İnanmak, ama neye, neden ve nasıl inanmak!?  Eğer söz konusu Allah, Din ve gerekli olanlara İman ise, bu, zaten Allah ve kitabı olan Kuran’ın kesintisiz ve tavizsiz direktifleri arasındadır...

İnanmak, ama neye, neden ve nasıl inanmak!?

Eğer söz konusu Allah, Din ve gerekli olanlara İman ise, bu, zaten Allah ve kitabı olan Kuran’ın kesintisiz ve tavizsiz direktifleri arasındadır.

Ancak, burada asıl olan soru, bizim Allah’a olan inancımız mı yoksa Allah’ın bize inanması mı? Sorusudur. Hepimizin bir diğerine inandığımızı ve iman ettiğimizi söylemiş olmamız ve bizlerin de bu beyanatları esas alıyor olmamız, iman ve inancın esasiyetine dair yeteri ve mutlak bir veri olmadığını bir türlü kavrayamamış durumdayız.

Bizim, söylenen beyanatları kişinin iç dünyasına nüfuz edemiyor oluşumuzdan kaynaklı bir zaaf olması dolayısıyla kabul etmekten başka seçeneğimiz yoktur. Lakin bizim yetersizliğimiz ya da yeterliliğimiz konusundan evvel mesele, imanı talep eden yaratıcının, iman ve tevekkülden kastettiği ölçütün tutup tutmadığı, sorunun omurgasını temsil etmektedir.

Yani imanın, inancın, teslimiyet, tevekkül ve samimiyetin geçer not alıp almadığı, beyanatlarımızın varlığı ile değil, bizatihi Allah’ın koyduğu elekten geçip geçemeyeceği ile alakalıdır. Hepimizin bir değerini ve hatta kendisini bile aldatmasının ve kandırmasının gayet mümkün olabileceği ve dolayısıyla aldatan ile aldatılanın mutlak bir değer veremeyeceği de kendiliğinden aşikâr olmaktadır.

İnancını ve imanını Allah’a inandırmak gibi gerçek bir teslimiyet ile yükümlüdür İnsan. İnandık ve iman ettik demekle yetinilip herhangi bir işlem ve imtihana tutulmayacağını ve bu test aşamasından geçilip geçilmediğinin kararını da yine yaratıcının bizatihi kendisi verecektir.

İnanmak ve iman etmek salt bir iddia iken, hayat, bu iddianın ispat edildiği bir arenadır. Yine bu arena da kimlerin Allah’ı inandırdığı ve dolayısıyla onun eleğinden geçtiğinin kararını, yine yaratıcı vereceğinden ötürüdür ki, kendisini ‘’ Hâkimler Hâkimi ‘’ diye takdim etmektedir.

Hiç birimizin bir diğerinin hayatının her boyutuna hâkim olamayışımız, tanıklık edecek imkân ve olanaklardan yoksun oluşumuz ve bütün bunlara dair adil ve objektif bir tutum sergileyemeyecek olmamız dolayısıyla, Hâkimler Hâkiminin Allah’ın bizatihi kendisi olmasının yanı sıra tek hak sahibidir de.

Ayrıca, Allah’ın Settar oluşu, yani günahları örten, gizleyen ve bir tek kendisinin biliyor olması ise, İnsan ve insanlık için en büyük rahmetlerden birisidir. Bir an için herkesin birbirinin hatalarını, günahlarını, ayıpları ve açıklarını öğrendiğini ve bildiğini düşünürsek eğer, kimsenin bir başkasının yüzüne dahi bakamayacağı gerçekliği, İnsan için taşınabilir bir yük değildir.

Hepimizin, bir diğerinden sakladığı ve gizlediği çok yönünün olduğunu ve bütün bunların sadece Allah’a ayan olduğunu biliyor olmamızın verdiği güvenlik, her türlü şükran duygusu ve eylemlerine değer bir rahmettir.

Bütün bu veriler ışığında evvela İnsanın kendisini tatmin etmesi, kendisini kandırmadan, kendisine torpil geçmeden, şeytanın ve nefsinin kendisine çalım atmasına izin vermeden, kendi imanının sahiciliğine tanık olması gerekmektedir.

Karşıyı ve kendisini kandıran, avutan, karşıya ve kendisine çalım atmayı marifet sanan İnsan; aldatılmasının, kandırılmasının ve çalım atılmasının mümkün olmadığı Allah ile karşı karşıya geleceğini bir lahza dahi aklından çıkarmaması, Allah’ın kendisine inanmasının da ön koşulu niteliğindedir.

Kendisine inanan, kendisini, Allah’ın koyduğu ölçütler içerisinde sınırlandıran, kendi nefsinin hâkimi olan İnsan, Hakimler Hakimi olan Allah karşısında umut ile bir beklenti içerisinde olmaya en müsait ve münasip İnsan demektir.

Başkalarının bizim hakkımız da ne düşündüğü üzerine eğilmek, başkalarını inandırmak ve başkalarını tatmin üzere bir emek içerisine giriyor olmak, otorite makamını bir başkasına tevdi etmek olduğu bilincinde olmamız gerekmektedir. Bu bilincin canlı ve dinamik olması demek, kişinin her daim kendi kendisini bir çek ve test aşamasında tutuyor olduğu anlamına gelmektedir.

Böylesi uyanık bilinç, böylesi ciddi bir muhasebe bilinci, Allah ve kitabının istediği iman edişin kendisidir. Bu şuurun kuşattığı İnsan, hem Allah’a inanan ve hem de Allah’ın inandığı İnsandır.

İnanmak ve inanılmak hepimize nasip olsun…