Eylemlerimizin yüzü imkanlarımıza dönüktür. Yaptıkları yüzünden hiç kimseye kızmıyorum. Zira herkesin eylemleri içinde bulunduğu şartlar tarafından şekillendirilmiştir. Herkes her zaman olmasa da zaman zaman rüzgârın önündeki yapraklar gibi savruluyor.

Eylemlerimizin yüzü imkanlarımıza dönüktür. Yaptıkları yüzünden hiç kimseye kızmıyorum. Zira herkesin eylemleri içinde bulunduğu şartlar tarafından şekillendirilmiştir. Herkes her zaman olmasa da zaman zaman rüzgarın önündeki yapraklar gibi savruluyor. Bizi köle yapan da sultan yapan da içinde bulunduğumuz şartlardır. İnsanın iradesini küçümsemiyorum. O başka bir yazının konusu. Daha çok imkanların önemine ve baskısına vurgu yapıyorum.

İmkanlar çoğu şeyi açıklar. Ruh sağlığımızın yerinde olduğunun ilk kanıtı sahip olduğumuz imkanları olduğu gibi kabul etmemizdir. Yani burada sorun fakir olmamız, zengin olmamız, genç ya da yaşlı olmamız değil, daha çok durumu olduğu gibi kabul edip etmediğimiz ile ilgilidir. Kısacası sultan da olabilirsiniz köle de olabilirsiniz. Ama sultan iken köle olduğunuzu sanır ya da köle iken sultan gibi davranır iseniz bu; ruh sağlığınız yerinde değil demektir.

Peki; imkanlardan memnun değilsek bu imkanları arttırmak için çalışmak yanlış mı olur. Yanlış olmaz. Zaten amaç bu. Herkes belli bir sermaye yani imkan ile doğuyor. Doğuştan bize ne verileceği konusunda pazarlık yapma şansımız yok. Ama imkanları kavradıktan yani akıl baliğ olduktan sonra verilen imkanı en iyi şekilde kullanmaktan yani sermayeyi arttırmaktan sorumluyuz. Çabanın sonuçtan daha kıymetli olması bu nedenledir.

Zenginin malı züğürdün çenesini yorar. Elimizde az ya da çok imkan olması insanların bizi anlaması için çok önemli ama kader için basit bir ayrıntı. Akıbetimiz imkanımızın çok ya da az olmasına göre değil nasıl kullanıldığına göre değişir. Tek çocuklarına yabancı bir ülkede üniversite okutturan doktor anne-babanın bilinç seviyesi beş çocuğunun zorunlu eğitimi bitirmesi için uğraşan asgari ücretli anne-babanın bilinç seviyesinden daha yüksek değil.

Konu geliyor ülkemizin içinden geçtiği güncel duruma. 2020 yılı ülkemiz ve dünya için iyi başlamadı. Çin'den çıkıp tüm dünyayı etkileyen Corona virüsü, Türkiye'de ise depremler, çığ felaketleri, uçak kazası ve Suriye'den gelen şehit haberleri… 'Coğrafya Kaderdir' demişti İbn Haldun. Türkiye'nin coğrafyası kaderin en zorlusu. Türkiye her olaya imkanları ölçüsünde tepkiler veriyor. Bu tepkiler ne kadar doğru zamanla daha iyi anlaşılacak.

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü sayın İbrahim Kalın bir ifadesinde: 'Her imkan bir imtihandır. Her imtihan bir imkandır. İkisinin de hakkını vermek için akıl, hikmet ve iradeyi kuşanmak gerekir' demişti. Türkiye öyle bir dönemden geçiyor ki akla, hikmete ve iradeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Bu üçünden biri çok kısa bir süreliğine bile olsa dikkate alınmadığında büyük felaketler hemen içeri giriveriyor.

Türkiye dünyanın çoğu ülkesi ile kıyaslandığında imkanları çok da kötü olan bir ülke değil. Dürüst ve çalışkan bir yönetim akıl, hikmet ve irade temelinde alacağı küçük önlemlerle ülkeyi büyük felaketlerden kurtarabilir. Fakat dünyanın geri kalanından Türkiye'ye bakıldığında akıl, hikmet ve iradenin ön plana çıkarıldığı bir tablo göremiyoruz. Türk dış politikasının akıl, hikmet ve irade temelli olduğunu iddia etmek için henüz çok erken.

Bizi oldukça ağır imtihanlar bekliyor gibi. İmkanları böyle kullanarak bu imtihanları geçebileceğimizi görmek için çok beklemeyeceğiz gibi görünüyor.