“Su uyur düşman uyumaz” diye bir atasözümüz vardır. Gerçekten de İslam’ın ve ümmet-i Muhammed’in kadim düşmanları dur durak bilmeden proje üstüne proje üreterek kuyumuzu kazmaya devam ediyorlar.

'İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, Hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi.' (Âl-i İmran: 67.)

'Su uyur düşman uyumaz' diye bir atasözümüz vardır. Gerçekten de İslam'ın ve ümmet-i Muhammed'in kadim düşmanları dur durak bilmeden proje üstüne proje üreterek kuyumuzu kazmaya devam ediyorlar.

Evet, en büyük varlığımız olan yüce dinimiz İslam'ı bozmak, Müslümanları çeşitli hile ve tuzaklarla dinlerinden uzaklaştırmak, yok etmek ve neticede İslam coğrafyasının tabii zenginliklerine konmak için birçok menfur proje yürütüldüğü biliniyor.

Bu cümleden olarak son günlerde basında dinlerarası diyalogun bir versiyonu olan İbrahimî dinler projesinin Ortadoğu'da yeniden atağa geçirildiği yönünde haberlere genişçe yer veriliyor.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'in İsrail'le yaptıkları 'normalleşme' anlaşmalarından sonra gündeme gelen bu projede, İslamiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlık karması yeni bir din ortaya konmaya çalışılıyor. Yeni Şafak'ın haberine göre bu proje Rockefeller tarafından fonlanıyor. Başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere birçok İslam ülkesinde bu uydurma dine alenen davetler yapılıyor.

İçimizi bir nebze olsun ferahlatan bir tepki olarak, Mısır el- Ezher Camiinin baş imamı Şeyh Ahmed el-Tayyib, 'İbrahimî din' adı verilen bu uydurma din davetini reddettiğini duyurdu. Açıklamasından bir kesit şöyle:

'Anlaşmazlıkların ve çatışmaların ortadan kaldırılması çağrısı gibi görünse de aslında bu, inanç özgürlüğüne el koyma çağrısıdır. Rengi, tadı ve kokusu olmayan yeni bir dinin ta kendisidir.'

Bu şuurlu değerlendirmesi için Allah bu kardeşimizden razı olsun.

Esasen bu ve benzeri projeler geçmişte 'tevhid-i edyan / dinlerin birleştirilmesi' adı altında defalarca gündem edilmiş ve fakat başarı sağlanamamıştı. Küfrün ve küfürbazların ihtirasına bakınız ki, hiçbir hedeflerinden geri adım atmıyor, bunları dönüp dolaşıp farklı ambalajlarla tekrar tekrar gündeme getiriyorlar.

Bu yazımızda İbrahimî din adlı bu yeni projenin arka planını, hedef ve maksatlarını çeşitli yönleriyle değerlendirmeye çalışacağız.

I- İBRAHİMÎ DİNLER PROJESİ DİNLERARASI DİYALOGUN BİR VERSİYONUDUR

Bilindiği üzere 'dinlerarası diyalog ve hoşgörü' bir Vatikan projesi olup, hedefi -kendi kaynaklarındaki beyanlara göre- Mesih misyonunu yaymak, üçüncü bin yılda Asya'yı Hıristiyanlaştırmak ve Hıristiyanlığı dünya dini haline getirmektir. Bu konuda daha önce onlarca makale kaleme aldığımız için detaylarına girmiyorum.

Ama İbrahimî din projesiyle bağlantısını kurabilmek için dinlerarası diyalogun üç önemli şartını hatırlatalım:

- Diyaloga giren hiçbir din 'tek hak din' olduğunu iddia etmeyecek.

- Yine hiçbiri taraftar kazanmaya çalışmayacak.

- Taraflar arasında ortak noktalar bulunup oradan hareket edilecek.

Üçüncü şart bağlamında Müslüman kökenli olup gaflet ve ihanet içinde olanlara teklif edilen adres şu ikisidir:

Allah'ta buluşmak

Hz. İbrahim'de buluşmak

Bu teklifin altındaki hinoğlu hinlik ise şudur:

'Biz sizin peygamberiniz Muhammed'i (s.a.v.) kabul etmiyoruz; o bizim ortak noktamız değildir. O halde bize Muhammedün Resulüllah'ı dayatamazsınız.'

Vatikan temsilcileri, teklif ettikleri diyalogun daha ilk safhasında, karşılarında güya İslam'ı temsil mevkiinde bulunanlara 'İnancınızın ikinci aslı olan Muhammedün Resulüllahı inkar ederek gelin, öyle konuşalım' demek istiyorlar.

Bu sebeple dinlerarası diyalog açık ve net İslam'ın tevhid akidesinden kopmanın, İslam dairesinden çıkmanın adıdır. 'Hz. İbrahim'de buluşma'nın manası budur.

Ve bu yönüyle dinlerarası diyalog ve onun bir versiyonu olan İbrahimî din / dinler projesi kültürel birer haçlı seferidir. Zaten en büyük savaş da inançların ve bu inançlardan kaynaklanan kültürlerin savaşıdır. Dinlerarası diyalogun zebunu olan -güya İslam'ı temsil mevkiindeki- bedbahtlar ne hazindir ki bu büyük vahametin farkında değiller…

Bizi yakından takip eden okuyucularımız hatırlayacaklardır; geçtiğimiz Mart ayında, Papa Francesco'nun Irak'a yaptığı dinlerarası diyalog ziyaretini tahlil ettiğimiz 'Papanın Irak Ziyareti Yahut İslam'a Açılan Savaş' ve 'Türkiye Üzerindeki Hesaplar, Tehlikeler ve Çareleri' başlıklı iki yazımızla bu meselenin ciddiyet ve tehlikesine dikkat çekmiş ve gerekli uyarılarda bulunmuştuk.[i]

'İbrahimî din' adlı bu fecaat çerçevesinde Hz. İbrahim'in (a.s.) istismar edildiği de ortadadır.

Yahudi ve Hıristiyanlar bu söylemle güya atalarının Hz. İbrahim (a.s.) olduğu havası vermektedirler. Halbuki tevhid inancına sırtlarını dönme açısından baktığımızda, onların Hz. İbrahim'in (a.s.) yolunda olmadıkları, dolayısıyla da onu sevmedikleri açıktır. Hz. İbrahim (a.s.), tevhid inancını bayraklaştıran önde gelen peygamberlerdendir. Yahudi ve Hıristiyanlar ise kitaplarını tahrif edip şirke düşmüşlerdir. Dolayısıyla imanî açıdan onunla hiçbir bağları da kalmamıştır.

Hz. İbrahim'in (a.s.) 'Haniflik' olarak adlandırılan yolunun devamı Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Onun ümmetinin yoludur. Bu büyük tecelli Kuran'da Hz. İbrahim'in (a.s.) mübarek dilinden dua şeklinde şöyle bildirilmektedir:

'Ey Rabbimiz! Bizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl; soyumuzdan da yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir… Ey Rabbimiz! Bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun, kendilerine Kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pak eylesin…' (Bakara: 128 – 129.)

Bu sebepledir ki Peygamberimiz (s.a.v.) 'Ben, atam İbrahim'in duasıyım…' buyurmuştur. (Müsned, IV, 127, 128, V, 262; Hakim, el-Müstedrek, II, 656.)

Namazda okuduğumuz 'Allahümme salli' ve 'Allahümme barik' dualarında, Hz. Peygamber'le (s.a.v.) birlikte Hz. İbrahim'i (a.s.) de anmamız, iki Peygamber arasındaki bu sıkı bağın bir başka delilidir.

Kuran'da, Hz. İbrahim'in (a.s.) yolunda olduklarını iddia eden Yahudi ve Hıristiyanlara verilen cevap da manidardır:

'Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?

İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.

İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, Hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi.

Şüphesiz, insanların İbrahim'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur.

Kitap ehlinden bir grup sizi saptırabilmeyi çok arzu etti. Oysa sadece kendilerini saptırıyorlar, fakat farkına varmıyorlar.

Ey Kitap ehli! (Gerçeğe) şahit olduğunuz halde, niçin Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?

Ey Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?' (Âl-i İmran: 65 -71.)

Sadece bu deliller bile Hz. İbrahim'in (a.s.) Yahudi ve Hıristiyanlarca ne çirkin bir şekilde istismar edildiğini göstermesi bakımından kafidir.

II- YAHUDİ VE HIRİSTİYANLAR BİRLİKTE HAREKET EDERLER

Ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) bazı ortak hedeflerde birleşirler.

İbrahimî dinler, dinlerarası diyalog, ılımlı İslam gibi projelerin hedefi yukarıda da belirttiğimiz gibi Hıristiyanlığı dünya dini haline getirmektir. İslam, başkalaştırılarak hükümsüz bırakılmak, Müslümanlar imha edilmek ve tabii kaynaklarıyla beraber İslam coğrafyasına el konmak istenmektedir.

Yahudilere gelince; onlar da 'üstün ırk' telakkisiyle kendilerini dünyanın efendisi, diğer bütün insanları da kendilerine hizmetle mükellef teba olarak görür ve bu yönde bir dünya hakimiyeti hedeflerler. Bu dünya hakimiyetine ulaşmada birinci safha, 'arz-ı mev'ud / vadedilmiş topraklar' dedikleri coğrafyaya hakim olacak Büyük İsrail'i kurmaktır. Arz-ı mev'udun Nil'den Fırat'a hemen bütün Ortadoğu'yu kapladığı da bilinen bir gerçektir.

'Küfür tek millettir' ilkesinin tezahürü olarak ehl-i kitabın her ikisinin de asıl hedefi İslam'dır.

İkisi de Müslümanları imha etmek suretiyle bir dünya hakimiyeti kurma hedefinde birleşiyorlar. Ve bu hakimiyet planında Yahudilerin emelleriyle Hıristiyanların emelleri çatışmıyor. Mesela Hıristiyanlıktaki Evangelizm mezhebinin bu çatışmayı ortadan kaldırmak için kurulduğunu biliyoruz. Bu sebeple de Hıristiyanlar İsrail'in arz-ı mev'ud hedefine yeşil ışık yakıyorlar. Bu, onların dünya hakimiyetine engel teşkil etmiyor. Bunun bir başka manası da dünya hakimiyetini kendi aralarında bölüşmek ve paylaşmaktır. Buradan anlıyoruz ki Hıristiyanlığın yayılmacı politikası, İsrail'in güvenliğini ve Büyük İsrail hedefini de içine almaktadır. Bu güçlerin her ikisi de ortak düşman olarak algıladıkları İslam'ın ortadan kaldırılması, gerçek Müslümanlığın yeryüzünde hakim olmaması için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. O halde bu projelerin hedefinin sadece dinî olduğunu düşünmek çok ciddi noksanlıktır. Asıl ve nihaî hedef İslam'ın etkisini kırarak İslam coğrafyasının nimetlerine konmaktır; yani askerîdir, siyasîdir, ekonomiktir ve ideolojiktir.

Yahudi ve Hıristiyanların diğer bazı ortak özellikleri de şunlardır:

Her ikisi de Allah'tan gelen mukaddes kitaplarını bozmuş, tahrif etmişlerdir.

'Yahudiler Üzeyr Allah'ın oğludur, Hıristiyanlar da İsa Allah'ın oğludur' (Tevbe: 30.) diyerek Allah'a ortak koşmuşlardır.

Hıristiyanlar üçlü ilah inancı demek olan teslis akidesini esas alırken, Yahudiler de Yehova dedikleri tanrılarını, sadece kendilerini koruyan, diğer insanları köleleştiren maddi boyutlu bir varlık gibi telakki etmişlerdir.

Her iki grup da hasetlikleri sebebiyle Hz. Peygamberi (s.a.v.) inkar etmektedirler.

Ve bunların bir özelliği de hak ve adalet kavramından uzak, sadece güce ve sömürüye dayalı bir dünya hakimiyeti tesis etmek istemeleridir.

III- ORTADOĞU'DAKİ İBRAHİMÎ DİN PROJESİNİN BÖLGESEL AMACI

'İbrahimî din' projesinin Arap - İslam coğrafyasındaki hedefine de temas etmek gerekir.

Burada yapılmak istenen, 1948'den beri İslam coğrafyasının tam ortasında zorla hakimiyet kurup, başta Filistinliler olmak üzere Müslümanlara zulmeden İsrail'in etrafındaki tehdit ve tehlikeleri -'normalleşme' adı verilen siyasî, askerî ve ekonomik adımlarla da destekleyerek- azaltmak, ona rahat nefes aldırmak, zaten paramparça olan İslam ümmetini daha da parçalamak, tekrar bir araya gelme, birlik ve güçlü olma ihtimalini ortadan kaldırmaktır.

Buna çanak tutan BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin başlarındaki, affedilemez ihanetlere imza atan hain, fitne fesatçı idarecilerin gerek dünya ve gerekse ahirette hesaplarının son derece ağır olacağını da burada kaydetmek gerekir.

Ne hazindir ki BOP'un Arap - İslam dünyasında tatbik şekli demek olan Arap Baharıyla da İslam ülkelerine çok büyük zarar verilmiştir. Irak, Suriye, Tunus, Libya, Yemen, Sudan vs. ülkeler başta olmak üzere BOP'un yol haritasında önemli bir mesafe alınmış durumdadır.

Bilindiği gibi BOP'un nihaî hedefinde 22 İslam ülkesinin -bu çerçevede Türkiye'nin de- haritasının değiştirilmesi söz konusuydu. Anlaşılmaktadır ki şu anda bu projenin uygulama safhasında bütün dikkatler Türkiye üzerinde toplanmış bulunmaktadır. İslam dünyasının imhası çerçevesinde nihaî hedefin Türkiye olduğu unutulmamalıdır.

Şer güçler hedeflerine ulaşmak için kültürel projelerin yanında ekonomik, siyasî ve -Irak, Suriye ve Libya'da olduğu gibi- askerî bütün seçenekleri bir anda veya arka arkaya yürürlüğe koyabilmektedir. Buradan hareketle diyoruz ki, gerek dinlerarası diyalog, gerek ılımlı İslam projesi ve gerekse de Ortadoğu'da uygulamaya konan İbrahimî din / dinler projesi, hep aynı işgal hedefinin tezahürleridir.

Burada birkaç cümleyle de olsa İran'ın durumuna temas etmeden geçmeyelim:

Ne acıdır ki İran, İslam'a alternatif gibi tercih ettiği Şii inancı ve ideolojisi çerçevesinde hiçbir zaman İslam dünyasının ve tabiatıyla Türkiye'nin yanında yer almamıştır ve de almaz. Tam tersi, bahsi geçen batılı güçlerle bir ve beraber olarak gerçek İslam demek olan Ehl-i Sünnet ve'l Cemaati darbelemektedir. Bugün Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan'da yaşananlar bunun müşahhas ispatıdır.

Batılı güçlerin Osmanlıyı 'hasta adam' ilan ettikleri şark meselesi bitmemiştir. Hedef Türkiye'dir. Türkiye ise tarihî ve bölgesel şartlar itibariyle İslam dünyasının merkezi olmak durumundadır. O halde batılı güçlerin ve onlara destek olan İslam düşmanlarının hepsinin hedefi, İslam dünyasına abilik yapacak Türkiye'nin bölünüp parçalanması, iç savaşa sürüklenmesi ya da işgal edilmesidir. Bu bakımdan başta siyasî iradenin ve meselenin dinî boyutu da olması münasebetiyle Diyanet'in bu büyük felaketin ayak seslerinin duyulduğu bir zamanda çok dikkatli ve tedbirli hareket etmeleri gerekir. Özellikle Diyanet, yıllardan beri muhtelif şekillerde destek verdiği (ki bu ayrı bir yazı konusudur) dinlerarası diyalog ve ılımlı İslam gibi dinde reform faaliyetlerine her cihetten kapıları kapatmalıdır.

Takip eden okuyucularımız yine hatırlayacaklardır; İbrahimî dinler yahut dinlerarası diyalog projelerinin mescitlerimize kadar sirayet ettiğini; mescitlerimize şirk sembollerinin girdiğini biz 'Dinlerarası Diyalog Camileri (!) ve Ayasofya'nın Açılması Meselesi' başlıklı yazımızda anlatmıştık.[ii]

O yazımızda da dile getirdiğimiz gibi endişemiz odur ki bu diyalog hastalığı diğer camilerimize de sirayet edebilir; hatta Mescid-i Aksa'nın statüsünün değiştirilmesi bile söz konusu olabilir.

Nitekim İsrail'in bir Müslüman mabedi olan Mescid-i Aksa'ya yaptığı saldırıları bahane ederek konuşan bizdeki birtakım diyalog havarilerinin, Mescid-i Aksa'nın idaresinin üç dinin (!) temsilcilerinden oluşan bir komisyona teslim edilmesi görüşünü seslendirmeleri, gerçekten de endişe vericidir. Böyle bir teklif, 'çözüm' adı altında Mescid-i Aksa'ya ve Müslümanların ilk kıblesi olması cihetiyle de İslam'ın manevi şahsına bir saldırıdır; öz be öz İslam mabedi olan bu mübarek mekanı kendi ellerimizle İslam düşmanlarına peşkeş çekmektir.

Dinlerarası diyalog afetinin sadece dinî ve kültürel boyutta olmadığını; siyasî hareketlere de vücut verdiğini 15 Temmuzda gördük.

Unutmayalım ki, 15 Temmuz 2016'da bu milleti imha, bu toprakları işgal etmek isteyen batılı güçler, bunu dinlerarası diyalog misyonunu üstlenen Fetullah Gülen marifetiyle yapmışlardı.

Şimdi düşünelim:

Türkiye'yi böyle bir felaketle karşı karşıya bırakan bu 'dinlerarası diyalog'u muhtelif cihetleriyle tekrar gündeme taşımak ve ona hizmet etmek, BOP'un 'ılımlı İslam' projesini İslam'da modernlik ve çağdaşlık saymak, Avrupa'yla uyum adı altında İslam'ın asliyetinin ve safiyetinin bozulmasına çanak tutmak hangi akıl, hangi mantık, hangi iz'anla bağdaşmaktadır?

Öyle tahmin ediyoruz ki bu soruya verilecek doğru cevap, derin yaralarımıza vurulacak bir neşter olacaktır. Elbette ki düşünebilen, akledebilen, dinini ve vatanını sevenler için…

[i] Yazılara şuradan ulaşılabilir:

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/papanin-irak-ziyareti-yahut-islama-acilan-savas/613817

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/turkiye-uzerindeki-hesaplar-tehlikeler-ve-careleri/615217

[ii] https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/dinlerarasi-diyalog-camileri-ve-ayasofyanin-acilmasi-meselesi/556436