İran’ın Ortadoğu stratejisi mezhepsel güdülerden ziyade jeopolitik merkezli olduğu analistlerin ortak kanaatidir.

İran’ın Ortadoğu stratejisi mezhepsel güdülerden ziyade jeopolitik merkezli olduğu analistlerin ortak kanaatidir. Gerçekten de mezhepsel söylem her ne kadar jeopolitik etkinlik için araçsallaştırıls a da İran Basra Körfezi, Doğu Akdeniz ile Hint Okyanusundaki (Yemen’deki) hakimiyet ve nüfuzunu konjonktürel gelişmelere dayalı olarak genişletip güçlendirdi. Kısaca tarihsel kökleri olan Şii hilali alanını hakimiyet ve nüfuz bağlamında hem genişletti hem de güçlendirdi. Ancak burada üzerinde durulması gereken İran’ın bu bölgelerin yanında diğer yumuşak gücünün uzantılı alanlarında da onları yönlendiren merci-i taklit veya rehberin vekilleri üzerinden kaos çıkarabilme potansiyelidir. Yani İran dini yapısının ve anlayışının tabana dayalı Şii unsurlar üzerinden üreteceği enerji hep göz ardı edilmektedir. İran’ın doğal kaynakları, derin karmaşık ve bir o kadar da egzotik Fars kültürü ve kimliği bunun İslam’la bütünleşen Şii mezhebi kimliği İran’ı bölgede farklı bir konuma oturtmaktadır. Hatta modern dönem de İran İslam devriminden sonra (Safeviler’den beri mezhebin Fars kimliğine bürünmesi ile hız kazanmıştır) bu gücü daha öne çıkarmaktadır.

Her ne kadar Suudi Şii önderlerinden Şeyh el-Nemri’nin idamı üzerine İran’ın Suudi–Arabistan’ a dönük tehditkar açıklamaları Körfez rekabeti gibi okunsa da Suudilerin Yemen de gerçekleştirdikl eri koalisyon harekatı ve Körfez’de verdiği mücadele ve uluslararası arenada açıkça İran’a karşı cephe alması Suriye’deki gelinen nokta görünürde İran Suudi rekabetinin geldiği noktayı gösterir. Ancak yakın tehdit olarak İran’ın yayılmacı siyaseti belli bir boyut kazanırsa benzer yaklaşımların Türkiye içinde geçerli olduğu unutulmamalıdır. Nitekim başlangıçta Türkiye’deki AKP hükümetinin Ortadoğu politikasındaki değişim ve gelişmeleri İran’ı da rahatsız etmiştir. AKP hükümeti, nükleer enerji ve ambargo kıskacı sürecinde Türkiye’nin İran’ın yanında durduğunu açıklamasına rağmen İran entelektüel ve stratejisiler AKP nin İslamcı politikasına hep mesafeli kalmıştır. Sünni diğer bölgesel güç Mısır ise zaten Suudi bloğu içinde yer aldığı için değerlendirme dışında tutmak gerekir.

Özellikle İran yönetiminin Irak’taki değişimden sonra bölgeye dönük propaganda faaliyetlerine de bakıldığı zaman İran’ın Şii merci taklidi ve velayet-i fakih teorisi ile bölgedeki yumuşak gücünü harekete geçirme ve etkinliğini kuvvetlendirmeye dönük çalışmaları artırdığı görülmektedir. Irak, Suriye ve Yemen’deki yaptıkları İran’ın mezhebi siyasileştirme noktasın da geldiği yeri göstermektedir. Öyle ki İran yukarı da saydığım dinamik yapılar vasıtası ile binlerce militanı sahaya sürebilmektedir. Nitekim Suriye, Yemen ve Irak ve Lübnan’da olan gelişmeler de başka türlü izah edilemez. Bundan başka İran hatta Şiilerin azınlıkta olduğu ülkelerde bile medya ve diğer iletim kanallarını kullanarak açıkça mezhep ve İran propagandası yapmaktadır. Bunu da rehber İmam Hameney üzerinden gerçekleştirmekt edir. Dini lider masum ve taklit edilecek merci olduğu için onun siyasal söylemini bile dini bir nas olarak taraftarları ele almakta bulundukları ülkelerin sistemlerini din dışı olarak adlandırmaktadır lar. İran’ın bu yayılma gücü karşısında Sünni dünyanın kitleleri harekete geçirebilecek gücü görünmemektedir. Osmanlı döneminde bir derece Halife ve Necef Şiiliği üzerinden İran’ın etkisi kırılabiliyordu ancak günümüzde Sünni dünyanın bu tür gücü görünmemektedir.

Zira mezkur isimlerin mezhepsel tonlu bir çağrısıyla Şii dünyasından on binler Irak ve Suriye’ye yabancı savaşçı olarak akın etmektedir.. Sünni dünyanın üç önemli ülkesi Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır’ın dini otoritelerinin benzeri bir çağrısına kulak verecek çok az sayıda insan olacağını not etmek gerekir. Bu da temelde Sünniliğin yapısından, , tarihsel süreçte geçirdiği çözülmeden ve dini otoritelerinin İslam dünyasındaki pozisyonundan kaynaklanmaktadı r. Dini otoritelerin, bir fetvasının Sünni dünyasındaki bağlayıcılığı İran örneğiyle kıyaslanmayacak derecede etkisizdir. Merkezi ve tüm Sünni dünya tarafından muteber bir otoritenin olmaması doğal olarak lokal olarak verilen fetvaların yaygın karşılık almasını engellemektedir. Örneğin bugün Suriye’de Selefi bir arka plana sahip olmasına rağmen Suud’un Vahhabi dini otoriteleriyle cihadiler aynı zeminde bulunmamaktadır. Diğer taraftan cihadi unsurlar üzerinde bazı selefi âlimlerin çağrılarının itibar gördüğü söylenebilir ise de bunlarında bir Hamaney etkisi göstermediğini söylemek mümkündür.

Örneğin bugün Suriye’de Sünni devletlerin sahada alan hakimiyetini kaybetmelerinin en önemli nedeni savaşçıları finansa etmelerine rağmen mobilize edememelerinden kaynaklanmaktadı r. Diğer yandan İran’ın mezhepsel yapısına dayalı olarak yabancı savaşçıları mobilizasyonu devletin dini yapısıyla ilgilidir. Nitekim İran Devrim Muhafızları Komutan Muhammed Ali Caferi, beş ülkede 200 bin yakın silahlı gencin bulunduğunu ifade etmesi işin boyutunu açık bir şekilde göstermektedir. Aslında devrimi ihrac etmek için Devrim Muhafızları Ordusu ve özellikle Kudüs Tugayları tam da bu iş için dizayn edilmiş ve devletin yapısında kendisine dokunulmaz bir yer bulan bir araçtır. İşit içindeki Selefici unsurları bir kenara bırakırsak buna karşılık gelebilecek bir yapılanma Suud-Türkiye-Kat ar blokunda bulunmuyor.