Kış, yaşadığımız yarım kürede Aralık, Ocak, Şubat ayları boyunca hükmünü sürdüren dört mevsimden biridir.

Kış, yaşadığımız yarım kürede Aralık, Ocak, Şubat ayları boyunca hükmünü sürdüren dört mevsimden biridir. Eskiler zemheri derlerdi. Örtünce bembeyaz yorganını tabiatın üstüne insana yalnızlığı, sonu, ölümü hatırlatan bu mevsimin yüzü de kendisi gibi soğuktur. Baharın umudu, yazın rehaveti, sonbaharın telaşı yoktur bu mevsimde. Kış, işgalci kimliği ile kuşatınca her yanı o hararetli, hareketli ve cıvıltılı hayat yerini derin bir sessizliğe terk eder. Yoksulu düşündüren, evsizi üşüten bu mevsim, hayallere de kelepçe vurur. Karda yürümekten zevk alanların dışında neresinden bakarsanız bakın kış, insan dâhil bütün canlılar için istenmeyen, arzulanmayan bir mevsimdir.

Atalarımız, öğütleri ile yokluğun ve yoksulluğun mevsimi kışın olumsuzluklarına dikkat çekmiş ve bizim bu mevsime hazırlıklı olmamızı istemişlerdir. “Yazın başı pişenin, kışın aşı pişer.”,“Karıncadan ibret al, yazdan kışa hazırlan.”, “Yazın gölge hoş, kışın çuval boş.” “Yazın gölge kovan, kışın karın ovar.” “Yazın sıcakta terleyen, kışın soğukta üşümez.” Örnekleri daha da uzatabiliriz. Bütün bu atasözlerinden çıkartılan ortak ders, kış için hazırlıklı olmanın ne denli önemli olduğudur.

Çoğu düşünürler, insan hayatını da mevsimlere benzetirler. Hele şairlerde bu duygu üst seviyededir. Çocukluk ve gençlik bahara, olgunluk yaza, tırmanmayı bırakıp da yokuş aşağı inmeye başlanılan, saçların aklığının çoğaldığı, durgunluğun sarıp sarmaladığı ömrün üçüncü çeyreği sonbahara ve nihayet şaire: “artık demir almak günü gelmişse zamandan/ meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan”, dedirten ömrün son çeyreği de kış ile özdeşleştirilir.

Milletlerin hayatlarında da mevsimler vardır: baharlar, yazlar, kışlar; yükselişler, düşüşler; bayramlar, acılar, sancılar… Ülkemiz ne yazık ki bu yıl, iki kışı aynı zaman diliminde yaşıyor. Bir yanda karı, buzu, soğuğu ile mevsimlerin sevimsizi diğer yan da her gün canlarını cennete uğurlamanın tarifsiz acısı ile yüreği kavrulan milletimizin karakışını…

Torağa düşen her fidan ardında bıraktığı tarifsiz bir acı ile Hakka uğurlanıyor. Uğurlanan her can için semaya yükselen dualarla birlikte içimizde kopan fırtına, bora, ve tayfunla canlarımıza kıyan canilere gücünün üstünde güç olmayan Yaratan’ın Kahhar ismine sığınarak lanet okuyoruz. Lanet okumak yetmiyor elbette. Kalbi/beyni küfür çöplüğü olan; insan ve İslam düşmanı, inançsız ve imansız yaratıklara anladıkları dille cevap vermek gerekir. Alçaklığın çukurunda kalleşliğin her türü ile saldıran bu güruha ve onlara arka çıkan; “kış kışlığını, puşt puştluğunu gösterir” atasözümüzde ifade edilen “puştlara” da gereken dersi vermek elbette ki asil milletimin kahraman evlatlarının birinci önceliği olmalıdır/olmuştur.

Her karış toprağı şehit kanları ile sulanmış vatanımızın bulunduğu coğrafya acılı ve sancılı bir coğrafyadır. Peki, biz bu cennet ülkenin ve bir zamanlar adaletle yönettiğimiz gönül ve kültür coğrafyamızın kışına ne kadar hazırlıklıydık veya ne kadar hazırlandık? Geçtiğimiz yüzyılda Osmanlıyı parçalayan, bizi Sevr’e zorlayan “tek dişi kalmış canavarın” tarihi kininin bir gün nüksedeceğini düşünerek ne kadar tedbir aldık/alabildik?

Bırakın düşünmeyi, tedbir almayı ülkemizin yaşadığı bu ikinci kışın hazırlanmasında eğitimden adalete, iç barıştan dış politikaya, sosyal ve siyasi hayattan, yönetime kadar pek çok alanda hata yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Birinci kış geçer ki hep öyle olmuştur. Yenibaharlara yine merhaba deriz. Önemli olan ikinci kışın kalıcı hasar bırakmadan atlatılmasıdır. Titreyip özümüze dönmenin zamanıdır. Devletimizin bekası her şeyin üstündedir. Küçük şahsi hesapların değil büyük davaların adamı olmak zorunda ve mecburiyetindeyiz. Gün; birliğin, kardeşliğin, kenetlenmenin günüdür. Bu kenetlenmede Türk- İslam ülküsü rehberimiz, sevgi harcımız, adalet baş tacımız, ay yıldızlı bayrak en büyük güvencemiz olmalıdır.