İTİRAZ etmeyin hemen… “Olur mu öyle şey?” demeden önce durup biraz düşünün… Gençlik başımızda dumandı… Dini eğitimler alıyorduk. Her gün yeni şeyler öğrenmenin hazzı ile uyanıyor bu günü de yine aynı şekilde tamamlıyorduk.

İTİRAZ etmeyin hemen…

'Olur mu öyle şey?' demeden önce durup biraz düşünün…

Gençlik başımızda dumandı… Dini eğitimler alıyorduk.

Her gün yeni şeyler öğrenmenin hazzı ile uyanıyor bu günü de yine aynı şekilde tamamlıyorduk.

Bizde bir hal ortaya çıkmaya başlamıştı.

Kendimizi bir nevi 'İman kabadayısı' gibi görüyorduk.

'Biz ehl-i imanız.

Biz ehl-i tevhidiz.

Biz ehl-i ilimiz.

Biz ehl-i irfanız.

Biz ehl-i kemalatız.

Biz ehl-i tarikiz.

Biz ehli marifetiz.

Biz ehl-i hakikatiz.'

Bu tarz düşünceler zihnimizde filizleniyordu.

'En iyisini biz biliyor, en doğrusunu biz anlatıyor, en hakikisini biz yaşıyoruz…'

Bu düşünceler burada durmadı tabi ki. Daha da ilerledi, yeşerdi, büyüdü.

Zihnimizi bir orman gibi sardı. Sonrasında şöyle bir yere evrildi:

İmanda ebediyiz.

İmanda kaviyiz.

İmanda samimiyiz.

İmanda hakikiyiz.

Fark etmediğimiz bir şey vardı ki, aslında çok kritikti bu. Evet, şükürler olsun Allah bizlere imanı nasip etti. Hidayetiyle müşerref kıldı.

Buna, gereği gibi hamd etmeliyiz.

Ve bunu sürekli yapmalıyız.

Bize ikram edilen iman için şımarmak, dayılanmak, başkalarına üstten bakmak yerine bu imanımızı arttırarak devam ettirmek için didinmeliyiz.

Bunu nasıl başarabiliriz?

Elbette yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'e hakkıyla öğrencilik yaparak.

Kitabın ayrıntısına her gün biraz daha nüfuz ederek.

Bu hususta iki günümüzü müsavi tutma gafletine düşmeyerek.

Dirilmiş bir kalbe sahip olarak.

Aydınlanmış ve işlettirilen bir akla sahip olarak…

Analiz yeteneği kazanmış, yorum yapma olgunluğuna ulaşmış, ayrıştırma konusunda maharete erişmiş bir birey olarak.

Okuyup dinlediğimiz her şeyi Kur'an'a ve Sevgili Peygamberimize sunup teyit alma hassasiyeti geliştirerek…

'Biz iman ettik, tamam olduk, artık bana bir şey olmaz' deme rahatlığına teslim olmayarak.

KUR'AN-I KERİM bize inandıktan sonra inkara sapanlardan bahsediyor.

Nankörlük edenlerden haber veriyor.

Gerçeği yalanlayanları dile getiriyor.

Hakikati örtenleri beyan buyuruyor.

Hak davadan ayrılanlara işaret ediyor.

Hayırlılarla birlikte yürümekten vazgeçenleri gözümüzün önüne seriyor.

Sırf dünya menfaati için sonsuz saadetini tepenlerden örnekler veriyor.

İnancından dolayı sıkıntıya girme ihtimali doğduğunda gerisin geriye dönenleri ifşa ediyor.

Yani mesele ciddi. Görmezden gelemeyiz.

YOĞUNLAŞMAMIZ gereken husus imandan sonra inkarın nasıl gerçekleştiğidir.

Şahsımızda benzer hallerin olup olmadığıdır.

Ne kadar olup olmadığıdır.

Hangi durumlarda olup olmadığıdır.

Yani bizler kendimiz için gen haritası çıkarır gibi 'Zaaf haritası' çıkarmalıyız.

Ve bu haritaya göre risk noktalarımızı ve bunların şiddetini tespit ederek aciliyet sırasına sokarak gereğini yapmalıyız.

İMAN edenin inkarı nasıl gerçekleşiyor? Bu konuda net fikirler oluşturmalıyız.

Sözde iman mı, özde iman mı ancak bu şekilde açığa çıkar.

İmanımızdan dolayı bir eza, cefa durumuyla yüz yüze geldiğimiz zaman nasıl davranıyoruz mesela?

Elde edeceğimiz mevki, makam, şöhret, maddi veya manevi yarar söz konusu olduğunda nasıl bir tutum gösteriyoruz?

İnancımıza ters birileriyse yer bulmak istediğimiz ortam taviz verip kendimizi değişik perdelemelerle saklıyor muyuz?

Ya da tem tersi yaşanıyor mu? Yani aynı düşünce evrenindeysek bu kişileri kendimize daha çok bağlamak ve onlardan yarar devşirmek için olduğumuz inanç ve amel seviyesinden kendimizi daha ileri göstermek için numaradan işlere tevessül ediyor muyuz?

Kınanmamak için yani kınayıcıların kınamalarının altında kalmamak için yer ve duruma göre bukalemun karakterine bürünüyor muyuz?

Konuyu biraz daha derinlemesine anlama çalışmamızı sürdürelim mi?

Örneğin; Allah'a şartlı kulluk mu yapıyoruz?

'Bu da ne oluyor, bir mü'min böyle yapar mı?' diye hemen yüklenmeyin bana…

Azıcık sessizlik istiyorum sadece. Sonrasında hak vereceğinizi düşünüyorum çünkü…

Yüce Rabbimizden gelen iyiliklere, güzelliklere, ikramlara, ihsanlara, bol rızka, insanlara bizi sevdirmesine, aziz kılmasına, itibarlı göstermesine gayet memnun iken...

Sıkıntılar, dertler, imtihanlar başımızda patlayıp hasede, fesada muhatap olduğumuzda delleniyorsak… Söylenmeye başlıyorsak.

Allah'ı kullarına şikayet etmeye yelteniyorsak eğer işte bu şartlı kulluk değil de nedir peki?

Ve bu tavır gerçek iman sahibinden mi açığa çıkar yoksa imandan sonra inkara düşenlerde mi görülür?

ALLAH'IN emir ve yasaklarını beğenmemek yine aynı kapıya çıkar.

Birazını benimseyip, bir kısmını kabul etmemek de…

Alaya almak mesela…

'Bu zamanda bu olur mu, çağa uyar mı' gibi herzeler yemek örneğin…

Tüm bunlar bizim hem dünyamızı hem ebedi yaşayışımız olan ahiret hayatımızı yakar.

İşte bu sebeplerle gerçek iman dayılanmayı, 'Bitirdik biz bu işi, kurtulduk, cennet ehli olduk, haşir neşri yaşadık, kabirlerden geçtik' gibi gevşek cümleler sarf etmeye mani olur.

DEMEM o ki, bu konu samimi bir gayreti hak eder.

İnkar nedir, münkir kimdir? Küfür nedir, kafir kimdir?

İslam'a gerçekten teslim olmak nasıl mümkün olur, gerçek iman ehli olmanın gerekleri nelerdir?

Mesela; haramı haram, helali de helal saymak ne demektir ve biz bunu tam yapabiliyor muyuz?

Haydi, küçük bir ödev verelim kendimize…

Küfr-i İnkari nedir? Küfr-i Cuhûdi nedir? Küfr-i İnadî nedir? Küfr-i Nifaki nedir?

Üzerinde çalışıp izah ederek delillendirelim.

KÜFÜR ve iman arasında bocalamayı terk etmeliyiz artık.

Ne samimi küfür, ne samimi iman sahibi olamama durumundan kurtulup tahkiki imana ulaşmanın yolunu Kur'an'da arayıp bulalım.

Tevbe Sûresi 66 cı ayeti anlayıp tefekkür ederek başlayabiliriz. Ardından Nisa Sûresi 137 ve 143 cü ayetler… Yine Âl-i İmran Sûresi 90 ve 91 ile Hac Sûresi 11 ci ayetler.

Allah bizleri inandık dedikten sonra bilerek veya bilmeyerek imanından dönmekten muhafaza buyursun.

İmanlıyız dediğimiz halde imansız yaşama gafletinden uyandırsın. Âmin.

Ya Selam!