- Özellikle F. Gülen'in Amerika'ya sığınmasıyla birlikte dinlerarası diyalog, özel Hıristiyanlık - Nurculuk diyaloğuna dönüşmüştür. Bu diyaloğu Vatikan'ın yanı sıra ABD resmî ve özel kurumlarının ve kuruluşlarının diyalog taraftarları -Vatikan, F. Gülen ve ABD- üçe çıkmıştır. Gerek Amerika içindeki, gerek dışındaki Evangelist misyoner teşkilatları Gülenci diyaloglarda ağırlığını hissettirmektedir. Bugün Gülencilerin diyalog insiyatifi Vatikan'dan ziyade ABD kurumlarının eline geçmiştir (Dinlerarası Diyalog ve Tarihçesi, Mehmet Bayraktar, 2007).

5- Vatikan Dinlerarası Diyalog Sekreterliği'nin Türkiye ile ilk teması, 1984 yılı ortasına rastlamaktadır. Vatikan'ın ve Sekreterliğin diyalog için Türkiye'de ilk temas kurdukları kişi, eski CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, olmuştur. K. Gülek, F. Gülen'i yetiştirmiştir. 1986 yılında o günkü Dinlerarası Diyalog Sekreterliği Başkanı Kardinal F. Arinze ve bir heyet, Türkiye'ye gelmiştir. İstanbul'daki piskoposlar konferansına katıldıktan sonra, İstanbul'da F. Gülen'i ziyaret etmiştir. Daha sonra Ankara'ya gelmiş ve Ankara Üniversitesinde bir konferans vermiştir.

İlgili Sekretarya, YÖK, AÜ İlahiyat ve MÜ İlahiyat Fakülteleri ile çeşitli zamanlarda irtibatlar kurarak faaliyetlerini sürdürmüştür.

6- 1998 yılında F. Gülen, Vatikan'da Papa II. John Paul'u ziyaret ederek, 'Papalığın hazırladığı Hristiyanlığın yayılmasını hedef alan Dinlerarası Diyalog çalışmanızı can-ı gönülden destekliyorum' diyerek bir nevi tekmil vermiştir.

7- Diyanet İşleri başta olmak üzere, birçok devlet kurumu, köklü bir araştırma yapmadan Vatikan'ın İslam'ın imhasını hedef alan bu menfur projeye bilfiil katılmıştır. Buna göre, 1999'da Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Dış İlişkiler Dairesine bağlı bir Diyalog Birimi kurulmuştur. O tarihte başkan Mehmet Nuri Yılmaz idi. (Dinlerarası Diyalog ve Tarihçesi, Mehmet Bayraktar, 2007).' [3]

Bu satırlarda verilen bilgiler, Ankara İlahiyatın ve onun bünyesinde zuhur eden Ankara Ekolünün dinde reform faaliyetleriyle beraber düşünüldüğünde, İslam'ın tek hak din olma özelliğini ortadan kaldırmaya yönelik büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bırakılmış olduğumuz aşikardır.

Şunu unutmayalım:

Bu projelerin sahipleri aslında bizim vatanımıza, milletimize, toprağımıza, milli ve manevi kimliğimize kast etmek niyetindeler. Nihai hedef bütün İslam coğrafyasıyla birlikte Türkiye'nin de işgalidir. Bu apaçık bir gerçektir. Eğer bu gerçek görülmez ve tedbir alınmazsa, tarih tekerrürden ibarettir gerçeği çerçevesinde ülkemizde ikinci bir Endülüs faciası yaşanabilir. Bu asla felaket tellallığı değildir; perşembenin gelişini çarşambadan görmektir.

Şunu da insanımıza önemle hatırlatmalıyız ki, milli kimlik ve bütünlüğümüzün temeli, inancımız ve akaidimizdir. Yani vahiy kaynaklı, bozulmadan gelen yüce İslam dininin, bu aslî hüviyetiyle kabul edilmesi ve yaşanmasıdır. İslam'ın tahrifi, tahribi, reforme yahut modernize edilmesi, tarihe kök salmış bu yüce milletin milli kimliğini ve vatanını kaybederek tarihe karışmasının sebebini teşkil edecektir. Bütün bu yaşananlar Müslüman Türk milletinin ölüm fermanını hazırlamaya teşebbüs etmek demektir. Durum bu kadar vahimdir.

Bu sebeple bilerek veya bilmeyerek dinlerarası diyalog projesine destek verenler -her kim olursa olsunlar- uyarılmalı, bu menfur plan ve projeye alet olmaları engellenmelidir.

'İslam'ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar'ı anlatmaya devam edeceğiz

[1] Ahmet Akışık, FETÖ 'Diyalog' ve 'Ilımlı İslam' Projeleriyle Halen İçimizde mi? Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/619796.aspx

[2] Aynı yazı.

[3] Aynı yazı.