İmza atılacak metin -II-

Dünkü yazımızda 62 yıl önce yapılan bir konuşma metnini sahibinin ismini vermeden alıntıladık. Ve her Müslümanın altına imza atacağını belirtmiştik. Şimdi o metnin devamını okuyalım:

“İşte o büyük ve necip dava, bugün dünyada insanlığın araya araya henüz bulabildiği, henüz güçlükle çalışabildiği Demokrasi dediğimiz gavurca lakırdının takendisidir. Mübarek Ezanı Muhammedi dolayısıyle buradaki HAK davamızın konuşulması bir an için durdurulmuştu. Sözümüze, -müsaadenizle- yeniden başlıyoruz.

Sevgili vatandaşlarım!

Ne zaman mübarek bir camiin, mübarek bir mescidin önünde bulunsam, daima, Hülefâyi Raşidiyn zamanındaki vatandaşların siyasi hayatları gözüm önüne geliverir. Bilirsiniz, o zamanlar, camiler Müslümanların siyasi toplantı yerleri idi. Yani her Cuma, Halife bizzat camiin içerisine gelir, karşısındaki vatandaşlara bütün memleketin Umur ve Hususu hakkında hesap verirdi.

Gene çok iyi bilirsiniz ki, devlet başkanı olan Halife, bizzat halk tarafından biat suretiyle reis olur, yani seçimle iktidara gelirdi. Bizzat Halifeler seçilmiş devlet başkanı idiler. Bu seçilmiş başkanlar, her hafta, bütün Müslümanları önüne toplıyarak, camide onlara memleket işleri hakkında hesap verirlerdi. O ibret verici hadiselerin bugün bize ne kadar büyük dersler vermesi lazımgeldiğini düşünerek, bir hadiseyi hatırlatmaktan kendimi alamıyacağım...

Ordular, hudutlarda zafer zafer üstüne kazandılar; fakat ele geçen ganimetleri Müslümanlar arasında kardeşçe paylaşılmak üzere gönderdiler, idi. O zaman başkente, baş şehre gönderilen kumaşlar, gene vatandaşlar arasında herkese aynı büyüklükte parçalar verilmek suretiyle paylaşılırdı, taksim edilirdi:...

Vatandaşlar, o parça kumaşlardan kendilerine elbise dikerek camiye Cumhurbaşkanları olan Halifeyi, Ömer'i dinlemeye gittikleri zaman... Halife söze başlar başlamaz, Müslümanın biri ayağa kalktı.

"Ya Ömer" dedi,

"Sen bir hırsızsın, senin söyliyeceğini Müslümanlar dinliyemez" dedi.

Düşünün vatandaşlarım: Demokrasinin o zamanki manzarasını düşünün. Lalettayn, adsız bir vatandaş, lütfen kalkıyor, devlet başkanına, hiç bir izah yapmaksızın:

"Sen bir hırsızsın!" diyor. Bunun üzerine devlet başkanı Ömer ne yapıyor? Ne yapsa beğenirsiniz? Yani, ondan sonra çeker kılıcını, uçururdu söyliyenin kellesini, değil mi?

Hayır. Hazreti Ömer:

"Bu sözün sebebi var mı? Ben neden hırsızım? Bilmiyorum. İzah et. Eğer hırsızsam hakikaten, sözümü keseyim." Dedi

Soğukkanılılığa, tahammüle, tenkit karşısındaki insanca tepkiye bakalım. Bundan, bugün için bugünkü devletle vatandaş arasındaki münasebetler için büyük neticeler çıkarmaya çalışalım. O zaman, bu adsız vatandaş; cemaat ortasında kalkıp kendi üstünü gösterdi:

"İşte bak" dedi,

"Hepimize dağıtılan kumaştan ben de üzerime elbise yaptım. Ancak küçük bir sağ kol, küçük bir ceket çıktı bana... Halbuki sen, Ey Ömer! boyunca kocaman bir cübbe giymişsin. Bu cübbeyi yapmakla, sen, o kumaştan bütün vatandaşlara düşen paydan iki hisse aldın. Demek, çaldın.. Demek hırsızsın! öyle ise, ben senin hilafetini tanımıyorum, sen sus!" dedi.

Bunun üzerine Hazreti Ömer ne yaptı? Hiç kızmadan, tehdit etmeden, sükunetle oğluna:

"Ya Abdullah! Kalk cevap ver" dedi. Oğlu kalktı. Dedi ki:

"Vatandaşlar, görüyorsunuz.:"

"Benim üzerimde sizinki gibi kısa bir ceket te yok. Ben hissemi babama verdim. Babam da bir cübbe yaptı."

Bunun üzerine Ömer:

"- Ne dersin?" Diye sordu o vatandaşa. Ve vatandaş cevabında:

"- Peki. " dedi.

"Anladım, hırsız değilmişsin, Ömer. Otur şimdi, söyle, dinliyeceğim." dedi.

Vatandaşlar!...

İnsanlık tarihinde, bizim yakından tanıdığımız halkçı idare üç dört günde icat edilmiş bir şey değildir. Bizim, en müstebit sultanların zulüm yaptığı Şark memleketlerimizde dahi, öyle büyük geleneği olan bir demokrasi 1400 yıl evvel kurulmuştur. Biz hala bugün, o kadar kuvvetli demokrasinin vücudunu hayranlıkla: "- Acaba var mıymış? Nasılmış? Ah! Ben de öğrenebilsem.." diye arıyoruz.

Hepimizin, şu mübarek Allah’ın evinde, beş vakitte dualarla andığımız hayat, özlediğimiz şey: O büyük insan demokrasisi değil mi? Lakin ondan sonra ne oldu, vatandaşlarım? Daha Muaviye denilen zat Suriye valisi iken, o büyük demokrat Hülefâyi Raşidin'in memleketteki izlerini silmeye çalıştı.

Muaviye kimdi, bilir misiniz? Muaviye, Kureyş'in para ile Müslüman olmuş büyük bezirganlarından Ebü Süfyan'ın oğlu idi.

İşte, bizim Şark memleketlerimizde vatandaşla devlet arasında ilk zehri koyanlar.. Bu, 1400 sene evvel para ile Müslüman olmuş bulunanlara "Müellifetül-kulub" mü diyeceksiniz?

O Müellifetül-kulub, hatta, Kur'an i Kerim'in bile içinde, tahsisat alma haklarını kazanmışlardı... İşte bu adamlar, memlekette kendi bezirgan kârlarını, kendi bezirgan ruhlu çocuklarını ilerletmek için, vatandaşlara karşı suikast hazırlarken, ilk işleri, o demokrat devlet başkanlarını, Hülafayi Raşidiyn'i ortadan kaldırmak olmuştu. Ve derebeylik ondan sonra başladı.”

(Devamı Yarın)