Aziz dostlar, bu köşe yazımızda sizlere tarih ve günümüz penceresinden bakarak sesleneceğiz  ve yazacağız. Bugünkü konumuz, ülkemizin ve milletimizin geleceği için oldukça büyük ve hayati öneme sahip bir konudur.

Aziz dostlar, bu köşe yazımızda sizlere tarih ve günümüz penceresinden bakarak sesleneceğiz ve yazacağız. Bugünkü konumuz, ülkemizin ve milletimizin geleceği için oldukça büyük ve hayati öneme sahip bir konudur. Büyük bir ilgi ve dikkatle okuyacağınızı umarız.

Tarihten günümüzde iktidarları ve muhalefetleriyle ülkemizi büyük felaketlere sürükleyen kötü muhalefet örneklerinden bahsedeceğiz. Yazılarımızı takip edenler bilirler, bunlardan zaten zaman zaman bahsetmiştik. Gelişmelerin önemine binaen konuya yeniden değineceğiz.

Meşrutiyet veya demokrasiyle idare edilen ülkeler içinde, iktidarlarıyla ve muhalefetleriyle oldukça radikal ve yakışız söylemleri ve eylemleriyle bunlardan en çok zarar gören ülkelerin en başında Türkiyemiz gelmiştir. Bu kötü örneklerden birincisi bize Meşrutiyet döneminde (1908 – 1918) bir imparatorluk kaybettirmiş, Cumhuriyet dönemindeki diğer üçü ise 1950 - 1980 zaman diliminde üç uğursuz darbeye sebep olmuştur. Uğursuz olmuşlardır, çünkü bunlarla demokratikleşme sürecimiz kesintiye uğramış, ekonomik gelişmemize ise büyük darbe vurulmuş, bu olup bitenler sonucu ülkemizi, bölgemizde ve dünyada süper güç olmaktan alıkoymuştur.

Bizde, 'en kötü iktidar ve muhalefet kötü muhalefet örnekleri' 1908 – 1918 zaman diliminde yaşanmış, öyle ki, iktidar partisi İttihat ve Terakki Partisi ile ana muhalefet partisi Hürriyet ve İtilaf Partisi arasında yaşanan kötü muhalefet örnekleri, oldukça radikal ve kötü muhalefet söylemleri Osmanlı Devleti'nin tasfiyesinde rol oynayan önemli sebepler arasında yer almıştır. Öyle ki, bu iki parti iktidara oynamak uğrunda birbirlerini güç durumlarda bırakmaya yönelik, İmparatorluğun azınlık unsurlarını hükümete karşı isyanlara kışkırtmalarının yanında, (bunu daha çok İtilafçılar yapmıştır), İttihatçılar ise, daha da ileri giderek, İtilafçı yanlısı hükümetleri yıkabilmek için, Osmanlı'nın yenileceğini bile bile düşmanları ile harbe kışkırtmışlar, bize Balkanları bütünüyle kaybettirecek 1912 Balkan Harbi bu sebepten çıkmış ve üstelik de harp içinde bile kötü siyasi muhalefet örneklerinden olarak, İttihatçı bir komutanın verdiği emiri İtilafçı bir subayın dinlememesi veya İtilafçı bir subayın verdiği emri ise İttihatçı bir subayın yerine getirmemesi sonucu 150 yılda kazandığımız Balkanları 15 günde kaybettik. İki parti arasında yaşanan bu çok kötü muhalefet örneği Bulgar ordusunu İstanbul'u son savunma hattı Çatalca İstihkamlarına kadar getirdi. (Belgelere dayalı olarak geliş bilgi için benim şu iki kitaplarıma bakınız: Kendi İtiraflarıyla Jön Türkler Nerede Yanıldı?, s. 9 – 576) ve Bilinmeyen Tarihimiz, s. 9 – 205).

Demokrasimizi kesinti ve ekonomimizi geriliğe uğratan günümüzdeki üç kötü siyasi muhalefet örnekleri ise şunlar olmuştur: 1950 – 1960 zaman diliminde iktidar partisi Demokrat Parti'nin Başbakanı Adnan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar'la ana muhalefet partisi CHP ve genel başkanı İsmet İnönü arasında yaşanan oldukça kırıcı ve yıkıcı kötü muhalefet örnekleri, radikal söylemleri ve eylemleri olmuş, ana muhalefet tarağından 'istibdat değil, hürriyet isteriz' argümanı üzerine kurgulanan bu savaş, en sonunda Ordu'nun dolduruluşa getirilmesi sonucu 27 Mayıs 1960 darbesine sebep olmuştur. (Belgelere dayalı olarak geniş bilgi için benim şu kitabıma bakınız: 27 Mayıs 1960 Darbesinin İçyüzü Menderes Nasıl Devrildi? 1950 – 1960, s. 9 – 550)

Diğer iki kötü örnek ise şunlardır: 1965 – 1971 zaman diliminde iktidar partisi Adalet Partisi genel başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel ile ana muhalefet partisi CHP ve lideri İnönü, 1977- 1980 zaman diliminde ise, yerine göre koalisyon hükümetleriyle birisi iktidar, diğeri ana muhalefet AP lideri Demirel ile CHP lideri Bülent Ecevit arasında yaşanan kötü muhalefet örnekleri olmuştur. Genelde bu kötü örnekler kendisini, 68 Kuşağının ortaya çıkmasıyla başlayan ve her yeri kasıp kavurur hale gelen 'Anarşinin önlenmesi' argümanı etrafında cereyan etmiş, iktidarıyla ve muhalefetiyle, bu olayları 'iktidar olmak' çirkin hesaplarına alet eden partiler, bunların önlenmesine yönelik 'ortak akıl ve politikalar' la kararlara varamadıkları için bunlardan ,'ülke bölünecek, komünizm ve irtica gelecek' korkusu ve endişesiyle dolduruşa getirilen TSK tarafından 'bunları önlemek için ' denilen 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Darbeleri yapılmış, bunlarla ülkemiz yeniden 'güdük kalmak' a mahkum edilmiştir. (Belgelere dayalı olarak benim şu kitabıma bakınız: (Türkiye'de Politikada Şiddetin Perde Arkası 1876 – 1996, s. 9 – 450).

Uzatmayalım, günümüze gelindiğinde ise, tarihimizde yaşanan 6'ıncı iktidarıyla ve muhalefetiyle kötü siyasi muhalefet örneklerinin en radikal, yıkıcı ve kırıcı söylemleri ve eylemleriyle günümüzde, tarihten dersler alınmaksızın yeniden yaşanmaya başlanmıştır. Yaklaşık 20 yıldan beri iktidarda bulunan AK Parti Genel Başkanı ve başbakan, şimdi cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'la ana muhalefet partisi CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu yanında, onunla 'Millet İttifakı' adı altında 'Seçim İttifakı' kuran diğer küçük partilerin toplumumuzun ve demokrasimizin kaldıramayacağı kötü muhalefet örneklerinden kısaca bahsetmek istiyoruz.

Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'ın kendisine muhalefet partilerinin yıkıcı ve kırıcı kötü muhalefet örneklerine bakarak 'Türkiye'de muhalefet sorunu var' demesi yerden göğe kadar haklılık arz etmektedir. Tarihimizde zaten bunu, Başbakan Adnan Menderes de ana muhalifi İnönü'nün kırıcı ve yıkıcı muhalefeti (üst üste üç seçimi kaybetmesini hazmedemedi ve muhalefetini artırdı) sonucu söylemiş, bunun ülkeyi büyük bir felakete doğru sürüklemekte olduğundan bahsetmişti ama, kendisi de en sonunda İnönü'ye karşı bir alternatif olarak yıkıcı ve kırıcı iktidar muhalefeti propagandasına başvurması, onun tam bir çifte standardı oldu. Menderes, bu yola başvurmasa idi belki de darbe olmazdı.

Günümüzde de Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın muhalefet partilerine karşı iktidar muhalefet üslubu Başbakan Menderes'in yanlış üslubuna benzemekte ve iktidarın bu radikal söylemleriyle de ülkede sanki 'Bir de iktidar sorunu var' çağrışımı akla gelmektedir. Sayın Erdoğan'ı, yaptığı büyük atılımlarıyla severiz. Onu sevmemiz demek, hatalarını da görmemezlikten gelmemiz anlamına gelmez. 'Dost açı söyler, doğru söyler' demişler. Halife Hz. Ömer ne demiş: 'Benim hatalarımı bilip de baha söylemeyenler benim dostum değildir' demiştir. Bütün siyasi liderlerimizi, hiçbir art niyetimiz olmaksızın bu açıdan tenkide alıyoruz.

Muhalefet partilerimiz, zaten yıllardır seçimleri kazanamamaları sonucu iyice hırçınlaşmaları ve 'bekara avrat boşamak kolaydır' misali, iktidar partisine alabildiğine, ülkemizin kaldıramayacağı kırıcı ve yıkıcı propagandalar yapmaya devam etmektedirler. Özellikle kendisinin iktidar olması ve üstelik de 'Bütün milletimizi temsil eden Cumhurbaşkanı olmak' sıfatıyla da Sayın Erdoğan'ın bunlara kızarak kendisinin de radikal muhalefet örnekleri sergilememesi gerekir. Bence, bu cümleden olarak İyi Parti Lideri Sayın Meral Akşener'in Rize gezisi sırasında karşılaştığı halkın tepkisiyle ilgili olarak şunları söylemesi şık olmamış, zaten kendisini iyice yıpratmak isteyen muhalefet partilerinin eline 'altın' bir fırsat daha vermiştir: 'Gelin hanıma çok ileri gittiğinden memleketim Rize'de ona bir ders verdiler. Daha neler olacak daha neler. Bunlar daha iyi günler…'

Rize gezisine tepki günlerine denk gelen günlerde (26 Mayıs 2021) , Ayasofya caminde bir hafızlık töreninde bir vaizin kürsüden 'Geçmişte Ayasofya'yı müzeye çeviren Atatürk'ü kastediyor' görüşüyle, bundan 'iktidardan aldığı cesaretle ' denilerek, 'kafirler ve hainler' diye bahsetmesi de Türkiye'de bir de 'vaizlik sorunu' nun olabileceğini ortaya koşmuştur. Artık olmuş bitmiş, milletimizin arzusu doğrultusunda camiye çevrilmekle meselesi çözüm bulmuş bir Ayasofya işini, mazisinden bahisle yeniden deşelemenin hiç kimseye ve ülkeye bir faydası olmaz. Hükümet, bundan da büyük zarar görmüş, kendisine hücum için muhalefetin eline diğer bir 'altın' fırsat daha verilmiştir. Yahya Kemal ve Mehmet Akif'in yazdıkları ve söylediklerine göre, Türkiye'nin bir de 'Vaizlik Sorunu' olup, onlara göre, 'eğitilmemiş ve donanımlı olmayan vaizlerimizi dinleyenler, dinimizi gerçek anlamda öğrenemezler ve hatta bunları dinleyenler dinden bile soğurlar' gerçeği de dikkate alınırsa, bu kuruma da bir çekidüzen verilmesi gerekir düşüncesi kendisini göstermektedir.